1 Mayıs 2023 Pazartesi

Böyle Çay Ocakları da Var

Pazar günü Balık Hali'ne giderken karşı kaldırımda uzun süredir görmediğim bir yakınımı gördüm. Ayaküstü hoşbeşten sonra yürümeye başladık.

Yürüyüş yapıyormuş. Mevlana Kültür Merkezi civarından çıkıp Konya Lisesinin önüne gelmiş. Mezun olduğu okulu seyredip evinin yolunu tutmuş. 

“O zamanlar Gazi Lisesi idi buranın adı. Evim Ziya Barlas’ta idi. Oradan buraya yürüyerek gidip geldim okul boyunca her gün” dedi. Dediği mesafe nereden bakarsanız, 6-7 km’lik bir mesafe. Şimdiki nesil bir km’lik mesafeye ailesi servisle gönderiyor dedim.

Vaktin varsa bir çay ocağı bulup çay içelim dedim. Balıkçı Hali'nin etrafını dolaştık. Bir yer bulamadık. Şurada vardır, burada vardır derken Larende Caddesine çıktık. Hem yürüyor hem de sağlı sollu çay ocağına bakıyoruz.

Sonunda camında çayevi yazan bir çay ocağı gözümüze ilişti. Oraya doğru yöneldik.

Çayevleri tam bana göreydi. Çay içmek için kafe ve lüks yer aramam. Mecbur kalmadıkça girip çay içmem. Tercihim hep esnaf çay ocakları olur. Çünkü çayları hep tazedir. Fiyatları makuldür. İstemeden kolay kolay çay getirmezler. Bazıları bir şey ister misiniz diye sorar. İçmezsen de çay vermez. İçtiğimiz çay adedini yazmazlar. Kaç çay içtiğimizin hesabını biz tutarız.

Geçip oturduk. 

Oturur oturmaz, çaycı kapıdan iki çayla göründü. Getirip önümüze koydu.

Çay ocağında çay içilir ise de sahibinin çay getirmeden ne alırsınız demesini beklerdim. 

Öyle ya belki ıhlamur içeceğim belki su isteyeceğim belki kahve isteyeceğim belki çayın yanında su da isteyeceğim. 

Garibime gitse de çayımızı içtik. Yakınıma bir daha içelim mi dedim. "Gerek yok, çaylar iyi değil" dedi. 

Ağzımızı bozan çayın bozukluğu daha ağzımızdan geçmeden, aradan bir beş dakika geçmeden ve bir daha içer misiniz demeden ilk çayın garipliği gitmeden ikinci garipliği gördük. İki çay daha getirdi çaycı. 

Biz çay istemedik, çayın da iyi değilmiş demedik. İçimiz, bana düşmanlığın ne? Dünya kuruldu kurulalı dünya böyle eziyet görmedi dercesine önümüze konan çayı istemeden dudağımıza götürdük. 

İçtiğimiz boşları almaya gelince yakınım çaycıya çay parasını sordu ödemek için. Ondan önce davranarak parayı uzattım. Beş lira imiş çayın bardağı. 

Ardından bir beş dakika geçmeden ve yeni bir çay daha gelmeden kalktık. Mecbur kalıp biraz daha otursaydık, her beş dakikada bir çay geleceğine göre kaç çay içerdik, midemizin durumu ne olurdu, beheri beş liradan kaç lira hesap öderdik bilmiyorum.

Çıkınca, acaba bir sabahçı kahvesine mi girdik diye dönüp tekrar baktım. Çay evi yazıyordu. (TDK’ye göre çayevi şeklinde bitişik yazılmalıdır ama neyse. Tabelalarda Türkçe katliamı çoktur.)

Sabahçı kahvesi de ne diye bu adı ilk defa duyanınız olabilir. Şimdilerde kaldı mı bilmiyorum. Eskiden bazı bölgelerde sabaha kadar açık olan kahvehaneler olurdu. Yatacak yeri olmayan ya da bir mecburiyetten dolayı beklemesi gerekenler soluğu bu tür kahvehanelerde alırdı. Uyumasınlar diye her beş dakikada bir çay getirirmiş kahvehane sahipleri. Pahalı diye bir otele gitmeyenler sabaha kadar kaç otel parasını çaya verirlerdi, bunun da hesabını siz yapın.

Biz hesaptan anlamayız. Merak ettik bu çayevini. Bir de biz gidelim derseniz, buranın adresini seve seve veririm. Siz yeter ki kendinizi yakmak isteyin. Yalnız fazla merak iyi değildir.

Tercihli Oy Sistemi Niçin Düşünülmüyor?

Özal zamanı sanırım, 91 genel seçimleri olsa gerek. Tercihli oy pusulası vardı. Bir seçim bölgesinde kaç vekil çıkacaksa, partilerin üstte amblemi, alt tarafta iki katı vekil adayına yer verilmişti. Seçmen hangi partiye oy verecekse, listedeki adaylardan birine tercih mührünü bastı. O seçim bölgesinde en fazla oy alan kişiler seçmenin tercihiyle vekil seçilmişti. Bir de kontenjan adayı vardı ki o seçim bölgesinde en fazla toplam oy alan parti kontenjandan bir vekil çıkarmıştı. 

Bu tercihli oy sistemine göre listenin ilk sırasındaki adayla son sırada yer alan aday eşit şartlara sahipti. Listenin başındaki seçilemezken listenin orta veya sonundaki aday vekil seçilme ihtimali vardı. 

Bu tercihli oy sistemi bir defa uygulandı. Arkası gelmedi. 

Aslında bu tercihli oy sistemi devam etmeliydi. Çünkü bu sistemde aday tercih edildiği için liste daha bir önem kazanıyor ve bölgesinde sevilip sayılan kişi kendi bileğinin hakkıyla vekil seçilebiliyordu. Öyle zannediyorum, genel başkanların işine gelmedi ve bir daha uygulanmadı. Çünkü bizde hangi partide olursa olsun, aday adaylarını listeye almada ve liste sıralamasında genel başkanlar tek yetkili. Liderler istediği kişiye listesinde yer veriyor. Tercih ettikleri adayın vekil olup olamayacağını sıralamadaki yerinden de anlaşılabilir. Liderler bu inisiyatifi adaylara bırakmadı. Çünkü bu inisiyatifi vermek demek lider sultasının sallanması demekti. Değilse tepki çeken adaylara listenin başında nasıl yer verebilsinler.

Bir defa uygulanıp arkası gelmese de bu sistem liderlerin işine gelmese de Türkiye bu tercihli oy sistemini yeniden düşünüp aksayan yönleri giderdikten sonra siyasi hayatımıza yeniden kazandırmayı ve sürekli hale getirmelidir. 

Seçim sistemiyle ilgili bir yenilik daha yapmamız gerekiyor. Mevcut seçim sistemine göre ülke barajını aşamayan bir parti vekil çıkaramadığı gibi oyları da o bölgede en fazla oyu olan partiye gidiyor ve en fazla oy alan parti, kendisine verilmeyen oylarla vekil çıkarma imkanına kavuşuyor. Biz buna da demokrasi diyoruz.

Halkın tamamının verdiği oyun Meclise yansımaması demek olan bu sistem değiştirilmelidir. Hiçbir parti kendisine verilmeyen oyla bedavadan vekil çıkaramamalı. Halkın tamamının iradesi Meclise yansısın isteniyorsa, -ki öyle olmalıdır- seçim barajı, bir sınır olmadan tümden kaldırılmalıdır. Bu mümkün değilse, barajı aşamayan partinin oylarının hangi partiye gitmesi için baraj altı kalan partinin resmi tüzel kişiliğine sorulmalıdır. Hangi partiye diyorsa, oylar o partinin hanesine yazılmalıdır. Bu da mümkün değilse, baraj altı kalan parti kaç vekil çıkarıyorsa, Meclis o kadar eksik vekille açılmalı. Mesela 8 vekil kadar oy aldı. Mecliste 600 değil, 592 vekil olmalı. Bu da olmaz denirse, eksik vekiller için ilgili seçim bölgelerinde ara seçime benzer, kısmi bir seçim yapılmalıdır. İkinci seçimde en fazla oy alan partilerden vekil seçilmelidir. Anlatmak istediğim her parti aldığı oy oranına göre Mecliste o kadar vekil ile temsil edilsin.

Açık Lise Online Sınavları

Online sınavlarla pandemi ile birlikte tanıştık. Belli bir süre zorunluluktu diyelim. Pandemi geçmesine; maske ve mesafeler kalkmasına, artık bulaşı riski kalmamasına rağmen açık lise sınavları halen online yapılıyor.

Online sınavlarda kamera yok, gözetmen yok, yapılacak sınavın belirli bir saati yok. Sınava kayıtlı aday mı giriyor, başkası mı onun yerine yapıyor, burası muamma. Bilinen bir gerçek var ki birçoğunun sınavını birkaç kişi birden birlikte yapıyor ya da hangi dersten kim daha başarılı ise o sınava o kimse giriyor.

Öyle zannediyorum, açık lisede okuyan öğrencilerin çoğu bu sınav şekliyle yani sınava başkasının girmesiyle başarılı olup dersleri  geçiyor ve mezun oluyor.

Çalışmadan, online sınava bir başkası girerek yapılan bu sınav türüyle olsa gerek, açık liseye örgün eğitimden çok sayıda geçiş var. Eskiden de vardı bu geçişler. Özellikle üniversite hedefi olup kurs veya etüt merkezlerine giderek daha fazla ders çalışma imkanı bulmak isteyen 11 ve 12. sınıf öğrencileri arasında kısmi bir geçiş olurdu.

Son üç yılda açık lise öğrenci sayısının 205 bin 88 arttığı, 2020-2021 öğretim yılında açık lise öğrenci sayısının 1 milyon 566'ya ulaştığı göz önüne alınırsa, hedefi olsun veya olmasın, kolay yoldan lise mezunu olmak isteyenler için online sınavı olan açık lise çok cazip geliyor.

Pandemi kalkmasına ve online sınavlarda kopya ayyuka çıkmasına rağmen devletin hala online sistem sınavından vazgeçmemesi, çocuklar mezun olsun, istatistiklerde lise mezun sayısı artsın da nasıl artarsa artsın mantığı güttüğü anlaşılıyor. Zira akla da başka bir şey gelmiyor. 

Nasıl ki mülakatlar demek torpil olarak anlaşılıyor ve bu tepkiden dolayı devlet mülakatı kaldırmaya hazırlanırken online sınav demek kopya çekmek anlamına gelmesine rağmen devletin bu sınav türünü ihmal etmesi, kurum ve kurallarıyla oturmuş olması gereken bir devlete yakışmıyor. 

Bu sınav türü bir zamanlar ortaokul ve lise sınavlarını dışarıdan bitirmeye benziyor. Hakkıyla dışarıdan ortaokul ve lise bitiren öğrencileri istisna edersek, bu dışarıdan bitirmelerde büyük paraların döndüğü, sınava giren öğrencilere soruların verildiği, nicelerinin para karşılığında diploma aldığı bir gerçektir. 

Burada çocuklarımız varsın mezun olsun denebilir. Kimsenin lise ve üniversite bitirmesine sözümüz olmaz. Hatta lise ve üniversite mezunu ne kadar artarsa, okumuş insan gücüyle ancak mutlu oluruz. Yalnız bu mezuniyetler hak ederek olmalı. Bugün örgün eğitimde okuyan çocukların hakkını korumak ve haksız rekabeti teşvik etmemek lazım. Bu durumu bilen bir örgün eğitim öğrencisinin adalete güveni kalmaz. Hiçbir çocuğun adalete olan güvenini sarsmaya hakkımız olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca hak etmeden kopya yoluyla lise bitiren kişilerin adalet duygusuna ne derece güvenilir. Yarın biz bu çocuklara adalet duygusunu nasıl aşılayacağız, onlardan her konuda adil olmalarını nasıl isteyeceğiz.

İnanın, okumasını doğru dürüst bilmeyen nicelerinin, sınavlarını başkaları yaparak mezun olduklarını biliyorum ve bu duruma üzülüyorum.

Ne olur, bu yanlıştan ve ihmalden bir an evvel vazgeçelim. Ülkeye daha fazla kötülük yapmayalım. Örgün eğitimde okuyan çocukların haklarını koruyalım. Kendi ellerimizle kopyayı meşrulaştırmayalım.