Ana içeriğe atla

Mutluluğun Yolu

Bugün 60'ı devirip 61'den gün aldım. Acı tatlı günler geçirdim. Derlenip kederlendim. Zaman zaman zevkten dört köşe oldum. Düşe kalka bugüne geldim. Gördüm ki geçmez dediğim günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalamış ve 60 yılı geride bırakmışım.

Her yeni gün dünün muhasebesini yapmak gerektiği gibi her geride bırakılan yılın da muhasebesini yapmak gerektiğini düşünüyorum. 

Geriye dönüp baktığımda yapmasaydım dediklerim, bugün olsa yine yaparım dediklerim gözümün önüne geliyor. Pişmanlıklarım var ve iyi ki yapmışım dediklerim var, bir de nötr kaldıklarım. Bir hayat mücadelesi içerisinde olası her şey var. İniş, çıkış, rutin hayat, sevinç, keder, hayattan zevk alma ve almama...

Hayatımın içinde slogan, hamaset ve İslamcılık dönemi var. İslam’la yattım. İslam’la kalktım. Referansım hep İslam, ayet, hadis, İslam tarihi oldu. Savunduklarımda samimi idim. Yeter ki attığım sloganlar ve ayaklarım yere basmadan yansıttığım hamaset; adalet dağıtacağına, huzur ve mutluluk getireceğine inandığım İslamcılık yeryüzüne hakim olsun, herkes görsün ve bilsin düşüncesini taşıdım.

Geldiğim nokta itibariyle teoride mükemmel görünen savunduklarımın uygulamada içi boş birer hamaset olduğunu yaşayarak, görerek öğrenmiş oldum. İslam diye bilip anlattıklarımın çoğunun hurafe ve öğretilmiş ezberler olduğunu gördüm. Nicedir lügatimde slogan ve hamasete yer yok. Her gördüğüm sakallıyı amcam görmüyorum artık.

Geldiğim nokta, toplumda ve çevremde karşılığı olmayan bir nokta. Ya ikna kabiliyetim yok ya geldiğim nokta yanlış ya da karşımda beni anlamayan koca bir duvar var. Buna da üzülmemek elde değil.

Bu geldiğim noktadan kurtulabilmek en büyük gayem. Ne zaman ki kurtulurum, işte o zaman mutluluğuma diyecek olmaz.

Başarabilirsem, geri kalan ömrümü mutlu olarak geçirmek isterim. İşte reçetesi:

Uydum imama der gibi uydum kalabalığa demek. Kalabalık derken her gördüğüm kalabalığa değil, güce dayanan ve sesi gür çıkan kalabalığa.

Kendi fikrim, zikrim ne varsa dışa yansıtmamak, içeride saklamaktır. Kahrolsun benim fikirsiz, ferasetsiz ve basiretsiz fikrim.

İtirazıma itirazım olacak.

Büyüklerimin, etkili ve yetkili kişilerin her yapıp ettiğinde ve dediğinde bir hikmet aramak.

Görmemek, işitmek ve tepki vermemek. Neyi, nasıl görmem gerektiğine dair üstatlarından ders almak. Bir nevi üç maymuna oynamak.

Eleştirinin yapıcı olanına dahil asla geçit vermemek.

Hikmetin sual olunmaz büyüklerim bir erkek deveye dişi diyorlarsa, o deveyi dişi kabul etmektir. (Bu erkek devenin dişi kabul edilmesi tek taraflı değildir. Her tarafın erkek devesi dişidir. Her iki kesimin de bu konuda piri Muaviye’dir.)

Hep hayal aleminde yaşamak ve ayaklarım yere basmamak.

Göreceksiniz gökte aradığım huzur ve mutluluk kendiliğinden tıpış tıpış ayağıma gelecektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde