Fakültede okurken iki öğretim
görevlisi ile ilgili "Şu ikisinden uzak durun, bunlar tasavvuf
düşmanı" gibi sözler öğrenciler arasında servis edilirdi. Tasavvuf ve
tarikata dair bir intisap ve yakınlığım olmasa da herkes gibi mesafeli oldum.
Ne
kadar mesafeli olmaya çalışsam da bir tanesi danışman hocamdı. Zaman zaman yanına
uğramam gerekirdi. Bazen odasında bulamazdım. Tam geri dönerken diğer sakıncalı
piyade “Buyur kardeş, ben yardımcı olayım” der ve işimi görürdü.
Fısıltı
gazetesinin yaydığı sakıncalı bu iki kişinin gösterdiği ilgi ve alaka, emsallerinde
görmediğim kadar o biçimdi. Her yönüyle mütevazı bir kişilik sergilediler. İyi olmalarına
rağmen bu iki tasavvuf düşmanından uzak durmalıydım. Dinimi değiştirebilirlerdi
ne de olsa.
Dinimi
ve mesafemi son sınıfa kadar korudum.
Son
sınıfta bu ikiliden bir tanesi tasavvuf dersime gelmez mi? Şu işe bakın. Adam hem
tasavvuf düşmanı hem de düşmanı olduğu bu dersi bize anlatacak. Olacak şey değildi.
Euzü
çekerek girdim dersine. Diğer hocalar gibi değildi. Derse niye girmedin, niçin geciktin,
bak devamsızlıktan sınıfta bırakırım demedi. Yoklama da almıyordu üstelik. Notu
da silah olarak kullanmıyordu. Çok candan ve içten ders anlatıyordu. Ayet okuyor,
hadis söylüyordu.
Ayet,
hadis okusa da çok iyi davransa da bana sağdan yaklaşıyor olabilirdi. Zaten bunlar
böyleydi. Beni ancak ayet ve hadisle avlayıp tasavvuf düşmanı yapabilirlerdi. Bu
yüzden dikkatli olmam gerekiyordu.
Yoklama
almadığı için çoğu kimse dersine girmezken hoşsohbetinden dolayı dersini kaçırmaz,
iki vasıta ile ilk dersine yetişirdim. Dersinde, Kuşeyri risalesinden hadislere
yer veriyor, peygamberin bir gününü nasıl geçirdiğini ayet ve hadisler üzerinden
işliyordu. Akıcı konuşmasına devam ederken bir tarikata mensup olduğunu bildiğim
bir öğrenci parmak kaldırarak itirazlarını sürdürdü. Bir böyle, iki böyle devam
ederken bir ayet sonrası öğrenci yine parmak kaldırınca, hoca, “Delikanlı, bak ayet
okuyorum, hadis okuyorum. Bunların neresine itiraz ediyorsun” dedi. Öğrenci kem
küm etmeye çalıştı. Bir şey diyemedi. Sonrasında da bir daha söz almak için parmak
kaldırmadı.
Gerçekten
bir Müslümanın bir günü nasıl olmalıdır üzerine ayet ve hadisten delil getirmenin
neresine itiraz edilebilirdi? Belli ki bu öğrenci de benim gibi bu hocaya karşı
önyargılıydı. Ağabeyleri ona “Bu hocanın her şeyine itiraz et” görevi vermişti.
Öğrenci kendisine verilen görevi yerine getiriyordu. Bana ne oluyordu? Üstelik bir
tarikata mensubiyetim de yoktu.
Gel
zaman git zaman anladım ki bana sakıncalı piyade olarak gösterilen bu iki hoca,
tasavvuf düşmanı değilmiş. Gerçek sufi ve derviş onlarmış. Atadan kalma evleri olmasa
açıktalar. Bu yaşında bisiklet dışında altlarında bir arabaları bile yok. Bana,
bunlardan uzak dur diyenler de bir tarikatın mensuplarıymış. Aralarındaki fark,
bu iki hoca herhangi bir tarikata bağlı olmadan, kimseden emir almadan bir başına
derviş hayatı yaşıyor. Bana uzak dur diyen tarikat mensupları ise emir ve talimatla
yaşıyor. Evleri ve son model arabaları var. Dünya nimetlerinden herkes gibi faydalanmaya
devam ediyorlar. Gül gibi geçinip gidiyorlar.
Tüm
dertleri ayet ve hadisten hareketle züht hayatı yaşamaya çalışanlara karşı organize
hareket eden cemaatlerin mücadelesi imiş. Kendi emellerine beni alet etmeye çalışmışlar.
Bunu öğrendiğim ve ön yargıdan kurtulduğum zaman ben okuldan mezun olmuştum.
Yorumlar
Yorum Gönder