Ana içeriğe atla

Menkıbe mi, Ayakları Yere Basan Din mi? (2)

3.Ayıbın büyüğü kokan cesetler ve kokmayan naaş videosunu çeken görevlilerdir. O olağanüstü günlerin ve insanlık dramının yaşandığı, oradakilerin kıyamet sahnelerinden bir sahneyi yaşadığı can pazarında, böyle bir video çekmek kimsenin aklına gelecek bir şey değil, aynı zamanda hiç makul değildir. Merak ettiğim, bir yerde bir ceset koksa, o cesedin kokusu o civara yayılır. Burunlar o kokmuş cesetten başkasının kokusunu alamaz. Bu görevliler mis gibi kokan cesedin kokusunu nasıl aldılar? Öyle zannediyorum, buradaki görevliler peygamber sevgisini işlemek amacıyla bir ceset üzerinden şov yapmışlar, adeta bir menkıbe üretmişler. Peygamberi çok seversen, ölünce cesedin kokmaz mesajı vermeye çalışmışlar. Burada peygamberi çok sevdiğinden, bunun üzerine naat yazmasından dolayı  bir kişinin vücudunun mis gibi kokmasından ziyade bu sevgiye, depremin bir şey yapmaması yani öldürmemesi aklıma geldi. Herhalde video çekenlerin böyle bir şey aklına gelmedi. Pekala, aynı binada herkes enkaz altında can verirken bir kişinin sağ çıkmasını, peygamberi çok sevmesine bağlayabilirler, böyle bir video çekebilirlerdi.

4.Diyelim ki bu görevliler yaptıkları görevin mahremiyeti unutup böyle video çektiler. Bu kişilere özel öznel bilginin kürsüde mevzubahis edilmesinin ne anlamı var? Haydi bu imam da peygamber sevgisini ön plana çıkarmak istedi. Bu konuyu dile getirdi. Niçin cami cemaati ile sınırlı bırakmaz da bu konuşmasını sosyal medyada paylaşma ihtiyacı hisseder? Bazı imamlar dışında anlattığı dersi sosyal medya üzerinden paylaşan bir meslek erbabı var mı? Öğretmenlerin içerisinde öyle güzel ders işleyenler var. Hangi biri dersini videoya çekip sosyal medyada paylaşır? Bazı imamlardaki bu sosyal medya aşkı nereden geliyor? Meşhur olmak mı istiyorlar? Ki bu yol ile meşhur olanların sayısı az değil. Nitekim bu hocamız da bu videosuyla Türkiye gündemine oturarak meşhur olmuştur. Amacı bu ise buna ulaştı.

5.Diyelim ki bu din görevlileri ifa ettikleri görev gereği Hz peygamber sevgisini bu vesileyle büyük kitlelere ulaştırmaya vazife bildiler. Böyle bir menkıbe uydurdular. Eğer bu bir uydurma ise geçmişte halkı ibadete yöneltmek amacıyla bazı kişilerin hadis uydurmasına çok benziyor. Dinde ve hayatın hiçbir alanında yalana yer olmamasına rağmen özellikle peygambere atfen hadis uydurmak peygambere bir iftiradır. Bu menkıbeyi de insanın ayaklarını yerden kesen uydurma bir kesit görüyorum.

6.Diyelim ki peygamber sevgisi için çiğ tavuk bile yenir. Maksat peygamber sevgisini ön plana çıkarmak ise “Suriyeli kardeşin” ne işi var burada? Pekala tüm cesetler kokmuş iken bir ceset kokmamış. Araştırınca, bu kişinin peygambere naatlar yazan biri olduğunu öğrendik diyebilirler, Suriyeli şeklinde bir ifade kullanmazlardı. Öyle ya peygamber sevgisi ön plana çıkarma murat edilirken Suriyeli ön plana çıktı. Maksat üzüm yemek ise maalesef üzüm yenemedi.

7.Kokmayan cesedin Suriyeli olmasını söylemede ne sakınca var diyebilirsiniz. Bence de sakınca yok ama hepimiz takdir ederiz ki çocuğundan büyüğüne, dindarından sekülerine varıncaya kadar bu ülkenin kahir ekseriyetinde Suriyelilere karşı bir antipati söz konusu. Suriyeli ismini duyar duymaz tepki gösterecek bu ülkede her kesimden insan var. Bir amme hizmeti gören, sürekli halkın ve cemaatin içerisinde olan bu din görevlilerinin, Suriyeli ifadesine halkın tepki göstereceğini hesaba katması gerekirdi.

8.Bir din görevlisine yaraşan; cenaze yıkama, teçhiz ve tekfin esnasında gördüğü her şeyi mahrem bilmesi, bunu sır olarak saklamasıdır. Ceset koksa bile bunu ifade etmemelidir.

Sonuç olarak, camilerde görev yapan bazı imamların baltayı taşa vuran bu türden konuşmaları bugünlerde pek çoğaldı. Bu da halkın bir kesiminde antipatiye sebep oluyor. Diyanet her Allah’ın günü bir imamın, vaizin gündeme gelmemesi için bir tedbir almayı niçin düşünmez? Niçin konuşmalarınızı sosyal medyada paylaşmayın demez? Niçin dikkatli olun, olur olmaz her şeyi konuşmayın demez? Niçin bu imamlarımız halkın nabzını ve psikolojisini dikkate alan konuşmalara yer vermezler? Tartışmaların odağı haline gelmekten pek mi zevk alıyorlar? Dinde menkıbe türü anlatımlardan ne zaman vazgeçecekler? Ne zaman ayakları yere basan bir din anlatmaya başlayacaklar?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde