14 Aralık 2022 Çarşamba

Söylem ve Eylem Birlikteliği*

Fikri ve zikri ne olursa olsun, bu ülkenin en büyük problemi söz ve eylem çelişkisi yaşamamızdır. İçimizde söylem ve eylem birliği olan insanımızın bir elin parmakları kadardır. "Ele verir talkını, kendi yutar salkımı", "Dediğini yap, gittiği yoldan gitme" sözleri de özü sözü bir olmayan yani söz ve eylem birlikteliği olmayan hocalar için söylenir. Hoca dedimse dini, diyaneti, ayeti, hadisi bilen hocalar kastediliyor. Evet, toplumun birçok kesiminde olduğu gibi hocaların çoğunda da söz ve eylem çelişkisi başlıca sorunumuzdur. Buna hoca değilse de dini hassasiyeti olan ve İslam'ı referans alan kişileri de eklemek lazım. 

Başkasının söz ve eylem çelişkisi tasvip edilmese de hocaların ve dini hassasiyeti olanların bu çelişkiyi yaşaması daha fazla dikkat çeker. Dini hassasiyeti olmayan kişiler dahi hocaların ve dini referans alanların söz ve eylem birliği yaşamasını ister. Bu çelişkiyi yaşayan hocaları görünce, "Adı üzerinde hoca. Bir de hoca olacak. Oturur kalkar, Allah der, peygamber der. Hoca böyle yaparsa başkası neler yapmaz. Hoca dediğin adaletten ayrılmayacak, etrafına güven verecek, emanete hıyanet etmeyecek, ayrıştırıcı değil, toparlayıcı ve arabulucu olacak, sonucu ne olursa olsun, asla doğrudan ayrılmayacak, siyasete angaje olmayacak, kimsenin güdümüne girmeyecek, yaşantısıyla örnek olacak..." gibi sözleri söyler mi söyler.

Doğruluk, dürüstlük, hak ve adalet gibi değerler sadece hoca ve dini hassasiyetleri olanları bağlamaz. Çünkü hepimizde olması gereken hasletlerdir. Ama toplumun hocalardan ve ağzından ayet ve hadisi bırakmayanlardan bu konularda daha fazla hassasiyet beklemesi kadar doğal bir şey olamaz. Çünkü bilen birinin, ben bu işin mürekkebini yaladım diyenin ve kitabi konuşanın sorumluluğu öbürlerinden daha fazladır. Bu konuda "Niçin yapamayacağınız şeyleri söylersiniz" ayetini hocalar daha iyi bilir. Aynı zamanda dediğiyle yaptığı örtüşmeyenleri Kur'an'ın kitap yüklü merkebe benzettiğini de bilirler.

Konuyu biraz daha genelleyeyim. Müslüman olmayanların Müslümanlardan bekledikleri, yaşantılarıyla herkese örnek olmalarıdır. Yani dinlerinin gereklerini yapmalarıdır. Bence Müslümanların kahir ekseriyetinin en büyük problemi de budur. Hz. Muhammed'in bizzat rakibi müşrikler tarafından verilen emin sıfatını örnek alabilmiş olsak, inanın dünyada Müslüman olmayan kalmaz. Müslüman olmasalar bile onlar güvenilir kişi demek suretiyle bir hakkı teslim ederler. Böyle bir durumda yani güvenilir olma vasfına haiz olmamız dolayısıyla İslam'ı anlatmak, tebliğ ve irşat görevinde bulunmak için söze de gerek kalmaz. Gören, şekil A da göründüğü gibi der.

Göründüğümüz gibi olamadığımız için Müslümanlar her geçen gün irtifa kaybetmekte ve güven bunalımı yaşamaktadır. Bizi gören onlar Müslümansa ben Müslüman değilim deme noktasına gelebiliyor. Bununla kalsa iyi her geçen gün dine mesafe koyan insanımızın sayısı çoğalıyor. Önce deist sonra ateiste kadar gidebiliyor. Katılır veya katılamazsınız, dini hassasiyeti olan insanların iktidarı ve din adına çalışan bazı grupların gerçek yüzünün ortaya çıkması dine lakaytlığın ve mesafenin en önemli sebeplerindendir.

Ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın diye biri 1990’lı diğeri de 2020-2021 yılında yapılmış bir araştırma sonucuna da yer vermek istiyorum. Soru şu: Karı koca olarak aniden il dışına çıkmanız gerekiyor. Aşağıdaki meslek gruplarından hangisine çocuklarınızı bırakırsınız? 90’lı yıllarda bu soruya ilk sırada din görevlilerine cevabı verilirken, 2020-2021 yıllarında ise verilen cevapların içerisinde ilk on sırada din görevlileri sınıfı ve dini çağrıştıran bir meslek grubu da yer almıyor. Acı olan ve üzerinde kafa yormamız gereken de bu araştırma sonucu bence. Aynı soruya iki farklı cevabın verilmesinde, 90’lı yıllarda dindar ve mütedeyyin insanların iktidarından söz etmek mümkün değil. Bürokraside de dini referans kabul edenlerin sayısı fazla değil. 2000’li yıllardan sonra dini referans alanların iktidarını ve bürokraside bu hassasiyette olanların ağırlıkta olduğunu hiçbirimiz inkar edemeyiz. Sonucun farklı çıkmasını ben, 90’lı yıllarda Müslümanların makam, mevki ve imkanlarla sınanmayan test edilmemiş dürüstler olarak görüldüğünü, şimdilerde ise test edilmemiş dürüstlerin denendiği bir dönemi yaşadığımız ve bu denemeyi kaybettiğimiz anlamını çıkarıyorum.

Sonuç olarak bu konuda kim, ne derse desin, söz ve eylem birlikteliği dini referans alanlar için önemli. Buna dikkat etmezsek her geçen gün itibar kaybetmeye devam ederiz.

*19 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Uydum Kalabalığa! *

Bir elin tetiklemesiyle, üç harflilere karşı bir boykot bir kızgınlık bir tepki vardı. Hikmeti nedir bilmiyorum, bıçak gibi kesildi. Saman alevi gibi birden söndü. Bu nasıl bir güçtür, ne iştir anlamadım. Biri kalkıp senin kalemini kırdım dedi. Yaşa, var ol, haklısın, arkandayız, sana destek oluyoruz. Zira yılanın başı bunlardır diyen hatırı sayılır bir kalabalık bu boykota katıldı. Katılmakla kalmayıp sosyal medyada paylaşımlar yaparak sürece hararetle destek verdi.

Anlamadığım, bu boykot başlamasıyla bitmesi bir oldu. Boykot sona ersin etmeye de biraz çabuk bitmedi mi? Boykota katılan ve destek verenlerden olmadım ama tasası ban düştü. Merak bu ya...

Fiyat yükseltenlerin bu üç harfliler olmadığı mı anlaşıldı?

Hedef gösterene, adı geçen üç harfliler bir yanlış anlaşılma oldu deyip anlaşmaya mı vardı? 

Üç harflilerin pastasından pay alamayan bazı gazeteler reklam mı aldı? Eğer böyleyse hepsi bu kadar mıydı? Biraz ucuza gitmedi mi? Tüm mesele bir yorgan kavgası mıydı? Yorganı kim ya da kimler aldı? Yorgan yünden mi idi yoksa elyaf ya da pamuktan mıydı? 

Yoksa olup biten gündem saptırmak için taraflar arasındaki bu kavga bir kayıkçı kavgası mıydı? 

Acaba üç harfliler, boykotçular haklı. Biz de enflasyon bahanesiyle fahiş fiyat yapmıştık. Şu fiyatları makul seviyeye en azından Tarım Kredi Kooperatiflerindeki fiyatlara çekelim. Biz ettik, siz etmeyin, aha yeni  fiyatlarımız mı dedi? 

Zabıta, başkan ve kolluk kuvvetlerinin denetimleri fayda verip üç harfliler insafa mı geldi? 

Fiyatlar normale indirilmediyse boykottan niçin vazgeçildi? Boşu boşuna boykot yapılmış olmadı mı?

Bu üç harflilerin FETÖ bağlantısı araştırıldı. Pirüpak oldukları mı anlaşıldı? Adamlar da masummuş, boşu boşuna günahlarını aldık mı dendi? 

Bir insaf sahibi başka işiniz yok mu? Koca koca adamlarsınız, bırakın şu kavgayı. Dostu üzüyor, düşmanı sevindiriyorsunuz mu dedi?

Taraflar bir gecede hidayete mi erdi? 

Taraflar arasında bir anlaşma söz konusu olduysa, sosyal medyada boykota katılanların bu anlaşmadan nasıl haberi oldu da paylaşımlardan vazgeçtiler? 

Tüm bu olup biten ve komediyi andıran boykot sürecine, balıklama atlayan uydum kalabalığa taifesi; kandırıldık, kumpasa geldik, oyuna geldik mi dedi acaba? Yoksa pişman değilim, bugün olsa yine yaparım mı diyorlar? 

Acaba, altı yaş olayı dolayısıyla gündem mi değişti? Muhterem uydum kalabalığı, şimdilerde daha önemli bir gündem dolayısıyla bu boykota ve paylaşımlara ara mı verdi? Bu insanlar ne oluyor bize? Bize dayatılan gündeme ne oluyor, bu olayın perde gerisi nedir, birileri kalkın ey millet, memleket elden gidiyor dedi. Biz de aslı var sandık. Biz kalktık, onlar oturdu. Bir daha tövbe. Babam da olsa kimsenin dolduruşuna gelmem şeklinde bir özeleştiriye varlar mı? 

Acaba bu gündem saptırma reklam olsun, zira reklamın kötüsü olmaz. Altı yaş, altıyı daha doğrusu altılı masayı belleklere bu vesileyle yerleştirir düşüncesiyle altılı zevatın işi olmasın. 

Acaba şu boykottan kurtulalım diyerek altı yaş iddiasını üç harfliler icat etmiş olmasın? Biliyorsunuz cin taifesi bizim yapamadığımız çoğu şeyleri yapabiliyor. 

Acaba bu üç harfliler boykotu, dış güçlerin içimize saldığı yeni bir fitne olmasın? 

Bu süreç yaşanması gerekiyordu. Geçti gitti. Tarihin çöplüğünde yerini alsın. Deşeleyen kedi köpektir mi diyorsunuz? 

Acaba şu altı yaş olayı sona erdikten sonra üç harfliler yeniden günah keçisi olmaya pardon boykot kaldığı yerden devam edecek mi? 

Gördüğünüz gibi benim niyet okumam uzar gider. Bu konuda ciltli kitaplar bile yazdırır benim bu vesveseli halim. Belki de boykotun sona ermesi benim bu zanlarımdan hiçbiri değil. Ne edersiniz ki ben buyum. Bir türlü olumlu düşünemiyorum. 

Aman neyse ne? Siz benim gibi olmayın. Elinizi yormayın. Kafanızı hiç. Gözünüzü asla. Beynimizi şeytanın vesvesiyle meşgul etmeyin. En iyisi yarın ne yapacağınızın haberini bekleyin. Onlar düşünsün, siz uygulayın. Uygularken niyet etmeyi de unutmayın: Buyurun, uydum hazır olan kalabalığa. Zira yalnızlara oynamak, değerli yalnızlığı tercih etmek akıl karı değildir, kurt kapar. 

* 16 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

13 Aralık 2022 Salı

En Büyük Kötülük

Saçımızı süpürge etmek, bir dediklerini iki etmemek; el bebek, gül bebek büyütmek, ellerini sıcak sudan soğuk suya değdirmemek, yaşına uygun sorumluluk vermemek, nazlı büyütmek, uçan kuştan korumak, ben çektim, onlar çekmeyecek demek, kısaca aşırı korumacılık, çocuklarımıza yaptığımız en büyük kötülüktür. Büyüyüp anne baba olsalar dahi sırtımızdan inmezler.

Toplumsal infiale sebebiyet verecek bir olayla ilgili iddialar ortaya çıkar çıkmaz, iddiaların gerçek olup olmadığı ortaya çıkmadan "bunlar zaten böyledir" deyip saldırıya geçmek, aynı şekilde "bunlar böyle değildir" deyip savunmaya geçmek, gerçeğin ortaya çıkmasının önündeki en büyük engeldir. Çünkü saldırgan ve savunmacı ekibin amacı gerçeği karartmaktır. 

Toplumun herhangi bir kesiminde tepki çeken ve derin yaralar açan bir olay vuku bulduğunda, suçun kişiselliği geri plana itilerek "bunların hepsi böyledir" toptancılığına girişmek, gerçeğin ortaya çıkmasından ziyade o kesim üzerinde algı oluşturmaya yöneliktir. İftiradan farklı değildir.

Bir kesimde, birilerinin ahlaka mugayir bir davranışı yaptığı iddiası, basının gündemine düşer düşmez, suçu ispatlanıncaya kadar kişiler masumdur karinesi bir tarafa bırakılarak hakim ve savcı rolünü üstlenmek, kamuoyu ve gündem oluşturmaya veya gündem saptırmaya, yargısız infaz yapmaya, karalamaya, oy devşirmeye, dürüstlük abidesi kesilmeye yönelik davranışlardır. Hakkaniyete sığmaz. Birileri kavgasını bu şekilde başkası üzerinden yürütür. Bunlar toplumu bölmeye ve kutuplaştırmaya yönelik davranışlardır. Aynı şekilde iddia aşamasında iken bekleyip görelim demeden, ölümüne savunmaya geçip avukat rolünü üstlenmek de aynı amaca hizmet eder.

Bir kesimde işlenmiş edebe mugayir bir eylemi, başkasının daha önce yaptıklarıyla savunmaya kalkmak yani bu konuda siz de çok temiz değilsiniz demeye getirmek, tencere dibin kara, seninki benden kara mantığından ve suç bastırma psikolojisinden başka bir şey değildir.

Bir kesimin içinde yapılan nahoş bir hareket eleştirilmeye kalkıldığında "Yok böyle bir şey. Bu düpedüz bir iftiradır. İslam ve Müslümanlara yapılmış bir saldırıdır" anlayışı, sağlıklı bir anlayış değildir. Halbuki böyle yapılacağına, "Bu kişi şayet bu nahoş harekete imza atmışsa, bunu yargıya ilk önce biz teslim edeceğiz. Şimdiden harekete geçiyor ve yargılanması için savcılığa suç duyurusunda bulunuyoruz" demek o kesimi korumaya, temize çıkarmaya yönelik bir davranıştır. Takdir görür. Bu vesileyle bir kişinin yaptığı eylem tüm camiaya mal edilmez. Suçu olan cezasını çeker. O camia da temize çıkmış olur.

Başkasında gördüğü nahoş bir hareketi, bir kesimin bizde asla olmaz demesi çok iddialı bir sözdür ve boyundan büyük laf etmektir. Çünkü insanın ve toplulukların olduğu yerde her kesim içinde her türlü insan olur. Tıpkı sağlam meyvenin içerisinde çürüklerinin olduğu gibi. 

Suç işlediği tespit edilen birini başkasına yedirmeyeceğiz düşüncesiyle savunmak, o kişinin şımarmasına yol açar. Bu suçuma rağmen koskoca camiam benim arkamda düşüncesine kapılmasına sebebiyet verir ve o kimse yaptıklarıyla yüzleşmez.

Çocuk yaşta evlilik yapanlar, yaptıkları bu evliliği dinden aldığı referansla yapmazlar. Örfi bir durumdur. Burada kişilerin yaptığı, yaptıkları bu işe dinden kılıf bulmaktır. Zaten ararlarsa yorumlarla kendilerine dinden bir çıkış bulabilirler. Bu şekil çocuk evliliği yapanlara birileri, bunlar referansını dinden alıyor, dinin gereğini yapıyorlar dedirtmek istemiyorsak, gelenek fıkhında Arap örfünden etkilenmek suretiyle cevaz verilen çocuk evliliklerinin, günümüz fıkhında geçerli olmadığı fetvasını vermek gerekir. Değilse, birilerinin ağzını büzemezsin. Efendim, alimlerin verdiği fetvalara dokunulamaz. Biz kimiz ki demek ve fetva kitaplarının içinden demode olmuş fetvaları ayıklamamak dine yapılan en büyük kötülüktür.