Ana içeriğe atla

Hayatın Zorluğu ve Kolaylığı *

Hayat zor olmaya zordur. Çünkü bir mücadeleden ibarettir. En kolayı yeme ve içmedir. Bunun için de çiğneme ve yutma eforu sarf etmek gerekir. 

Hayat bize hiçbir zaman toz pembe hayat sunmaz. Sevinç ve mutluluk kadar üzülme de bu hayatın cilvelerindendir. Allah bir kulunu hep sevindirmez hep de üzmez. Bir konuda işimiz rast gider, seviniriz. Tersi olur, üzülürüz. Tüm bunlar hayatın doğasında vardır. 

İşimizin rast gitmemesi hayatın sonu mudur? Değil elbet. Şayet son olsaydı, dünyada hiçbir canlı kalmazdı. 

Hayat gül gibidir ve her mevsim açmaz. Bir bakmışsın solmuş bir bakmışsın açmıştır. Gül aynı zamanda dikeniyle müsemmadır. Dikenine elini batırmadan gülü koklayabilirsen, hayat denen şey ancak mutluluk ve huzur verir. Elini dikene batırırsan, acıma hisseder, üzülürsün. Bugün üzülen yarın güler, bugün gülen ise yarın üzülebilir. Kısaca hayat sürprizlerle doludur. 

Tüm acısına rağmen yaşanmaya değer bu hayatı kolaylaştıran, mücadele ederken sebepleri işlemek, yapılması gerekenleri yapmaktır. Ardından sonucunun hayırlı olmasını temenni etmek ve beklemeye koyulmaktır. Beklerken de ümit ve racayı elden bırakmamak ve sonucuna katlanmak gerekir. İş bizim istediğimiz gibi gitmişse, zaten sebebini işledik ve sevinmek hakkımızdır. Şayet istediğimiz gibi gitmediyse üzülsek de sonucuna katlanmak gerektiğini zaten biliyoruz. 

Tüm zorluğuna rağmen hayat yaşanmaya değer ve bu hayatı zorlaştırmak da kolaylaştırmak da elimizdedir. Bir beklenti içerisine giren için beklentisi gerçekleşmediği zaman o hayat zordur ve çekilmezdir. Beklenti gerçekleştiği zaman da çok huzur bulacağını sanmıyorum. Özellikle beklentisi, kişi veya kişiler aracılığıyla gerçekleşiyorsa, ömrü boyunca o kişilere minnet borcu olur. Halbuki bunun ilacı, hayattan ve kimseden bir beklenti içerisine girmeden ayakta durmaya çalışmaktır. Gelmek istenilen ve hedeflenilen her yere tırnaklarıyla kazıyarak gelinirse, tadından yenmez. İnsanın içi huzurla dolar. Çünkü kimseye minnet borcu olmaz. Sırtında yumurta küfesi taşımaz. Kimseye de eyvallahı olmaz. İşte bu, hayatı kolaylaştıran en önemli etkendir. Bir konuda yola çıkan, o konuda başına gelebilecek seçeneklerin en olumsuzuna kendini hazırlarsa, sonuç o kimse için vız gelir, tırıs gider. Çünkü olabilecek en kötü sonuca zaten kendini hazırlamıştır.

Sürprizlerle dolu hayatın bizin için neyi hazırladığını bilmiyoruz. Her sürpriz bir imtihandır aynı zamanda. Çünkü bu dünyaya geliş amacımız budur. Önemli olan gücümüz nispetinde bu imtihanların altından kalkabilmektir. Acısıyla ve tatlısıyla bu imtihan dünyasında Rabbimizden istediğimiz, namerde muhtaç etmemesidir. Kendi kendimizle yetinmemizdir. Altından kalkabileceğimiz imtihanlarla sınanmamızdır. Ötesi karın doyurmak değil mi? Ha şurada olmuş ha burada. Ne fark eder...

* 24 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde