11 Ekim 2023 Çarşamba

Hamas Oyuna mı Getirildi? *

Dünyada; 

Yüzü gülmeyen bir millet var mı dense,

Kaç nesli işgal altında doğup büyüdü dense, 

Bir devletleri bile olmadan hep işgal altında kaldılar dense, 

Dünyanın en büyük açık hava hapishanesinde ölüm kalım mücadelesi veriyorlar dense, 

Hiçbir günleri kan ve gözyaşısız geçmiyor dense, 

Dünyada metre kareye düşen nüfus yoğunluğu en fazla yer dense, 

Her ev ve aileden şehitleri ve tutukluları var dense,

Bir yerden diğer yere geçişleri izin ve kontrole tabi dense, 

Kendi ülkelerinde yaşayan nüfustan kat kat fazlası başka ülkelerde sığınmacı veya göçmen statüsünde dense, 

Her türlü olumsuzluğa, yalnızlığa, ölüme ve kendi kaderlerine terk edilmişliğe rağmen bıkıp usanmadan, pes etmeden ve teslim bayrağını çekmeden yokluk içerisinde mücadele etmeye devam eden vs. 

Böyle bir millet var mı dense, herkesin aklına Filistin halkı gelir.

Bu halka tüm bu acıları yaşatan devlet kimdir dense, yine herkesin aklına İsrail gelir. 

Osmanlıdan koparıldıktan sonra bu milletin yüzü hiç gülmedi. Çünkü kendi özbeöz topraklarında parya muamelesi görmeye devam ediyor. 

Büyük İsrail sevdası ve hayaliyle, Arzı mev'ud teranesiyle, Ortadoğu'da zorla kurulan ve kurdurulan İsrail, Ortadoğu'da çıban başı olmaya hep devam etti.

Tüm konjonktür ve küresel güçler İsrail'i var etmek için çaba gösteriyor. Her olup biten olumlu ve olumsuz şeyler de İsrail’in lehine işliyor.

Arap Baharı diye başlatılan süreç İsrail'e yaradı. Çünkü İsrail'e tehdit olan ve tehdit olma ihtimali olan ne kadar devlet varsa ya zayıflatıldı ya da devletsizleştirildi. Mısır eski gücünden çok uzak. Irak, Suriye, Libya gibi ülkelerin yeniden toparlanıp devlet olabilmeleri çok zor görünüyor. Ürdün zaten hiçbir zaman İsrail'e tehdit olmadı. Suriye iç savaşla cebelleşince Lübnan Hizbullah'ının da eski gücü yok.

Verdiğim örneklerden anlaşılacağı gibi Büyük İsrail’i kurmak için planlanan Büyük Ortadoğu Projesi tıkır tıkır işliyor. Çevresinde kendisini tehdit edecek ülke kalmayınca kah Golon Tepeleri yerleşime açılıyor kah Kudüs başkent ilan ediliyor. Nasılsa ABD destekli devlete kimse sesini çıkarmıyor. 

Etrafında tehdit olma potansiyeline sahip tüm devletler birer birer devletsizleştirilince, İsrail için geriye tek tehdit kaldı. O da Gazze'ye sıkıştırılmış, abluka altına alınmış, çevreyle iletişimi kesilmiş Hamas. Kaç ramazandır, mübarek gün ve gece dinlemeden, bayram ve seyran demeden suyumu bulandırdın bahanesiyle Gazze’ye girerek astı, kesti, az sivrileni aldı hapishaneye koydu. Sinir uçlarına dokundu. Sıkıştırdıkça sıkıştırdı. Gelin bana saldırın da gününüzü göstereyim dedi. Daha ötesini de yapamadı. Çünkü her ne kadar arkasında ABD olsa da ABD kendisini BM’de korusa da dünya kamuoyu mazlum Filistinli ve Gazzelinin yanındaydı hep. Ne yapıp ne edip Filistinlinin dünya kamuoyundaki haklı mücadelesini tersine döndürülmeliydi. Çünkü haksız yere saldıran hep kendisiydi.

Nihayet 6 Ekimde Hamas’ın başlattığı savaşla İsrail arkasına dünya kamuoyunun rüzgarını aldı. Nasılsa Hamas 5-6 bin füze ile saldırmıştı. Öyle zannediyorum, dünyanın en iyi istihbaratına sahip İsrail, Hamas’ın savaşa hazırlanmasına ve ülkesine saldırmasına bile bile göz yumdu. Her ne kadar istihbarat zaafı olduğu için karizmasını çizdirse de bundan önce hep kazanan İsrail olduğu gibi bunu da son vuruşuyla kazanacak. Nasılsa halihazırda bu son yaptığıyla kimse Hamas’ın yanında değil. Dünya İsrail’i mağdur görüyor. İsrail de bu mağduriyetin gereği olarak kendimi savunuyorum diyerek hem havadan hem karadan Gazze’yi yerle bir ediyor. Nasılsa Gazze’ye kimse yardım edemeyecek. Böylece kendileri için Ortadoğu’da kalan tek çıban başını da bu şekilde bitirecek. Tıpkı 11 Eylül ikiz kuleler saldırısı sonrası ABD Afganistan’ı işgal etmişse, İsrail de Gazze’yi işgal edecek, yenilir lokma haline getirmek için belki ikiye bölecek. Belki de son vuruş öncesi son hamlesini yapacak. Tüm bunları yapmak için var gücüyle orantısız bir şekilde saldırdıkça saldırıyor.

Allah Filistinlilerin yardımcısı olsun. İnşallah İsrail hedefine ulaşamaz. Halihazırda İsrail’in lehine olan dünya kamuoyu havası kısa zamanda tersine döner. Gelen tepkiler üzerine İsrail sınırlarına çekilir.

*16/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır. 

Politiklikten Apolitikliğe *

Siyaset bu milletin sadece seçimden seçime ya da seçim sathı mailine girildiği zaman konuşulan ve yapılan bir şey değil. Bir seçimden diğer seçime konuşulan günlük ve rutin değişmez ana gündemimiz olduğunu hepimiz biliriz. Kadınımız, erkeğimiz, büyüğümüz, küçüğümüz siyaset yaparız. Bunu 28 Mayıs 2023 seçimleri sonuçlanıncaya kadar birbirimizi kırarak, dökerek, küserek, atışarak yaptık. Kendi savunduğumuz parti ya da ittifakı desteklemeyenleri kara listeye aldık. 

2023 seçimleri yapıldı. Kazanan, kaybeden belli oldu. Bu seçimin ardından aşırı politik olmamız hasebiyle 2024 Martında yapılacak seçimler ana gündemimiz olması gerekirken ne iktidarı savunanlarda ne muhalefeti destekleyenlerde siyaset kaldı. Sosyal medyadaki parti trolleri de trollüğü bıraktı. Herkes kabuğuna çekildi.

Muhalefet kendi derdi ve sorunlarıyla yaşam mücadelesi veriyor. İktidar partisi veya ittifakı hiç olmadığı kadar rakipsiz. Ne iktidar mutlu ne muhalefet. Ne iktidarı savunanlar ne de muhalefete oy verenler mutlu. Siyaset namına neredeyse kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Tartışmadan geçtim, kimse siyasi konuşma yapmıyor. Kazananlar da kaybedenler de. Aşırı politik olmuş bu toplum adeta apolitik bir topluma dönüştü. Bu durum bu ülke insanına çok yabancı. İnsanımızda siyasetten bir soğuma var. En iyi ve en kötü zamanlarda bile yüzde otuzu geçmeyen kararsızların oranının yüzde otuz üç buçuk olduğunu sürekli sahada olan Metropol Araştırma Şirketi sahibi ve yöneticisi Özer Sencar söylüyor.

Aşırı politiklikten apolitikliğe evrilmemiz, işimize ve gücümüze kendimizi vermemiz yönünden iyi. Yalnız gecesi, gündüzü, seçim zamanı ve seçim harici sürekli siyasetle yatıp kalkan bu toplum için bu görüntü normal değil. Mayıs seçimlerinden sonra herkesin siyasetten uzaklaşmasını masaya yatırmada fayda var. Bunda siyaset kurumunun güven vermemesi, gelecek vadetmemesi, iktidarın yıpranmışlığı, muhalefetin alternatif olmaması gibi hususların insanımızı siyasetten soğuttuğu söylenebilir. İnsanımız iktidardan sıdkını sıyırmış, muhalefete gitmek istiyor. Muhalefetin durumu işler acısı. Çünkü iktidar ve iktidar alternatifi olma gibi niyet ve dertleri yok. İktidara oy veren pişman, muhalefete oy veren bin pişman. Hasılı vatandaş hiç olmadığı kadar çaresiz. Gitmeli, yeter artık dediği iktidara yine oy vermeye devam ediyor. Öyle görünüyor ki vatandaş siyasetten umudunu yitirmiş, kurtarıcılardan ve kurtarmak isteyenlerden illallah demiş, Allah onları bildiği gibi yapsın diyerek işine, gücüne yönelmiş. Seçimlerin ötelediği acı ekonomi tablosuyla cebelleşiyor.

2024 yerel seçimlerine daha var. Seçim sathı mailine girilmedi. İktidar, özellikle muhalefetin umut vermeyen bu görüntüsü devam ederse, hangisi kazanırsa kazansın, umurumda değil diyecek. Belki de ilk defa sandığa gitme oranında düşüş olacak. Yüzde otuz üç buçuk olan kararsız seçmenin önemli bir oranı tercihte bulunmayacak.

Şu bir gerçek ki halihazırda oy kaybetmesine rağmen iktidar partisi ülkenin en büyük partisi, iktidara alternatif olmak için her seçim piyasaya çıkıp alternatif olamayan parti ve yeni kurulan partiler de seçmene güven vermiyor. Türkiye hiç olmadığı kadar yeni bir parti beklentisi içerisinde. Şayet iyi bir ekiple tüm yelpazeyi kucaklayan yeni bir parti ortaya çıkarsa, seçmen mevcut partilere tekmeyi vuracaktır. Belki de bu içe kapanma, apolitiklik hali bunun habercisidir.

*01/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

Din Görevlileri ve Veresetü'l Enbiya

"Hademe-i hayrat olarak camilerimizde görev yapan hocalarımız ise yüce dinimiz İslam’ın hakikatlerini bizlere öğreten nebiler yolunun varisleridir.  Kur’an’ın eşsiz ilkelerini ve Allah Resûlü (s.a.s)’in güzel ahlakını aktaran hatiplerimizdir". Bu alıntı camiler ve din görevlileri haftası münasebetiyle 6 Ekim tarihli hutbeden bir bölümdür.

Her gün ve çoğu hafta, belirli gün ve haftalar olarak belirlenmiş. 1-7 Ekim haftası da camiler ve din görevlileri olarak tahsis edilmiş. Bu yazımı da bu haftaya ve haftanın hutbesinde ayırdım. 

Camiler haftasını anlarım. Zira camiler tüm halka ait yerlerdir. Haftasında da anılsın. Bunu da o camilerde görevli olanlar yapsın. Din görevlileri ne alaka? Haydi bu hizmeti yapanları da katalım dendi. Din görevlileri de anılsın. İyi de bir kişinin biz şuyuz, buyuz şeklinde kendini anlattığı hafta olur mu? Madem din görevlileri de anılacak. Bunu başkasının yapması, başkasının gözüyle din görevlilerini anlatması daha uygun olmaz mıydı? Din görevlilerinin camilerle birlikte kendilerini de anlatması, öğretmenler gününde öğretmenlerin kendilerini anlatmasına benzer. Bereket, öğretmenler kendilerinin anlatılacağı programı hazırlayıp biz buyuz, haydi bizi anlatın diye sahneye öğrencilerini sürüyor. Hasılı imamlar da öğretmenler de kendileri çalıp kendileri oynuyor. 

Aslında bu tür haftalar anılıp kutlanacaksa, her aşaması üçüncü eller vasıtasıyla yapılması daha iyi olur kanaatindeyim. 

Yine bu tür haftalar veya günler öğretmen, din görevlisi veya başka meslek grupları için mesleklerini masaya yatırmak için bir araya gelme şeklinde olmalıdır. Her meslek grubu neyiz, nereye gidiyoruz, dışarıda görüntümüz nedir, bu mesleğe görevlendirme yetkisi bizde olsa kendimizi bu mesleğe layık görür müyüz, sorunlarımız nelerdir, bunları nasıl çözmeliyiz, güven ve itibarı sarsan davranış ve görüntülerimiz üzerine bir değerlendirme yapmak şeklinde olmalıdır. Bu değerlendirmeyi yapmak için de toplantı günü gelmeden başkasının gözüyle o meslek grubu nasıl görünüyor üzerine bir çalışmanın yapılıp bu çalışmanın masaya yatırılması yerinde olur. Çünkü ne olduğundan ziyade nasıl göründüğün daha önemlidir. 

Gelelim hutbenin içeriğine. Tümünü değerlendirmeyeceğim. Bugün pek kullanılmayan hademe-i hayrat ifadesi hayra hizmet edenler anlamına gelir. Günümüz din görevlilerinin cami görevlerini imamlık, müezzinlik, hutbe okuma, vaaz verme, camiyi açıp kapama, caminin temiz olmasını temin; cenaze yıkama, kefenleme ve telkin; nişan, nikah vb. etkinliklerde dua etme şeklinde sayarsak, çok geniş anlamda kullanılan, her türlü iyilik ve yardımın genel adı olan hayır kelimesini sınırlandırmış oluruz. Özellikle çoğu camilerin temiz olmaması, tuvaletlerine girilememesi, namaz vakitleri dışında çoğunun kapalı olması, çoğunda mahfilin olmaması, en önemlisi de camilere cemaatin gelmemesi başlı başına bir sorun. Cemaat çekilemiyorsa, temizlik dini olan İslam’ın cami ve müştemilatı yeterince temiz değilse, namaz vakti dışında kapalı ise müftülüklerin ve cami görevlilerinin bu konularda oturup kafa yorması ve çözüm üretmesi gerekir.

Bir diğer husus, alıntıda geçen din görevlilerini “Nebilerin varisleri” şeklinde tanımlayan kısımdır. “Alimler peygamberlerin varisleridir” hadisini biliyorum ama din görevlilerini peygamberlerin varisi şeklinde ifade, boyundan büyük laf etme, cami görevine olduğundan fazla önem atfetme olur. Benzese benzese cemaatin önüne geçip imamlık yapması, hutbe irat etmesi ve vaaz vermesi olabilir diyeceğim ama burada bir mantık hatası var. Çünkü peygamberler tüm bu hademe-i hayratın karşılığını sadece Allah’tan bekleyecek şekilde karşılıksız yapıyordu. Mevcut din görevlileri ise deruhte ettikleri bu görevi maaş karşılığında yapıyorlar. Maaş olmadan kimsenin kendisini camiye hasredip meccanen görev yapması mümkün olmadığına göre cami görevlisi olmayı peygamber mesleğine benzetmek olacak şey değildir. Bugünkü din görevlileri, yaptıkları görevin karşılığını devletten alan diğer kamu görevlileri gibi birer memurdan ibarettir. Hamasete ve haddinden fazla sorumluluk yüklemeye ve bu mesleği olduğundan fazla yüceltmenin kimseye bir faydası olmaz. Böyle yapılırsa da gülünç bir durum ortaya çıkar.