1 Nisan 2023 Cumartesi

Farklılıklar Zenginliğimiz midir?

İslam tek olmasına rağmen İslam'ı farklı yorumları diyebileceğimiz çokça siyasi, itikadi, fıkhi mezhepler ve tasavvufi yorumlar vardır. Hepsinin çıkış noktası da Kur'an ve sünnet temellidir. Ayet ve hadislerden çıkarılan hükümler ve bu çerçevede verilen fetvalar sonrasında farklı farklı mezhepler ortaya çıkmıştır. Zaman zaman birbirlerinin görüşlerine karşı çıkılıp sert mücadeleler yapılsa da mezhepler varlığını geçmişten günümüze sürdürmüştür.

Günümüzden bakınca, mezheplerin isabet eden görüşleri olduğu gibi isabet etmeyenleri de vardır. Mezhepler dinin kendisi olmadığı için bir mezhepteki isabet eden bir görüşü diğer mezhep müntesipleri alıp uygulayabilmektedir. 

Mezhepleri tasnif ederken bazıları hak ve batıl  mezhepler şeklinde tasnif etse de her mezhep mensubuna göre kendi mezhebi haktır.

Bazıları İslam tek olmasına rağmen bu kadar değişik mezhebe anlam vermezken işin erbabı, bu farklılığı "İslam'daki fikir, inanç ve görüş zenginliğinin bir gereği olarak açıklar. Bunu da hoşgörü çerçevesinde değerlendirir. Ayrıca çeşitli mezheplerin uygulamada kolaylık sağladığını belirtir. Yine mezhep çeşitliliğinin bölge ihtiyaçlarından, farklı coğrafya şartlarından, mezhep imamlarının ölçü aldığı delillerden ve temel kaynaklara ulaşmadan, birden fazla anlama gelen kelimelerin yapısından, siyasal olaylardan, anlama ve yorumlama kapasitesinden kaynaklandığını dile getirirler. 

Anlatmak istediğim, İslam’da hoşgörünün; fikir, inanç, kanaat ve ifade hürriyetinin olduğu, farklılıkların ve farklı düşünmenin Müslümanların zenginliğini gösterdiği, birbirinden farklı mezheplerin de buna verilebilecek en güzel örnek olduğudur.

Konuşurken ve anlatırken bu zenginliklere işaret ederiz ama uygulama nasıl? Bu konuda sınıfta kaldığımızı söyleyebilirim. Çünkü farklı fikirlere tahammül yok. İstenen tekdüze olmaktır. Farklı fikri söylemenin önünde bir engel yok. Eleştirinin de hakeza. Şayet dışlanmayı, ayıplanmayı, mimlenmeyi göze alırsan, o başka. Bu durum bazı öğretmenlerin “Sınavımda kopya çekmek serbesttir. Yakalanmamak şartıyla” sözüne çok benziyor. Evet, bu topraklarda farklı düşünebilirsin. Zira çeşitliliktir. Ama bu çeşitliliği ifade etmek yasaktır. Sonucuna katlanmak şartıyla bu da serbesttir. Ama başına neler gelebileceğini baştan kestirmek zordur. Bedel ödemeyi göze alan, eleştiri yolunu rahatça kullanabilir.

O yüzden ağrımaz başın ağrımasın ve yalnızlığa terk edilmek istemiyorsan, aykırı görüşten, hoşnutsuzluktan ve farklı fikirden uzak durmakta fayda vardır. Bunun için tek yapabileceğin, uydum kalabalığa deyip sesi gür çıkanların kollarına kendini teslim etmektir. Kim düşünürse düşünsün, bana ne demektir. İlla düşüneceğim dersen, düşünülüp servis edilen düşünceyi özümsemek, bu benim görüşüm ve çizgim demek, ben çizgimi hiç değiştirmedim demek, bu devirde yapılacak en akıllıca hareket sanki. Kalabalık sana uymuyorsa sen kalabalığa uyacaksın. Aynı şekilde zaman sana uymuyorsa, sen zamana uyacaksın. Farklı düşünüp sap gibi orta yerde kalmak iş değil. Zira üç günlük dünyada rahatından ödün vermeye ve rahatını bozmaya değmez.

Vebalı Muamelesi Yapmanın Akıbeti (2)

Buradan HDP (Halkların Demokrasi Partisi)’ye gelelim. Çünkü dışlanan bir parti de budur. Milli Görüş dinci, fanatik ve radikal bir parti olarak dışlanırken bu parti de terör partisi olarak görüldü ve dışlandı.

Bu parti 91 seçimlerine SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Partisi) çatısı altında girerek ilk defa Mecliste 18 vekil ile yer aldı. Bir zaman bağımsız vekil olarak Meclise bile girdiler.

Bugüne kadar tıpkı Milli Görüş partileri gibi HEP, DEHAP, HADEP gibi değişik adlar altında ne kadar parti  kurdularsa terörle bağını kesmediği ve terörün odağı gerekçesiyle yüksek mahkeme tarafından kapatıldı. Bu partilerin vekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı, kimi hapse gönderildi. Yani siyaseten, hukuken bu zihniyetle mücadele edildi.

Bugün HDP adıyla aynı çizgisini devam ettiren partinin kazandığı belediye başkanlıkları düşürülerek yerine kayyum atandı.

Yine bir kapatma davasıyla karşı karşıya kalan bu partinin yüzde on barajını aşamama riski kalmadı. Bugün Meclisin üçüncü büyük partisidir.

Vekil yönünden üçüncü büyük parti olmasının yanında bu parti, yeni hükümet sisteminde kilit parti durumunda. Bu partinin seçmeni hangi ittifaka yönelirse o ittifakın seçimi kazanacağı yüksek perdeden konuşuluyor.

Görünen o ki ne yapılırsa yapılsın, hangi yollar denenirse denensin, öcü gibi gösterilen Milli Görüş partileri yok edilemediği gibi Kürt partisi ya da terörle bağını kesmemiş parti olarak bilinen HDP de yok edilemeyecektir.

Geldiğimiz nokta itibariyle dışlanan iki zihniyetin biri yıllardır bu ülkede iktidar ve söz sahibi, diğeri de iktidarı belirleyecek kilit parti konumuna yükseldi.

Beğensek de beğenmesek de siyasi yelpazede uçta yer alan bu iki çizginin tabanı olduğu müddetçe bu partiler ve zihniyetleri yok edilmeyecektir. Siyaset arenasında hep var olacaklardır. Bu ayrıştırıcı, ötekileştirici ve vebalı muameleyle bu partiler büyümeye devam edecektir.

Bugün HDP’ye ve bu partiye yaklaşanlara karşı izlediğimiz dışlayıcı politikaya imza atanlar, Milli Görüş zihniyeti ile yaptıkları mücadelelerinin bu partiyi büyüttüğünü, aynı yoldan gittikleri takdirde HDP’yi de büyüteceklerini akıllarından çıkarmamalılar. En azından ötekileştirici dili terk ederek rakipleriyle mücadele için başka yollar denemelidirler. Çünkü RP gerçeğinde görüldüğü gibi dışlayıcı siyaset bir zihniyeti küçültmüyor, yok etmiyor. Hazırında büyütüyor. Bundan ders almak isteyenler HDP ile mücadele etmek istiyorlarsa, ötekileştirici-toptancı anlayıştan ziyade suçun bireyselliğini ön plana çıkararak suç işleyen partiliyi adaletin huzuruna çıkarıp ceza almasını sağlamalarıdır. Belki de bu partiyi normalleştirmenin yolu, dışlamaktan ziyade içlerine veya yanlarına alarak kontrol etmek ve aşırılıklarını törpülemektir.

Dışlamaya verebileceğim bir örnek de bugün küçük bir parti olsa da 2000 öncesi adından sıkça söz ettiren ve devlet tarafından terör örgütü kapsamına alınan Hizbullah adlı örgüt ile bağı olduğu söylenen Hüdapar isimli partinin de dışlanmasını Milli Görüş partileri ve Kürt menşeli partiler gibi değerlendirebiliriz. 

Vebalı Muamelesi Yapmanın Akıbeti (1)

Baştan söyleyeyim. Amacım siyaset yapmak, bir partinin lehine veya aleyhine olmak değil, bir tespitte bulunmak, bu tespitte hareketle siyaset yapan partilerimize geçmişten ders çıkarmalarına yardımcı olmaktır.

Bu girişin ardından gelelim sadede.

Doksanlı yılların parlayan partisi Refah Partisidir. Yani baba Erbakan’ın başını çektiği Milli Görüş hareketidir.

80 öncesi küçümsenen bu parti, merkeze yön verenler tarafından dini siyasete alet ediyor, bunların amacı teokratik bir düzen kurmak ve şeriatı getirmek şeklinde görüldü. Bu partiye ve destekçilerine mürteci, gerici gibi yaftalar yapıştırıldı.

80 ihtilalinin ardından yapılan 82 Anayasası ile koalisyonlara geçit vermemesi ve RP gibi uç partilerin Meclise girmemesi için yüzde on barajı getirildi.

90’lı yıllara kadar baraj altı kalan bu parti, 91 yılında baba Türkeş’in genel başkanı olduğu MÇP (Milliyetçi Çalışma Partisi) ve Aykut Edibali’nin partisi IDP (Islahatçı Demokrat Parti) ile ittifak yaparak Meclise girdi.

Bu üçlü ittifak, toplam 60 vekil ile Mecliste partilerini temsil etti. RP Meclis çalışmalarıyla adından çokça söz ettirdi. Halkın teveccühünü aldı. 94 mahalli seçimlerinde Meclisin 4.partisi olmasına rağmen en fazla ilin belediye başkanlığını kazandı.

95 genel seçimlerine giderken DYP genel başkanı Tansu Çiller ve ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz tarafından bu parti vebalı ilan edildi. Miting meydanlarında halkı RP ile korkuttular. Seçimin ardından kurulacak koalisyon hükümetinde bu partiye yer olmadığını, hükümeti kuracak oyu alanın bu partiyle koalisyon kurmaması, bunun sözünün seçimden önce partiler tarafından verilmesi gerektiğini seçim meydanlarında ve TV ekranlarında işlediler ve bunun sözünü de verdiler. Çünkü onlara göre RP tehlikeli bir partiydi. Asker ve ülkenin derin devleti de aynı düşüncede idi. Kısaca gerilimi yükselttikçe yükselttiler.

Vebalı ilan edilen bu parti 95 seçimlerinden birinci parti çıktı. Yanlış hatırlamıyorsam, 158 vekil ile Meclise girdi. Kimse bu partiyle koalisyona yanaşmadı. En büyük parti olmasına rağmen Ana-Yol koalisyonu kuruldu. Fakat bu hükümetin ömrü üç ay sürdü. Erbakan ANAP ile koalisyon çalışmaları yürütürken araya birileri girerek bu koalisyonu önledi. DYP ile Refah-Yol hükümeti kuruldu. Bu koalisyonun ömrü de 11 ay sürdü. Çünkü 28 Şubat postmodern darbesi oldu. Ardından Ecevit başkanlığında üçlü-dörtlü azınlık hükümeti kuruldu. RP irticanın odağı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Sonrasında kurulan FP (Fazilet Partisi) de muhalefette olmasına rağmen aynı gerekçe ile yüksek mahkeme tarafından kapatıldı. Kısaca 2000 öncesinin partileri, asker, yargı, derin devlet, basın, Milli Görüş’e vebalı muamelesi yapmıştır. 28 Şubat darbesiyle bu düşünceyle mücadele etme kararı verildi ve bu süreç 1000 yıl devam edecekti. Bu süreçte ilk defa MGK, terörle mücadeleyi ikinci plana iterek bu zihniyeti yani irticayla mücadeleyi tehlike sırasında ilk sıraya aldı.

Sonuçta MNP-MSP-RP ve FP ismiyle siyasetimizde yer alan Milli Görüş çizgisi, 2001 ekonomik krizinin ardından yapılan seçimde aynı çizgiden gelen AK Parti, büyük bir çoğunlukla tek başına iktidara geldi. 2002 yılından 2023 yılına kadar bu çizgi beş dönemdir bu ülkede iktidardadır. Kısaca 90 yılların sakıncalı piyadesi ve vebalı partisi bu ülkede tek söz sahibi. Bu zihniyeti yok etmeye çalışanlar, bu zihniyeti yok edemedikleri gibi dışlaya dışlaya daha da büyüttüler. Geldiğimiz nokta itibariyle kimse Milli Görüş çizgisinden korkmuyor. Hatta öyle zamanlar geldi ki bu parti her iki seçmenden birinin oyunu aldı. Kısaca birilerinin saldığı korku fayda sağlamadı, korkunun ecele faydası olmadı, yaptıklarıyla topuklarına sıktıkları gibi bu ülkeyi isteyerek veya istemeyerek bu zihniyete teslim ettiler.