29 Ocak 2023 Pazar

Ne Yazayım?

Bir zamanlar şu konuyu mu yazayım, bu konuyu mu yazayım der, konu sıkıntısı çekmezdim. Yeter ki araba sürmeyeyim yeter ki bir başına olayım yeter ki kuytu bir yer bulayım. Başlardım aklıma geleni yazmaya ya da başlık olarak kaydettiğim konulardan birini açar, yazardım.

Bu şekil yaza yaza bugüne kadar 2015 yılı Aralık ayından bu yana blogumda kayıtlı 3.854 yazım olmuş. Çoğu da cep telefonu marifetiyle yazdıklarım. Aşağı yukarı her telden yazmışım.

Geldiğim an itibariyle konu bulmada zorlanıyorum. Hiç bu duruma düşmemiştim. Düşünüyorum düşünüyorum, aklıma bir konu da gelmiyor. Harç bitti ise inşaat paydos da diyemiyorum. Zira yazmayınca içimde bir boşluk hissediyorum. Anlatacağı konuyu hatırlayamayınca kürsüden inmek aklına gelmeyen Nasrettin Hoca gibiyim şu an. Zira inmek de işime gelmiyor.

Ne yapar ne ederim bu durumda? Size ne yazayım diye sorsam, pek lazımdı diyeceksiniz. Zaten yazılarıma karşı adı konmamış bir rezerviniz var.

Aslında tüm mesele siyasi yazmayayım diye kendime sınırlama getirmemde. Çünkü birileri siyasetin s'sini görür görmez nem kapıyor. Hoş, siyasi olmasa da bu yine ne demek istedi? Bu imasının altında bir hinlik olabilir diye nem kapıyor, niyetimi okuyor.

Hasılı, 

Siyasi yazsam, siyasi yazıyorsun deniyor.

Toplum bozuldu desem, bu hükümetten önce yok muydu deniyor. (Sanki sadece bu hükümeti kasteden var gibi) 

Ekonomi şöyle desem, eskisi pek mi iyiydi deniyor. 

Yağmur yağmıyor, kış geçiyor, kar görmedik desem, suçlu hükümet mi deniyor.

Belediye otobüsü gecikti desem, belediye üzerinden hükümete eleştiri getiriyorsun deniyor.

Yürüyüş yazsam, kendini dağa taşa mı verdin deniyor.

Şu ürün çok pahalı desem, uzun kuyruklar beklediğin günleri ne çabuk unuttun deniyor.

Yani yazdığım her konu maalesef siyasete çekiliyor. 

Tamam, nem kapma ve niyet okumaları var ama her şeyi siyasetle irtibatlandıranlara da bir şey diyemiyorum. Zira bizim her şeyimiz siyasete bağlı. Siyasete bağlamasak da hayatın bir anlamı olmuyor. Çünkü içimiz dışımız siyaset. İyi ki siyaset var. Değilse biz kendimizi nasıl avutacaktık nasıl vakit geçirecektik.

Gördüğünüz gibi konu sıkıntısı çekiyorum. Bu, geçici mi, kalıcı mı, bunu da zaman gösterecek.

Ne Kanalım Ne Kandıralım

Hakimlik, avukatlık ve savcılık yargılamalarda olmazsa olmaz mesleklerdir. Buna yargı sistemi sacayağına benzer diyebiliriz. Biri olmadan yargılama eksik olur. Çünkü biri zanlı hakkında iddianame hazırlayacak, diğeri zanlıyı savunacak, öbürü de iddianame ve savunmayı değerlendirip millet adına karar verecek. Hasılı her meslek gibi bu meslekler de önemli ve gereklidir.

Sacayağından ibaret bu mesleklere dair bilgim, dışarıdan gözleme dayalı. İç işleyişlerini ve hallerini bilmem. 

Her meslekte olduğu gibi bu mesleklerin hakkını veren binlerce bu mesleğin erbabı var. Yine her meslekte olduğu gibi bu mesleklerde de mesleklerinin hakkını veremeyenler var. 

Hakim ve savcılar halkla seviyeli bir ilişki kurduklarından dolayı bunlar mesleklerine pek halel getirmiyorlar. Avukatlar ise halkla iç içe ve suçlanan kişilerle haşır neşir.

Bu yazımda hakim ve savcıları bir tarafa bırakarak avukatlık mesleği üzerinde duracağım. Avukatların da hakim ve savcı gibi birçok imtiyazlara sahip olduğunu biliyorum. Avukatların içerisinde görevini  yapan, yaptığı göreve halel getirmeyen binlercesi var. Maalesef her meslekte olduğu gibi bu meslek erbabı içinde de çürükleri var.

Beni bu yazıya iten de akşam aldığım bir telefon. Kardeşi yurt dışında yaşayan bu kişi, kardeşini sınıf arkadaşı bir avukatla tanıştırır. Avukat ona seni Türkiye'den de emekli yaparız. Benim şu anda şu kadar paraya ihtiyacım var der. Müvekkil de avukatın istediği parayı verir. Sonra bir daha ister. İkinci borcu verip vermediğini, ilk parayı elden mi yoksa banka aracılığıyla mı gönderdi bilmiyorum. Bildiğim, borç olarak verilen paranın EURO cinsinden çok yüklü olduğunu söyledi telefondaki arkadaş. Bir, iki ev parası dedi. Orta yerde ne emeklilik başvurusu var ne emekli etme var ne böyle bir irade. Belki vekalet bile yok. Birçok evrak düzmece olarak hazırlanmış. 

Burada müvekkilin abimin arkadaşı diye avukata borç vermesi çok safça bir hareket. Nedense bana denk gelmez böyleleri. Avukat da anasının gözü anlaşılan. Gurbetçinin dişinden, tırnağından artırdığını bir emeklilik hayali yüzünden iç etmiş. Tamam, gurbetçi saf olmaya saf. Avukat etiketi olan birinin böyle bir şeye tevessül etmesi garip. Halbuki avukatın alacak verecek adına alacağı, vekalet ücretinden ibaret. Haydi bu ücreti biraz fazla istesin. Emekli edersem, şu kadar paranı alırım desin. Müvekkilinden borç istemek de neyin nesi? Böylesi alavereyi de yeni duyuyorum. Telaffuz edilen parayı da avukatın ödeyebilmesi mümkün değil. 

Şimdi bu olup bitenden sonra bu gurbetçi herhangi bir kişiye nasıl güven duysun. Merak ediyorum, üç beş kuruş vurmak için insanın kendisini ve mesleğini bu şekil lekelemesi nasıl izah edilebilir? İnsan sınıf arkadaşına bunu nasıl yapar? Maalesef güven esasına dayalı alavere böyle oluyor. Bu tür darbeler de nedense hep tanıdıklara vurur. Değilse tanımadığı birini nasıl kandırabilsin.

Elbette bu avukatın yaptığı bireysel bir dolandırıcılık. Diğer avukatları bağlamaz.

Konu avukatlık tan açılmışken balta birçok şey ne konuşulmadığı için bazı avukatlar hakkında bizi yedi bitirdi şeklinde serzenişler de oluyor.

Yine bir avukattan duyduğum bir şeye de burada değinmek isterim. CMUK gereği sanığın veya zanlının ifadesi alınacağı zaman kişinin avukatı yoksa BARO’dan avukat çağırılıyor. Bu avukatın parasını da devlet veriyor. Buraya kadar sorun yok. Sorun, sanığın veya yakınlarının parası devlet tarafından ödenen avukat parasının üzerine bu avukatlara bahşiş vermesi. Bu bana hiç şık gelmedi. İnşallah avukatlarımız bu şekil verilen parayı almıyordur.

Sonuç olarak kimsenin kazancından gözüm yok. İsterim ki herkes hak ettiğini helalinden yesin. Hele şunu yapacağım, bunu yapacağım gibi sözlerle müvekkilini üç beş kuruş uğruna dolandırmasın. Kimsenin mesleklerinin itibarını bu şekil yok etmeye hakkı yoktur.

Hasılı aman dikkat! Ne kanalım ne kandıralım. Kanmamak için eşeğimizi sağlam kazığa bağlayalım. Kimsenin mezun olduğu okul türüne bayılmayalım. Allah iyilerle karşılaştırsın. 

Seçme Fıkralar (26)

Seyis

“Bir kilisede inananlarına sürekli vaaz veren bir papaz, vaaz için hazırlığını yapmış, kiliseye geçmiş.

Bir de ne görsün. Kilisede cemaat olarak sadece bir kişi var.

Kısa bir şaşkınlıktan sonra “Arkadaş, vaaza hazırlanmıştım ama kimse yok, ne yapayım? Anlatayım mı? Zira sadece sen gelmişsin” demiş.

Kiliseye vaaz dinlemeye gelen kişi, “Efendim, ben seyisim, bu işlerden anlamam, atlardan anlarım. Ama tüm atlar kaçtı, geriye bir at kaldı diye geri kalan bir ata yem vermemezlik yapmazdım” deyince, papaz vaazını vermeye başlamış. Uzatmış da uzatmış.

Seyis sıkılmış sıkılmaya. Ama vaazı dinleyen tek kişi olduğu için kiliseden çıkamamış. Nihayet papaz vaazını bitirdikten sonra seyise “Vaazımı nasıl buldun” diye sormuş.

Seyis, “Efendim, dedim ya ben seyisim, atlarsan anlarım, vaazdan anlamam. Yalnız tüm atlar kaçtı diye geri kalan tüm yemi bir ata yedirmezdim” demiş.

*

Çana pisleme

Kilisenin çanına her gün bir kuş konarmış. Kuş bu, her gün çanın üzerine pisleyip sonra da gidermiş.

Papaz her gün çanı silmekten bıkıp usanmış.

Çözüm olarak çanın yanına "içip sarhoş olur ve böylece çana pislemez" diye şarap koymuş.

Ürettiği çözüm  çok hoşuna gider. Kendi aklına da hayran kalır.

Ertesi gün, kendinden emin bir şekilde kiliseye gelir.

Yukarı bir bakar ki başından kaynar sular dökülür. Zira sevinci kursağında kalmıştır. Çünkü kuş önce şarabı içmiş sonra çanın üzerine konarak pislemiştir.

Beyninden vurulmuşa dönen papaz ellerini açar ve hışımla,
"Ey kuş! Nesin, kimsin?

Müslüman olsan şarap içmezsin.

Hristiyan olsan çana pislemezsin, demiş.