11 Haziran 2023 Pazar

Konya Sanayi Mektebi

II. Abdülhamit zamanında, önce İstanbul’da açılan sanayi mektebi daha sonra diğer şehirlerimizde ve 1901 yılında da Konya’da açılır. Bugün hala ayakta olan bu bina Merkez Bankasının doğusundadır.

Konya Sanayi Mektebi, İstanbul Sanayi Mektebini model alır. Sanayi mektebinde; demircilik, dökmecilik, makinecilik, mimarlık, her türlü maden imalat, ağaç işleri, terzilik, kunduracılık, ciltçilik ve bu derslere ilaveten de fen bilimleri dersleri okutulur.

1901 Eylül ayında açıldığı zaman okulun 1 demir işleri atölyesi, 1 marangozhanesi ve 17 talebesi vardır. 1908'de okulda halıcılık, ip boyacılığı, marangozluk, kunduracılık, demircilik, tesviye, dökümcülük, terzilik, tornacılık, oymacılık, mobilyacılık gibi dersler okutulmuştur.

1915 yılında okulda kunduracılık ve terzilik yanında fanilacılık ve çorapçılık bölümleri de açılmıştır.

1918 yılında okul bir ara kapatılarak eğitim durdurulmuş, çok geçmeden Darü'l- Eytam (yetimler yurdu) öğrencileri ile birleştirilerek aynı binada yeniden açılmıştır. Bu kez yatılı öğrencilerle birlikte gündüzlü öğrenci de alınmaya başlanmıştır.

1922'de okula bir de arabacılık bölümü eklenmiş, okul bir yıl sonra kapatılmıştır. Başlangıçta 4 yıl olan eğitim süresi 1923'te 5 yıla çıkartılmıştır.

Savaş sırasında Sanayi Mektebi'nin atölyeleri ordunun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çalışmalar yapmıştır. Özellikle "Çorap ve Fanila İmalathanesi" gece gündüz çalışarak binlerce fanila ve çorabı cepheye göndermiştir. Savaş yıllarında önemli hizmetleri görülen terzilik, fanila ve çorapçılık, ayrıca ayakkabıcılık ve arabacılık bölümlerinin yerlerini, cumhuriyetten sonra yavaş yavaş demir ve çelik bölümleri gibi yeni teknik şubeler almıştır. Giderek son sistem pulluklar üretilmeye başlanmıştır.

Bina zaman zaman çok amaçlı kullanılmıştır.  1901'de inşaatı yeni bitmiş olan okulda 5 hafta devam eden halı kilim sergisi düzenlenmiştir. 1915 yılında Konya’ya ilk defa getirilen sessiz sinema bu binanın salonlarında başlatılmıştır.

Konya Sanayi Mektebi, Cumhuriyet döneminde de ismi değiştirilerek eğitim ve öğretime devam etmiştir. 1968 yılından 1979 yılına kadar Karatay Lisesi bu binada eğitim ve öğretim yapmıştır.

1979 yılında çıkan bir yangında harabeye dönem bina uzun yıllar kullanılmadı ve atıl bir durumda kaldı.1982 yılında taşınmaz varlık ve Kültür Envanteri olarak tescillenmiştir. Bina restore edilerek İl Özel idareye tahsis edilmiştir.

Günümüzde Konya Valiliğinin ek hizmet binası olarak kullanılmaktadır.

Görüldüğü gibi Konya Sanayi Mektebi uzun yıllar büyük bir ihtiyacı gidermiştir. Bugün bu isimle böyle bir okul yoktur. 

Konya Sanayi Mektebi bugün başka amaçla kullanılmış olsa da sanayi mekteplerinin işlevini eski adıyla endüstri meslek liseleri, yeni adıyla mesleki ve teknik liseler yerine getirmektedir. Konya Sanayi Mektebi de 1960'lardan itibaren Meram Endüstri Meslek Lisesi, bugünkü adıyla Konya Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi adıyla eğitim ve öğretime devam etmektedir. 

Tarihi yönü düşünülerek, günümüzde Konya Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak devam eden okula, Konya Sanayi Mektebi adının verilmesinin daha şık olacağını düşünüyorum.

Not: 1.Konya Sanayi Mektebi ile ilgili bu bazı bilgileri “konyayenigun.com” adresinden yararlanarak istifadenize sundum.

Bazılarının Şansı

Kemal Sunal'ın belediye başkanlığı yaptığı bir filmi var. İzlemişsinizdir hem de kaç kere.

Başkan adayı seçilmesi ilginç.

Yağmurun ne zaman yağacağını bilmesinden dolayı  ermiş kişi olarak birkaç kişi tarafından pazarlanır. Bununla da yetinilmez. Kötürümleri bile iyileştirir vs. 

Başkan seçilir seçilmez çok çalışır. Fahiş fiyatların önüne geçer. Usulsüz iş yapanlara göz açtırmaz. Eşek kesip sığır eti diye satmaya kalkanlara büyük cezalar yazar. Petrolünden birçok esnafa göz açtırmaz. Esnaf ağlayıp sızlasa da geri adım atmaz.

Bir gün, cuma akşamı saat 17.00'de öleceğini rüyasında görünce morali bozulur. Biraz daha yaşayayım, daha gencim dese de rüyasındaki ses, Allah iyi kullarını erken alır şeklinde cevap verir.

Bunun üzerine bundan sonra iyilik yapmayacağına karar verir. 

Çarşıya çıkıp ağır aksak yürüyen birine tekme atar. O da ne? Tekmeyi yiyip yere kapanan iyileşip koşmaya başlar ve Kemal Sunal'a Allah razı olsun, sayende iyileştim diye dua eder. Yapılan duadan Kemal Sunal hoşnut olmaz. Ne kadar da dua etme dediyse de engelli dua etmeye devam eder.

Film bu şekilde devam ediyor. Kısaca filmde Kemal Sunal ermiş kişi olarak pazarlanıyor. Böyle seçilmiş olsa da sahtekar ve menfaatçilerin hoşlanmayacağı bir başkanlık yaparken halkın gözdesi oluyor. Öleceği rüyasında sonra ölmemek için iyilik yapmamaya karar verip gördüğü ilk kişiye tekmeyi yapıştırma da istemeden adama iyilik yapmış oluyor. Güya ne ummuştu ne buldu.

Bizleri ekran karşısında güldüren bu filmden benim anladığım, Kemal Sunal rol icabı iyilik yaparken de kazandı, kötülük yaparken de.

Bu filmden sadede gelmek istiyorum. Filmde işlenen bu sahne sadece filmlere mahsus değil. Bazı insanlar var ki çok şanslı. İster iyilik yapsınlar istek kötülük. Fark etmiyor. İyilik yaparken de kazanıyorlar, kötülük yaparken de. Güzel şeylere imza atınca da Allah razı olsun deniyor, ağzına yüzüne bulaştırsa da. Öldü, bitti dendiği zamanlarda bile bir bakmışsın, üste çıkıveriyorlar. Küllerinden yeniden diriliyorlar.

Bu tipler şanslı mı şanslı. Anneleri bunları Kadir gecesinde doğurmuş, Allah da yürü ya kulum demiş sanki. Yanındakiler de kendisine çalışıyor, rakipleri de dostu da düşmanı da. Rüzgar hep arkalarında.

Bu tipler çok mu maharetliler? Bilmiyorum. Çok mu akıllılar? Bunu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey rakiplerinden çok akıllı oldukları ve daima kazanmak için yola çıktıkları. Ona göre oyun kuruyor ve sonuç alıyorlar. Hiç boşa kürek çekmiyorlar. Oyun kurmada da çok mahirler. En büyük şansları rakipleri. Bu rakipleri olduğu müddetçe de sırtları yere gelmez. Ölüleri onları yener.

10 Haziran 2023 Cumartesi

Bir Ön Yargı Hikayesi

Fakültede okurken iki öğretim görevlisi ile ilgili "Şu ikisinden uzak durun, bunlar tasavvuf düşmanı" gibi sözler öğrenciler arasında servis edilirdi. Tasavvuf ve tarikata dair bir intisap ve yakınlığım olmasa da herkes gibi mesafeli oldum.

Ne kadar mesafeli olmaya çalışsam da bir tanesi danışman hocamdı. Zaman zaman yanına uğramam gerekirdi. Bazen odasında bulamazdım. Tam geri dönerken diğer sakıncalı piyade “Buyur kardeş, ben yardımcı olayım” der ve işimi görürdü.

Fısıltı gazetesinin yaydığı sakıncalı bu iki kişinin gösterdiği ilgi ve alaka, emsallerinde görmediğim kadar o biçimdi. Her yönüyle mütevazı bir kişilik sergilediler. İyi olmalarına rağmen bu iki tasavvuf düşmanından uzak durmalıydım. Dinimi değiştirebilirlerdi ne de olsa.

Dinimi ve mesafemi son sınıfa kadar korudum.

Son sınıfta bu ikiliden bir tanesi tasavvuf dersime gelmez mi? Şu işe bakın. Adam hem tasavvuf düşmanı hem de düşmanı olduğu bu dersi bize anlatacak. Olacak şey değildi.

Euzü çekerek girdim dersine. Diğer hocalar gibi değildi. Derse niye girmedin, niçin geciktin, bak devamsızlıktan sınıfta bırakırım demedi. Yoklama da almıyordu üstelik. Notu da silah olarak kullanmıyordu. Çok candan ve içten ders anlatıyordu. Ayet okuyor, hadis söylüyordu.

Ayet, hadis okusa da çok iyi davransa da bana sağdan yaklaşıyor olabilirdi. Zaten bunlar böyleydi. Beni ancak ayet ve hadisle avlayıp tasavvuf düşmanı yapabilirlerdi. Bu yüzden dikkatli olmam gerekiyordu.

Yoklama almadığı için çoğu kimse dersine girmezken hoşsohbetinden dolayı dersini kaçırmaz, iki vasıta ile ilk dersine yetişirdim. Dersinde, Kuşeyri risalesinden hadislere yer veriyor, peygamberin bir gününü nasıl geçirdiğini ayet ve hadisler üzerinden işliyordu. Akıcı konuşmasına devam ederken bir tarikata mensup olduğunu bildiğim bir öğrenci parmak kaldırarak itirazlarını sürdürdü. Bir böyle, iki böyle devam ederken bir ayet sonrası öğrenci yine parmak kaldırınca, hoca, “Delikanlı, bak ayet okuyorum, hadis okuyorum. Bunların neresine itiraz ediyorsun” dedi. Öğrenci kem küm etmeye çalıştı. Bir şey diyemedi. Sonrasında da bir daha söz almak için parmak kaldırmadı.

Gerçekten bir Müslümanın bir günü nasıl olmalıdır üzerine ayet ve hadisten delil getirmenin neresine itiraz edilebilirdi? Belli ki bu öğrenci de benim gibi bu hocaya karşı önyargılıydı. Ağabeyleri ona “Bu hocanın her şeyine itiraz et” görevi vermişti. Öğrenci kendisine verilen görevi yerine getiriyordu. Bana ne oluyordu? Üstelik bir tarikata mensubiyetim de yoktu.

Gel zaman git zaman anladım ki bana sakıncalı piyade olarak gösterilen bu iki hoca, tasavvuf düşmanı değilmiş. Gerçek sufi ve derviş onlarmış. Atadan kalma evleri olmasa açıktalar. Bu yaşında bisiklet dışında altlarında bir arabaları bile yok. Bana, bunlardan uzak dur diyenler de bir tarikatın mensuplarıymış. Aralarındaki fark, bu iki hoca herhangi bir tarikata bağlı olmadan, kimseden emir almadan bir başına derviş hayatı yaşıyor. Bana uzak dur diyen tarikat mensupları ise emir ve talimatla yaşıyor. Evleri ve son model arabaları var. Dünya nimetlerinden herkes gibi faydalanmaya devam ediyorlar. Gül gibi geçinip gidiyorlar.

Tüm dertleri ayet ve hadisten hareketle züht hayatı yaşamaya çalışanlara karşı organize hareket eden cemaatlerin mücadelesi imiş. Kendi emellerine beni alet etmeye çalışmışlar. Bunu öğrendiğim ve ön yargıdan kurtulduğum zaman ben okuldan mezun olmuştum.