20 Aralık 2022 Salı

Hayatın Zorluğu ve Kolaylığı *

Hayat zor olmaya zordur. Çünkü bir mücadeleden ibarettir. En kolayı yeme ve içmedir. Bunun için de çiğneme ve yutma eforu sarf etmek gerekir. 

Hayat bize hiçbir zaman toz pembe hayat sunmaz. Sevinç ve mutluluk kadar üzülme de bu hayatın cilvelerindendir. Allah bir kulunu hep sevindirmez hep de üzmez. Bir konuda işimiz rast gider, seviniriz. Tersi olur, üzülürüz. Tüm bunlar hayatın doğasında vardır. 

İşimizin rast gitmemesi hayatın sonu mudur? Değil elbet. Şayet son olsaydı, dünyada hiçbir canlı kalmazdı. 

Hayat gül gibidir ve her mevsim açmaz. Bir bakmışsın solmuş bir bakmışsın açmıştır. Gül aynı zamanda dikeniyle müsemmadır. Dikenine elini batırmadan gülü koklayabilirsen, hayat denen şey ancak mutluluk ve huzur verir. Elini dikene batırırsan, acıma hisseder, üzülürsün. Bugün üzülen yarın güler, bugün gülen ise yarın üzülebilir. Kısaca hayat sürprizlerle doludur. 

Tüm acısına rağmen yaşanmaya değer bu hayatı kolaylaştıran, mücadele ederken sebepleri işlemek, yapılması gerekenleri yapmaktır. Ardından sonucunun hayırlı olmasını temenni etmek ve beklemeye koyulmaktır. Beklerken de ümit ve racayı elden bırakmamak ve sonucuna katlanmak gerekir. İş bizim istediğimiz gibi gitmişse, zaten sebebini işledik ve sevinmek hakkımızdır. Şayet istediğimiz gibi gitmediyse üzülsek de sonucuna katlanmak gerektiğini zaten biliyoruz. 

Tüm zorluğuna rağmen hayat yaşanmaya değer ve bu hayatı zorlaştırmak da kolaylaştırmak da elimizdedir. Bir beklenti içerisine giren için beklentisi gerçekleşmediği zaman o hayat zordur ve çekilmezdir. Beklenti gerçekleştiği zaman da çok huzur bulacağını sanmıyorum. Özellikle beklentisi, kişi veya kişiler aracılığıyla gerçekleşiyorsa, ömrü boyunca o kişilere minnet borcu olur. Halbuki bunun ilacı, hayattan ve kimseden bir beklenti içerisine girmeden ayakta durmaya çalışmaktır. Gelmek istenilen ve hedeflenilen her yere tırnaklarıyla kazıyarak gelinirse, tadından yenmez. İnsanın içi huzurla dolar. Çünkü kimseye minnet borcu olmaz. Sırtında yumurta küfesi taşımaz. Kimseye de eyvallahı olmaz. İşte bu, hayatı kolaylaştıran en önemli etkendir. Bir konuda yola çıkan, o konuda başına gelebilecek seçeneklerin en olumsuzuna kendini hazırlarsa, sonuç o kimse için vız gelir, tırıs gider. Çünkü olabilecek en kötü sonuca zaten kendini hazırlamıştır.

Sürprizlerle dolu hayatın bizin için neyi hazırladığını bilmiyoruz. Her sürpriz bir imtihandır aynı zamanda. Çünkü bu dünyaya geliş amacımız budur. Önemli olan gücümüz nispetinde bu imtihanların altından kalkabilmektir. Acısıyla ve tatlısıyla bu imtihan dünyasında Rabbimizden istediğimiz, namerde muhtaç etmemesidir. Kendi kendimizle yetinmemizdir. Altından kalkabileceğimiz imtihanlarla sınanmamızdır. Ötesi karın doyurmak değil mi? Ha şurada olmuş ha burada. Ne fark eder...

* 24 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

19 Aralık 2022 Pazartesi

Şişede Durduğu Gibi Dursa

İnsana sarhoşluk verdiği ve aklı kullanmasının önüne geçtiği için yasaklanan içki; şişede kalsa, bağımlıları içemese, vitrinlerde bulunan birçok süs eşyası gibi vitrinlerde yerini alsa, bu içkinin kime ne zararı olur? İçilmediği için belki yasak da olmazdı.

Adalet, doğruluk, güvenilirlik, ehliyet ve liyakat dediğimiz din umdeleri, uygulamaya yönelik olmadan bir söylemden ibaret olsaydı, söylemlerini pratiğe dönüştüremeyenlerin elini ne güzel rahatlatırdı. Böyle bir din tadından yenmezdi. Zira sadece konuşup mangalda kül bırakmaz, dini de kimseye vermezdi.

Hz Ömer bir hutbe iradında, "Ben haktan ayrılırsam, ne yaparsınız" sorusuna, cemaatten birinin "Seni şu kılıcımla düzeltirim" demesine Hz Ömer'in, "Adaletten ayrıldığı takdirde kendisini düzeltecek bir cemaate sahip olduğundan dolayı ellerini açarak Allah'a şükrettiği” rivayet olunur. Rivayetin aslı var veya yok. Şayet adlı var ise amirin hatasını düzeltme işi sadece piyeslerde oynansa, seyirciler de bu anekdottan etkilense, çıktıktan sonra hayatlarına kaldıkları yerden devam etseler, kendilerine dokunmayan yılan bin yaşasın modunda yollarına devam etseler, bedel ödenmeyeceği için hayat ne güzel olurdu.

Eleştiri denen hakkın, sadece kültürümüzde yerinin olduğunu, pratikte bunun yerinin olmadığını bilsek, bunun insanı mükemmelleştirmek için olduğunun sadece bir safsatadan ibaret olduğu bilgisini, okullarda ders olarak vermeyi benimsesek, kimse kimseyi eleştirmese, birbirimizi körler-sağırlar misali ağırlayıp dursak, arada hiç niza çıkar mıydı? Şu üç günlük dünyada gül gibi geçinip gidilirdi. Eleştiri olacaksa da herkes kendi liginde birbirini karşılıklı eleştirse, eleştiri denen ne menem şeyin bir hiyerarşi içerisinde yukarıdan aşağıya doğru olsa, aşağıdan yukarıya olmasa, ast üstüne karşı haddini bilse, üstün her dediğinde bir hikmet aransa, kurum ve kuruluşlar huzurla dolmaz mıydı?

Deneme dediğimiz şey olmasa, insanlar özellikle dürüst olduğunu söyleyenler hiç test edilmese, herkesin dürüstlüğü beden eğitimi derslerinde olduğu gibi 100 puan olsa, insanlar bu notlarıyla övünüp dursa; dürüstlük test edilecekse de bu dürüstlük söylemden ibaret olsa, dünyada dürüst olmayan kimse kalır mıydı? Hepimiz dürüst oğlu dürüst olurduk.

Makam, mevki ve itibarlar, belli soyadlara ya da arkası olanlara verilseydi, soyadı tutmayan ve arkası olmayanlar makam ve mevkie gelmek için çaba gösterirler miydi? Böylece makam ve mevkilerde olanlar makamlarını kaybetme endişesi yaşamazdı. Koltuk garantisi olunca iş verimleri de haliyle artardı...

Gördüğünüz gibi ararsak hayatı güzelleştirecek şeyleri bulabiliyoruz. Yeter ki istemiş olalım ve bize biçilen role razı olalım.

18 Aralık 2022 Pazar

Bilen mi, Karışan mı?

Biri benimle ilgili "Bir insanın anladığı bir alan olur. Bu ise her alanda yazıyor. Yazmadığı konu yok" demiş. 

Bunu diyen kişi belli ki yazılarımı takip ediyor. Takip etmekle kalmıyor, satır satır okuyor. Bilgi edinmek ve merak ettiği için mi okuyor? Burasını bilmiyorum. Belki de her satırı okuyarak ileride bir yerlerde veya aleyhimde kullanmak üzere arşiv oluşturuyor. Her ne sebeple olursa olsun, bilinçli bir okuyucuyla karşı karşıyayım ve yazılarımı takip etmesi beni ancak mesrur eder. 

Bilinçli okuyucumun benimle ilgili tespitini bana yapmasını isterdim. Belki de gerek duymamış belki de zamanı olmamıştır. Kendi tercihidir. Varsın arkamdan konuşsun. Yalnız herkesi tenzih ederim ama bizim kültürümüzde bir kişi hakkında gıyabında konuşmak dedikodu sayılır. Bunu da hatırlatmış olayım. 

Geleyim yazılarıma. Hemen hemen her konuda yazıyor muyum? Elhak doğrudur, bugüne kadar yazmadığım alan yok gibidir. Yazılarımı takip eden bir arkadaşım bir gün "Ağabey, her konuyla ilgili yazın var. Yazmadığın alan var mı diye düşünüyorum. Ama bulacağım. Mesela dondurma ile ilgili yazın var mı, merak ettim" dedi gülerek. Beni bir düşüncedir aldı. Acaba dondurmayla ilgili bir yazım var mıydı? Bloğumu açıp dondurma yazdım ve arama butonuna bastım. Karşıma beş sene önce yazdığım bir dondurma yazısı çıktı. Aha işte dedim. Yapma ya bu da mı varmış dedi, gülüştük.

Bir insanın her konuda bilgi sahibi olması mümkün mü? Değil elbet. Zira bir insanın bildiği bir alan olur. O konuda bilgi sahibidir. Diğer alanlar tali alanlarıdır. Kendi alanı gibi bilgi sahibi olması ve anlaması mümkün değildir. Bir insan kendi alanı dışında yazamayacak mı? Beyzademe göre yazılmaması gerekir. Şayet böyle ise gazetelerde günlük makale yazan yazarlar sadece bir konuda yazması gerekir ki aynı konuda günlük yazmak bıkkınlık verir ve kişi bir müddet sonra kendisini tekrarlamış olur. 

Meraklısı için devam edeyim. Gazetelerin köşesinde köşe yazarlığı yapmak hemen hemen her konuda yazmak demektir. Çünkü hiçbir yazar sadece bir konuya saplanıp kalmaz. Sonra gazete yazısı dediğin her yazı uzmanlık gerektiren bir yazı değildir ki. Güncel ve gündeme dair halkı ilgilendiren her konuda yazarak o konudaki görüşünü ve duruşunu belirtirsin. Bazen bir cümle bazen bir üslup, bir yazı konusu olabiliyor. Bunun için illa gazetecilik okumak da gerekmez. Ki bugün gazetelerde yazıp çizen çoğu kimsenin esas mesleği gazetecilik değildir. Başka meslek erbabı da buralarda yazıyor. Köşe yazısı dediğin kompozisyondur. Ortaokul ve lise bitiren kimseler kompozisyonun nasıl yazılacağını Türkçe ve edebiyat derslerinden öğrenmişlerdir. Öğrenmekle de kalmayıp öğretmenler sınavlarda bir cümle, bir atasözü vermek suretiyle açıklayın sorusu sormuşlardır. Sınav dışında da kompozisyon ödevi veren öğretmenler olmuştur. O yüzden mesleği ve uzmanlık alanı ne olursa olsun, kendisine ve bilgi dağarcığına güvenen, cesareti olan ve bir gazete köşesi bulabilen herkes yazabilir. Yazının olup olmadığını okuyucu takdir eder. Gazete yetkilileri de uygun görürse yayımlar. Yazmanın sonucunda risk yok mu? Risk olduğu gibi rezil olmak da var. Hasılı, her konuda yazıyor diyen okuyucum da sonuçlarına katlanmak suretiyle yazabilir. 

Gelelim, her konuda yazıyor, bir insan bir konudan anlar sözünün mimarına. Benden bu şekilde bahseden kişi, kendinden de iki cümle ile bahsetse daha iyi olurmuş. Başkasına çuvaldızı batırırken kendisine de iğneyi batırması lazım. Zira kendisi de her şeye karışıyor.  Karıştığına göre her şeyden de anlıyor yani bilgi sahibi demektir. Öyle ya anlamazsa niye karışsın? Burada sormak lazım: Her şeyden az veya çok bilgi sahibi olmak mı, olur olmaz her şeye karışmak mı? Kendisini bilmem ama vatandaş her konuda az veya çok bilgi sahibi olanı takdir ederken her şeye karışanı tasvip etmez. En hafifiyle her şeye maydanoz oluyor, her şeye karışıyor der. Beyzadem, her şeyden yazıp çizeni dedikodu yoluyla eleştirirken önce aynaya bakmasında ve nasıl bir görüntü verdiğini görmesinde fayda vardır.