Ana içeriğe atla

Şişede Durduğu Gibi Dursa

İnsana sarhoşluk verdiği ve aklı kullanmasının önüne geçtiği için yasaklanan içki; şişede kalsa, bağımlıları içemese, vitrinlerde bulunan birçok süs eşyası gibi vitrinlerde yerini alsa, bu içkinin kime ne zararı olur? İçilmediği için belki yasak da olmazdı.

Adalet, doğruluk, güvenilirlik, ehliyet ve liyakat dediğimiz din umdeleri, uygulamaya yönelik olmadan bir söylemden ibaret olsaydı, söylemlerini pratiğe dönüştüremeyenlerin elini ne güzel rahatlatırdı. Böyle bir din tadından yenmezdi. Zira sadece konuşup mangalda kül bırakmaz, dini de kimseye vermezdi.

Hz Ömer bir hutbe iradında, "Ben haktan ayrılırsam, ne yaparsınız" sorusuna, cemaatten birinin "Seni şu kılıcımla düzeltirim" demesine Hz Ömer'in, "Adaletten ayrıldığı takdirde kendisini düzeltecek bir cemaate sahip olduğundan dolayı ellerini açarak Allah'a şükrettiği” rivayet olunur. Rivayetin aslı var veya yok. Şayet adlı var ise amirin hatasını düzeltme işi sadece piyeslerde oynansa, seyirciler de bu anekdottan etkilense, çıktıktan sonra hayatlarına kaldıkları yerden devam etseler, kendilerine dokunmayan yılan bin yaşasın modunda yollarına devam etseler, bedel ödenmeyeceği için hayat ne güzel olurdu.

Eleştiri denen hakkın, sadece kültürümüzde yerinin olduğunu, pratikte bunun yerinin olmadığını bilsek, bunun insanı mükemmelleştirmek için olduğunun sadece bir safsatadan ibaret olduğu bilgisini, okullarda ders olarak vermeyi benimsesek, kimse kimseyi eleştirmese, birbirimizi körler-sağırlar misali ağırlayıp dursak, arada hiç niza çıkar mıydı? Şu üç günlük dünyada gül gibi geçinip gidilirdi. Eleştiri olacaksa da herkes kendi liginde birbirini karşılıklı eleştirse, eleştiri denen ne menem şeyin bir hiyerarşi içerisinde yukarıdan aşağıya doğru olsa, aşağıdan yukarıya olmasa, ast üstüne karşı haddini bilse, üstün her dediğinde bir hikmet aransa, kurum ve kuruluşlar huzurla dolmaz mıydı?

Deneme dediğimiz şey olmasa, insanlar özellikle dürüst olduğunu söyleyenler hiç test edilmese, herkesin dürüstlüğü beden eğitimi derslerinde olduğu gibi 100 puan olsa, insanlar bu notlarıyla övünüp dursa; dürüstlük test edilecekse de bu dürüstlük söylemden ibaret olsa, dünyada dürüst olmayan kimse kalır mıydı? Hepimiz dürüst oğlu dürüst olurduk.

Makam, mevki ve itibarlar, belli soyadlara ya da arkası olanlara verilseydi, soyadı tutmayan ve arkası olmayanlar makam ve mevkie gelmek için çaba gösterirler miydi? Böylece makam ve mevkilerde olanlar makamlarını kaybetme endişesi yaşamazdı. Koltuk garantisi olunca iş verimleri de haliyle artardı...

Gördüğünüz gibi ararsak hayatı güzelleştirecek şeyleri bulabiliyoruz. Yeter ki istemiş olalım ve bize biçilen role razı olalım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde