16 Aralık 2022 Cuma

Bazı Mahallelerin Sahibi Yok

Her ne kadar "Bir şehrin bir kasabanın, büyükçe bir köyün bölündüğü parçalardan her birine" mahalle dense de mahalleden biri hakkında konuşurken "Bizim mahallenin çocuğu", aynı düşünceyi paylaşanlara camia anlamında "Bizim mahalleden", yine düşünce olarak farklılaşanlara "Mahalleyi terk etti" veya "Mahallesini sattı" dendiğini de biliyoruz.

Gördüğünüz gibi mahalle kavramı farklı anlamlar da kullanılabiliyor. 

İşim gereği bugün resmi bir kuruma uğradım. İlgili kişinin yanından dönerken koridorda tanıdığım bir yetkiliyle karşılaştım. Hal hatırdan sonra ayaküstü lafladık. Biri hakkında "O, bizim mahallenin insanı" dedi. Kastettiği kişiyi düşündüm. Bir kurumda çalışıyordu. Yani aynı mahallede oturmuyor, belki de aynı düşüncede değildi ama mahalle kavramının kurumlarla ilgili de kullanıldığını bu vesileyle öğrenmiş oldum. Buradan hareketle eğitimciler, mülkiyeliler, harbiyeliler, tıbbiyeliler, tarımcılar vb. kurum çalışanlarına da mahalleli anlamı verilebiliyor.

Tüm bunlardan benim anladığım, mahalleli kavramı aynı zamanda bir dayanışma ve sahip çıkma anlamı da içeriyor. Kurum içinde ne döndüğü bilinmez ama bazı kurumlar vardır ki personeline ve kurumuna sahip çıkmada diğer kurumlardan ileri seviyededir. Mesela mülkiye, tıbbiye, adliye ve harbiyeyi buna örnek olarak verebiliriz. Bu kurumlar hakkında bir olay vuku bulduğunda veya çalışanları ile ilgili bir durum ortaya çıktığında, o kurum çalışanları ve o kurumların başındakiler, düşünceleri ne olursa olsun, hemen kenetleniveriyorlar. Yani içeriden kolay kolay bir sarı öküz vermiyorlar, meslektaşlarını başkasına yem etmiyorlar. Belki de kendi içlerinde, aralarında kıyasıya mücadele ediyorlardır ama dışa verdikleri görüntü bu. Görünen o ki bu kurumların sahibi var. Zira mahallelerine sahip çıkıyorlar.  

Mülkiye, harbiye, tıbbiye ve adliye çalışanlarının kendi aralarında birbirlerini sahiplenmesi, meslek dayanışması göstermesi takdire şayandır. Aynı dayanışma ve sahiplenme duygusu diğer meslek gruplarında ve kurumlarda da var mıdır? Varsa da inan bilmiyorum. Zira iç halleri ve iç işleyişleri hakkında kurumlarla ilgili bu konuda, sahiplenme/meslek dayanışması var veya yok demek dışarıdan gazel okumak gibidir. Hiçbir kurum ismi vermeden bu konuda ancak gözlemlerimi söyleyebilirim: Bahsettiğim dört kurum dışında kalan diğer kurumlarda sahiplenme ve dayanışma ya yoktur ya da çok zayıftır.

Meslek dayanışması ve sahiplenme duygusu güçlü olan kurumların diğerlerini dışarıda bırakarak bir tanesine bir soruyla örnek vermek istiyorum. Farz edelim ki bir mülkiyeli ile başka bir kurumda bir çalışan arasında bir sorun ya da anlaşmazlık olsa kim galip gelir? Cevabımız, kim haklı ise o kazanır olmalıdır. Zira olması gereken de budur. Çünkü hakkaniyet bunu gerektirir.

Olması gereken cevabı verdik. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Teorisi böyle olan bu işlerin uygulaması böyle midir? Yani haklı olan mı kazanır? Üzülerek söyleyebilirim ki pek az istisna hariç, mülkiyeliler genellikle diğer kurumlara galip gelir. Bu da çoğu kurumun sahibinin olmadığını ve mahallesine sahip çıkmadığını gösteriyor. Sahibi varsa da yaptığı, kurumun koltuğunu işgal etmekten ibarettir. Nasılsa ellerinde bol bol sarı öküzleri vardır. İster suçlu olsun ister olmasın. Sırası geleni seve seve kurban ederler. Seve seve olmasa da iyi geçinme ve karşıma almayayım düşüncesiyle kendi personelini başkasına kurban vermekten çekinmezler. Zira dayanışması ve sahiplenilmesi güçlü olan kurumların ricaları bile bir emir kabul edilir diğer bazı kurumların sahipleri tarafından. Yapacakları tek şey, bu ricayı kılıfına ve kitabına uydurmaktır ibarettir. Haklarını yemeyelim, bunda da çok mahirdirler.

Sonuç olarak bu konuda şunu söylemek isterim. Bazı mahalleler korunup gözetilse de bu mahallelerin sahibi varsa da bazı mahallelerin sahiplerinin ha varlığı ha yokluğu olsa da tüm mahallelerin üstünde aynı zamanda yerin, göğün ve her şeyin sahibi bir vardır. O ne güzel sahiptir ne güzel vekildir.

Mağduriyetten Ekmek Yiyenler

Kimse mağduriyet yaşamak istemez. Çünkü her mağduriyet bir sıkıntıdır. Bu sıkıntı bir anlık olabileceği gibi bazen yıllar yılı da sürebiliyor. Hatta yaşanan mağduriyet kişinin belleğinde yer edinebiliyor ve kişi, hayatı boyunca bunun etkisinde kalabiliyor. Özellikle hak etmeden maruz kalınan mağduriyetler kişide derin izler bırakabilir. Çoğu zaman da dengeli hareket edebilmesinin önüne geçebiliyor. Bu, içe kapanma şeklinde olabildiği gibi fırsat eline geçtiği zaman öç alma duygusunu da tetikleyebiliyor.

Bazı mağduriyetler kişinin geleceğini etkileyip ikbalini yok etse de bazıları vardır ki yürü ya kulum cinsindendir yani kişinin önünü açan mağduriyetlerdir. Özellikle siyaseten yaşatılan mağduriyetler, inanç ve fikir özgürlüğü yönünden yaşatılan mağduriyetler, anlaşılması zor ve kamuoyunun ikna olamadığı uyduruk disiplin ve hapis cezaları örnek olarak verilebilir. Hepsi aynı kefeye konmasa da yaşattırılan mağduriyet dolayısıyla bu mağduriyetten uzun yıllar hatta hayatı boyunca ekmek yiyen, yemeye devam eden ve devam edecek olanlara bazı örneklere burada yer vermek istiyorum:

80 ihtilali sonrasında hapis yatan nice kişiler, yaşadıkları bu sürecin ardından uzun yıllar TBMM'de vekil olabilmişlerdir. Aşağı yukarı her partide var böyleleri. 

İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı iken okuduğu bir şiir yüzünden Erdoğan'ın dört ay hapis yatması, bir süre siyasi yasaklı olması belki de önünü açan ve 20 yıldır siyasette sözü geçen biri olmasında en önemli faktördür. 

Ak Partide kaç dönem vekillik yapan aynı zamanda parti genel başkanlığı görevini yürüten Konya milletvekili ve aynı zamanda İnsan Hakları Komisyonu Başkanı olan Leyla Şahin Usta, başörtülü olarak tıp fakültesini bu ülkede bitiremeyip öğrenimini yurtdışında tamamlayan mağdurlardan biri. 

Halen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Ekrem İmamoğlu'nun kesinleşme süreci tamamlamayan aldığı hapis ve siyasi yasak cezası, Erdoğan'ın siyasette söz sahibi olmasına benziyor. Bu konuda son sözü İstinaf ve Yargıtay söyleyecek. Çok anormal bir gelişme olmazsa İmamoğlu hakkındaki yargının kesin kararı 2023 seçim sonrasına kalacak. Ceza onanır veya kaldırılır ama bilelim ki bu ara karar seçim boyunca konuşulacak. Önü kesilmeye çalışıldı denecek. Belki de bu karar, adayını açıklamakta zorlanan Altılı Masaya, bu işin lamı cimi yok. Adayınız İmamoğlu mesajı veriyor. İmamoğlu aday yapılır mı, yapılırsa Cumhurbaşkanı seçilir mi, bunu zaman gösterecek ama haklı veya haksız alınan veya verilen bu ceza, İmamoğlu'nu kahraman yapmaya ve önünü açmaya yönelik bir hamledir. Bunun izlerini karar açıklanır açıklanmaz İmamoğlu cephesindeki sevinç gösterilerinden görebiliriz. Normal şartlarda alınan ya da verilen bir cezaya ağır olsun, hafif olsun üzülünür. Sahi, kim ya da kimler aldığı 2 yıl 7 ay, 15 günlük hapis cezasına bu şekil sevinebilir? Kim, ne derse desin, mağdur rolüne bürünmüş bu sevinç gösterisi İmamoğlu'nu kahraman yapmaya yönelik önemli bir hamledir. Tutar veya tutmaz ama görünen o ki Ekrem İmamoğlu da bu mağduriyetten ekmek yiyecek. 

15 Aralık 2022 Perşembe

Ya Tutarsa Siyaseti

Siyasetimizi takip edenler bilir, bizim siyasetimiz, birilerinin parti kurup haydi kozlarımızı paylaşalım, kim yenerse ülkeyi o yönetsin üzerine yürümüyor. Birileri oyun kurucu. Bunlara üst akıl diyebiliriz. Bunlar Türk siyasetine yön verirler. Pek az istisna hariç kurdukları senaryolar kurguladıkları şekilde sonuçlanır. Siyasetçilerimize ve seçmenlere de düşen bilerek veya bilmeyerek senaryonun amacına hizmet etmektir. Yani figüranlık ya da oluşturulan algıya gönüllü veya gönülsüz teslimiyettir.

Üst akıl, sonuçlara etki etmek için siyasetimizi dizayn eder. Bazen bir zamanlar dördüncü kuvvet kabul edilen basın ve medyayı bazen "Genç subaylar rahatsız" başlığı attırılarak askeri bazen sendika ve odaları bazen yargıyı bazen arşivdeki kasetleri devreye sokar. Bazen ülke ekonomik krize sürüklenir bazen de terörü azdırarak terörden medet beklenir. Korku ve ümitsizlik pompalanır. Tüm bunlar ve daha fazlası, kamuoyunu olumlu veya olumsuz şekilde etkilemek, siyasete soyunan kimselerin kimini gözden düşürmek kiminin de yıldızını parlatmak amacıyla yapılır. Yani amaç seçmenin çoğunluğunu bir yöne kanalize etmektir. Mağduriyet oluşturarak kahraman ve kurtarıcı bulmaktır. Bunun için de çok çaba sarf etmiyorlar. Nasılsa oluşan algı ile planları tıkır tıkır işliyor. Seçmen, oluşturulan algı üzerinden siyasi tercihini belirlerken bunlar da yine büyük bir iş yaptık diyerek perde gerisinde kıkır kıkır gülüyor.

Örnek mi istersiniz? Çok eskiye gitmeyeceğim. Buyurun: İstanbul Belediye Başkanı iken okuduğu şiir yüzünden Erdoğan'a mahkumiyet verilmesi ve siyasi yasaklı hale getirilmesi. Bu kararın sonucunda da Erdoğan'ın belediye başkanlığı düşürülmüştü. Biraz aklıselim düşünülse, başkasının yazdığı, okunması yasak olmayan bir şiiri okumasından dolayı bir kimseye ceza verilse buna kargalar bile güler. Kararı verenlerin niyeti Erdoğan'ın önünü kesmek, muhtar bile olmasının önünü kesmek ise de sonuçları itibariyle düşünüldüğünde, burada oluşturulan mağduriyet, Erdoğan'ın önünü açmıştır ve Sayın Erdoğan 20 yıldır bu ülkeyi tek başına yönetiyor. 

Özetlersek, Erdoğan'ın uzun yıllar bu ülkede söz sahibi olmasında ve oylarını artırmasında; şiir yüzünden ceza alıp hapis yatması, ilaveten siyasi yasaklı kılınması, 28 Şubat süreci, 367 garabeti, 27 Mart dijital muhtırası gibi müdahalelerin katkısı büyüktür. Burada sormak lazım. Halihazırda önü kesilmek istenen Erdoğan mı mağdur, önü kesilsin diye ceza verelim diyenler mi? 

Gelelim İstanbul Büyükşehir Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu. Başkana verilen hapis ve siyasi yasak cezası, nihai karar olmamasına rağmen verilen bu ceza, ister istemez Erdoğan'ın önünü kesme niyetini akla getiriyor. Dün Erdoğan'ı mağdur edenler bugün İmamoğlu'nu mağdur etmek istiyor. Süreç aynı, sadece aktörler farklı. 

İmamoğlu Erdoğan olabilir mi? Bunu zaman gösterecek olsa da bu kararla, adaylığı dillendirilen Kılıçdaroğlu'nun Cumhurbaşkanlığı adaylığının önü kesilmiş, İmamoğlu'nun ise adaylığının önü açılmış oldu. İmamoğlu aday olunca kazanır mı? Bunu da zaman gösterecek. Halihazırda görünen, yazılan bu senaryonun aynısını film olarak seyrettik biz.