8 Ekim 2023 Pazar

Menkıbe mi, Ayakları Yere Basan Din mi? (2) *

3.Ayıbın büyüğü kokan cesetler ve kokmayan naaş videosunu çeken görevlilerdir. O olağanüstü günlerin ve insanlık dramının yaşandığı, oradakilerin kıyamet sahnelerinden bir sahneyi yaşadığı can pazarında, böyle bir video çekmek kimsenin aklına gelecek bir şey değil, aynı zamanda hiç makul değildir. Merak ettiğim, bir yerde bir ceset koksa, o cesedin kokusu o civara yayılır. Burunlar o kokmuş cesetten başkasının kokusunu alamaz. Bu görevliler mis gibi kokan cesedin kokusunu nasıl aldılar? Öyle zannediyorum, buradaki görevliler peygamber sevgisini işlemek amacıyla bir ceset üzerinden şov yapmışlar, adeta bir menkıbe üretmişler. Peygamberi çok seversen, ölünce cesedin kokmaz mesajı vermeye çalışmışlar. Burada peygamberi çok sevdiğinden, bunun üzerine naat yazmasından dolayı  bir kişinin vücudunun mis gibi kokmasından ziyade bu sevgiye, depremin bir şey yapmaması yani öldürmemesi aklıma geldi. Herhalde video çekenlerin böyle bir şey aklına gelmedi. Pekala, aynı binada herkes enkaz altında can verirken bir kişinin sağ çıkmasını, peygamberi çok sevmesine bağlayabilirler, böyle bir video çekebilirlerdi.

4.Diyelim ki bu görevliler yaptıkları görevin mahremiyeti unutup böyle video çektiler. Bu kişilere özel öznel bilginin kürsüde mevzubahis edilmesinin ne anlamı var? Haydi bu imam da peygamber sevgisini ön plana çıkarmak istedi. Bu konuyu dile getirdi. Niçin cami cemaati ile sınırlı bırakmaz da bu konuşmasını sosyal medyada paylaşma ihtiyacı hisseder? Bazı imamlar dışında anlattığı dersi sosyal medya üzerinden paylaşan bir meslek erbabı var mı? Öğretmenlerin içerisinde öyle güzel ders işleyenler var. Hangi biri dersini videoya çekip sosyal medyada paylaşır? Bazı imamlardaki bu sosyal medya aşkı nereden geliyor? Meşhur olmak mı istiyorlar? Ki bu yol ile meşhur olanların sayısı az değil. Nitekim bu hocamız da bu videosuyla Türkiye gündemine oturarak meşhur olmuştur. Amacı bu ise buna ulaştı.

5.Diyelim ki bu din görevlileri ifa ettikleri görev gereği Hz peygamber sevgisini bu vesileyle büyük kitlelere ulaştırmaya vazife bildiler. Böyle bir menkıbe uydurdular. Eğer bu bir uydurma ise geçmişte halkı ibadete yöneltmek amacıyla bazı kişilerin hadis uydurmasına çok benziyor. Dinde ve hayatın hiçbir alanında yalana yer olmamasına rağmen özellikle peygambere atfen hadis uydurmak peygambere bir iftiradır. Bu menkıbeyi de insanın ayaklarını yerden kesen uydurma bir kesit görüyorum.

6.Diyelim ki peygamber sevgisi için çiğ tavuk bile yenir. Maksat peygamber sevgisini ön plana çıkarmak ise “Suriyeli kardeşin” ne işi var burada? Pekala tüm cesetler kokmuş iken bir ceset kokmamış. Araştırınca, bu kişinin peygambere naatlar yazan biri olduğunu öğrendik diyebilirler, Suriyeli şeklinde bir ifade kullanmazlardı. Öyle ya peygamber sevgisi ön plana çıkarma murat edilirken Suriyeli ön plana çıktı. Maksat üzüm yemek ise maalesef üzüm yenemedi.

7.Kokmayan cesedin Suriyeli olmasını söylemede ne sakınca var diyebilirsiniz. Bence de sakınca yok ama hepimiz takdir ederiz ki çocuğundan büyüğüne, dindarından sekülerine varıncaya kadar bu ülkenin kahir ekseriyetinde Suriyelilere karşı bir antipati söz konusu. Suriyeli ismini duyar duymaz tepki gösterecek bu ülkede her kesimden insan var. Bir amme hizmeti gören, sürekli halkın ve cemaatin içerisinde olan bu din görevlilerinin, Suriyeli ifadesine halkın tepki göstereceğini hesaba katması gerekirdi.

8.Bir din görevlisine yaraşan; cenaze yıkama, teçhiz ve tekfin esnasında gördüğü her şeyi mahrem bilmesi, bunu sır olarak saklamasıdır. Ceset koksa bile bunu ifade etmemelidir.

Sonuç olarak, camilerde görev yapan bazı imamların baltayı taşa vuran bu türden konuşmaları bugünlerde pek çoğaldı. Bu da halkın bir kesiminde antipatiye sebep oluyor. Diyanet her Allah’ın günü bir imamın, vaizin gündeme gelmemesi için bir tedbir almayı niçin düşünmez? Niçin konuşmalarınızı sosyal medyada paylaşmayın demez? Niçin dikkatli olun, olur olmaz her şeyi konuşmayın demez? Niçin bu imamlarımız halkın nabzını ve psikolojisini dikkate alan konuşmalara yer vermezler? Tartışmaların odağı haline gelmekten pek mi zevk alıyorlar? Dinde menkıbe türü anlatımlardan ne zaman vazgeçecekler? Ne zaman ayakları yere basan bir din anlatmaya başlayacaklar?

*13/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Menkıbe mi, Ayakları Yere Basan Din mi? (1) *

Ülke olarak yüzyılın afeti kabul edilen 11 ilimizi yerle bir eden bir depremi yaşadık. Depremin ardından büyük bir can pazarı yaşadık. Ne kadar insanımızı kaybettiğimizi kimsenin bildiğini sanmıyorum. 

Depremin yaralarını tam saramadan, yakınlarını kaybedenlerin üzüntüsü daha taze iken Hatay'da depremde vefat edenlerin teçhiz ve tekfin işiyle uğraşan bir ekibin daha önce çektikleri bir videosu bugünlerde sosyal medyada dolaşımda. Konya'da görev yapan bir imam, peygamber sevgisini işlemek amacıyla Mevlidi Nebi haftasında bu videodan nakil yapar. Kısaca şöyle: "Depremin ardından cenaze işlemleriyle görevli kardeşlerimizin önüne hangi ceset gelmişse kokmuş ya da kokmaya başlamış. Önlerine bir naaş gelir ki diğer cesetlerin aksine mis gibi kokuyor. Bu cenaze neyin nesidir, kimin fesidir bir arayışa girerler. Cenaze yakınlarıyla konuşurlar. Vefat edenin bir Suriyeli olduğunu öğrenirler. Akrabalarına, bu mevta diğer mevtalar gibi değil. Bunun sebebi nedir? Sağlığında ne ile uğraşırdı" şeklinde soru sorarlar. Ölen kimsenin peygambere naat yazan bir peygamber aşığı olduğunu öğreniyorlar.

Konyalı imam, cami kürsüsünde kendinden bir şey ilave etmeden bu videodan irticalen alıntı yapınca, her konuda olduğu gibi bu konuda da toplum ikiye bölündü: İmamı savunanlar, imamı eleştirenler. Savunanlar, İmamın dedikleri doğru. Burada ırkçılık yok şeklinde savunma yaparken, diğer kesim bir imam nasıl cesetler kokmuş, Suriyelininki kokmamış, burada ırkçılık yapılıyor. Üstelik Türklerin cenazelerini cesetle ifade ederken Suriyelininkini naaş şeklinde ifade ediyor, diğerleri peygamberi sevmiyor mu türünden eleştiriye tabi tutuyor.

Ben hangi taraftayım? Lafı hiç eğip bükmeden, imamı ve videoyu çekenleri eleştiren taraftan olduğumu söylüyorum. Bu video ve anlatım nesnellikten uzaktır. Tamamen öznel bir durumdur. Sadece bu olayı gören kişileri bağlar. Bir menkıbedir. Dinde ve dinî anlatımlarda da menkıbeye yer yoktur. Çünkü menkıbelerin gerçeklerle bir alakası yoktur. Gerçek olmayanın da hutbede ve vaaz da yeri olamaz. Vaaz ve hutbelerde hayatın içinden ve ayakları yere basan anekdotlara yer verilmesi lazım.

Videoyu çekenlerin ve bu videodan alıntı yapanların niyetlerini bilemem. Bu, Allah ile kendi aralarında bir şeydir. Biz ancak zahire göre değerlendirme yapabiliriz. Benim yapacağım da budur:

1.Süresi içinde gömülmeyen her ceset kokar. Bazı cesetler erken bazısı geç kokabilir. Bu da cesedin bulunduğu yerle alakalı bir durumdur. Evde buzdolabına konmayan bir yemeğin güneşte kalması ile gölgede kalması arasında bozulma zamanı yönünden fark olur. Güneşe maruz kalan yemek daha erken bozulur. Serin yerdeki yemek ise daha geç bozulur. İnsan cesedi de böyledir.

2.Olağanüstü bir durumdu deprem. Enkaz altındaki cesetler ulaşmak zaman aldı. Zamanında defnedilmeyen bu insanların cesedinin kokması kadar doğal bir şey olamaz. Bu, kimyasal bir değişimdir. Kişinin peygamber sevgisi ile bir ilgisi yoktur. Nitekim peygamber sevgisinden kimsenin şüphe etmediği, peygamberin iki kızıyla da evlenmiş olan, hafız diye bilinen, İslam’ın üçüncü halifesi Hz Osman’ın isyancılar dolayısıyla üç gün içinde defnedilmeyen cesedi kokmaya yüz tutmuştu. Belki de bir gün daha defnedilmeseydi, Hz Osman’ın da cesedi kokacaktı. Bu, Hz Osman’ın değil, onun defnedilmesini engelleyen insanların suçu ve ayıbıdır. Enkaz altından zamanında çıkarılıp defnedilemediği için kokan ya da kokmaya yüz tutmuş insanımızın da bu kokmada bir suçu yoktur. Bu durum bir zorunluluktur. Çünkü binlerce insanı aynı anda enkaz altından çıkarıp defnetmenin zorluğu aşikardır. (Devam edecek)

*11/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

4 Ekim 2023 Çarşamba

Şiddetli Yağmurda Yollarımız

Sileceklerin durmadan çalıştığı yağmurlu havada araç sürmek, sair zamanlara göre daha bir zor. Haliyle su birikintisinin olduğu yerleri görmek, gölete dönüşmüş su birikintisine girmemek de bir o kadar zor. Çünkü ya şerit boş olmaz ya da ardında gelmekte olan bir trafik var. Yağmurla birlikte hava sıcaklığı da düştüğünden, aracın ön camı da buharlanıyor. Haliyle klimayı da çalıştırmak zorundasın. Yağmurla birlikte görüş mesafesi de düşüyor. Karşıdan ve arkadan gelen araçların far ışıkları normal günlerden daha bir farklı. Flu görüyorsun. Far ışıkları rahatsız ediyor. Arabayı sürerken yollar suyla kaplı olduğundan şeritler net görünmüyor. 

Kısaca yağmurlu havalarda yola çıkılacak gibi değil. En iyisi pencerenin önüne oturup yağan yağmuru izlemek. Yolda yakalanmış isen aracı kenara çekip yağmurun dinmesini beklemek ise de şu ya da bu sebeplerle çıkıyoruz böyle havalarda. Ben de söz dinlemeyenlerden biriyim.

Aralıklarla yağan şiddetli yağmurun yağdığı pazar akşamı, Yazır mahallesinde misafirlikte idim. Ta gündüzden gitmişim misafirliğe. Otur otur ne zamana kadar oturacaksın.

21.00 sularında Yazır mahallesinden Meram'a doğru aracımla yola çıktım. Yavaş yavaş gidiyorum. Yolu ve önümü görebilmek için silecekleri hiç durdurmadan çalıştırmak zorunda kaldım. Beyhekim caddesi meyilli bir zeminde olmasına rağmen yolun sağına ve soluna yer yer sular birikmiş. 

Rögarlar sicim gibi yağan yağmurla dolmuş olmalı ki rögar kapaklarından fıskiye gibi su fışkırıyor. Tam suyla kaplı yerden geçiyordum ki sol şeritten beni sollayıp geçen araç, sabahtan akşama aracımın yıkandığını yeterli görmemiş olmalı ki arabama bir güzel çamur banyosu yaptırdı. Sağım, solum, önüm, arkam söbe misali önümü ve arkamı göremedim. Bir an için ortalık zifiri karanlığa dönüştü. Sileceği en hızlı pozisyona getirerek önümü temizledim. Önümü görünce dünya varmış dedim. Geceyi diğer gecelerden normal bir gün görüp yanımdan jet hızıyla geçen araç sahibine dua etmekten başka elimden bir şey gelmedi. .

Yağmurlu havanın daha başlangıcı böyle ise ileriler nasıldır, beni yolda neler bekliyor bakalım. Madem çıktık yola. Hayırlısı deyip yola devam ederken Meram’a ne taraftan gideyim ikilemi yaşadım. İstanbul caddesinden gitsem, altgeçitlerde sorun yaşayabilirim. En iyisi altgeçidi olmayan, yeni yapılmış Abdülhamit caddesinden gideyim dedim. Girdim caddeye.

Cadde, tıpkı geldiğim Beyhekim caddesi gibi kalabalık. Bu kadar araç nereye gidiyor bu saatte? Misafirliğe desem, geç. Misafirlikten gidiyorlar desem, kalkmak için erken. Aman neyse ne. Bereket, sürücüler bu anormal havada trafiğe çıktıklarının farkında. Her biri yavaş yavaş gidiyor ve dikkatli.

Daha 500 metre gitmemiştim ki yanımdaki çocuğum, baba, sağ şerit su dolu. Sol şeride geç istersen dedi. Dikiz aynasından baktım. Geri müsait olunca sol şeride geçtim. Boşuna geçmişim. Çünkü bu şerit de suyla kaplı. Üç beş metre gitmeden arabam yavaşladı. Gaza bastım. Nafile. Oğlan, baba vites düşür dedi. Vites düşürdüm. Fayda etmedi. Ekrana bakınca arabanın stop ettiğini gördüm. Birkaç defa çalıştırmayı denedim. Olmadı. Oğlan akıl edip dörtlüleri yaktı. Motora su kaçtı. Kurumadan çalışmaz dedim.

Arabayı sağ şeride yolun kenarına geçirmemiz lazım ama nasıl? Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Yer suyla kaplı. Biz solu kapatınca yoğun trafik sağımızdan geçiyor. Oğlum yağmura aldırmadan iteklemek için arabanın arkasına geçti. Ben ise direksiyonun başındayım. Suyla kaplı yerden, iyice hantallaşan bu ağır arabayı bir kişi nasıl itekleyebilirse deneyeceğiz. Ama sağdan gelen araçlardan deneyemedik. Yolun boşalmasını beklerken, imdada ne hayır diyerek polis arabası geldi. Çocuğum durumu izah etti. Polisin biri trafiği durdurdu. Diğeri de arabayı iteklemeye yardım etti. Sonunda güç bela sağ kaldırıma paralel arabayı getirebildik. Polisler olmasaydı, aracı ne itekleyebilir ne de çekebilirdik. Sağ olsunlar, Hızır gibi yetiştiler. Polis bu saatte burada ne arar. Belli ki hava muhalefetinden dolayı cadde ve kavşaklara görevlendirilmiş olmalı. Valilik tedbir almış dedik. Öyle mi, değil mi bilmiyorum. Oğlan, baba bu akşam Konyaspor’un maçı var. Stadyum buraya yakın. Polisler bundan dolayı burada dedi. Her ne amaçla bu caddede iseler, bize yaptıkları yardımla hem trafiğin akmasını sağladılar hem bir kaza riskini önlediler hem de görevleri arasında araba itekleme olmamasına rağmen işin ucunda ıslanma da olsa araba iteklediler. Polis de olsa, bizim insanımız böyledir. Gelip geçen sivilleri iteklediğini gördüm de polisi ilk defa gördüm. Minnettarım.

Tüm bu hengamede ben arabanın içinde dokuz doğursam da ıslanmadım. Az önce bir insan evladının arabama çamur banyosu yaptırdığı gibi oğlan da tepeden tırnağa ıslandı. Arabayı sağa emniyete aldıktan sonra arabaya bindi. Belirli aralıklarla marşa bassam da araba çalışmadı. Çaresiz bekledik. Ne kadar bekledik bilmiyorum. Ara ara arabayı çalıştırdım. Herhalde bir 15 dakika beklemişizdir. Sonunda arabanın motoru insafa geldi. Bu kadar işkence bunlara yeter de artar demiş olmalı ki çalıştı. Yavaş yavaş evi boyladık.

Altgeçidi bol olan İstanbul yolundan gitseydim, durumum ne olurdu, rögar çekmediği için suyla dolu altgeçit var mıydı bilmiyorum ama 2023 yapımı bu caddede, bu tür çok yağışlara karşı su birikintilerinin oluşmaması için  daha bir özen gösterilebilirdi.