Fikri
ve zikri ne olursa olsun, bu ülkenin en büyük problemi söz ve eylem çelişkisi
yaşamamızdır. İçimizde söylem ve eylem birliği olan insanımızın bir elin
parmakları kadardır. "Ele verir talkını, kendi yutar salkımı",
"Dediğini yap, gittiği yoldan gitme" sözleri de özü sözü bir olmayan
yani söz ve eylem birlikteliği olmayan hocalar için söylenir. Hoca dedimse
dini, diyaneti, ayeti, hadisi bilen hocalar kastediliyor. Evet, toplumun birçok
kesiminde olduğu gibi hocaların çoğunda da söz ve eylem çelişkisi başlıca
sorunumuzdur. Buna hoca değilse de dini hassasiyeti olan ve İslam'ı referans
alan kişileri de eklemek lazım.
Başkasının söz ve eylem çelişkisi tasvip edilmese de
hocaların ve dini hassasiyeti olanların bu çelişkiyi yaşaması daha fazla dikkat
çeker. Dini hassasiyeti olmayan kişiler dahi hocaların ve dini referans
alanların söz ve eylem birliği yaşamasını ister. Bu çelişkiyi yaşayan hocaları
görünce, "Adı üzerinde hoca. Bir de hoca olacak. Oturur kalkar, Allah der,
peygamber der. Hoca böyle yaparsa başkası neler yapmaz. Hoca dediğin adaletten
ayrılmayacak, etrafına güven verecek, emanete hıyanet etmeyecek, ayrıştırıcı
değil, toparlayıcı ve arabulucu olacak, sonucu ne olursa olsun, asla doğrudan
ayrılmayacak, siyasete angaje olmayacak, kimsenin güdümüne girmeyecek,
yaşantısıyla örnek olacak..." gibi sözleri söyler mi söyler.
Doğruluk, dürüstlük, hak ve adalet gibi değerler sadece
hoca ve dini hassasiyetleri olanları bağlamaz. Çünkü hepimizde olması gereken
hasletlerdir. Ama toplumun hocalardan ve ağzından ayet ve hadisi
bırakmayanlardan bu konularda daha fazla hassasiyet beklemesi kadar doğal bir
şey olamaz. Çünkü bilen birinin, ben bu işin mürekkebini yaladım diyenin ve
kitabi konuşanın sorumluluğu öbürlerinden daha fazladır. Bu konuda "Niçin
yapamayacağınız şeyleri söylersiniz" ayetini hocalar daha iyi bilir. Aynı
zamanda dediğiyle yaptığı örtüşmeyenleri Kur'an'ın kitap yüklü merkebe
benzettiğini de bilirler.
Konuyu biraz daha genelleyeyim. Müslüman olmayanların
Müslümanlardan bekledikleri, yaşantılarıyla herkese örnek olmalarıdır. Yani
dinlerinin gereklerini yapmalarıdır. Bence Müslümanların kahir ekseriyetinin en
büyük problemi de budur. Hz. Muhammed'in bizzat rakibi müşrikler tarafından
verilen emin sıfatını örnek alabilmiş olsak, inanın dünyada Müslüman olmayan
kalmaz. Müslüman olmasalar bile onlar güvenilir kişi demek suretiyle bir hakkı
teslim ederler. Böyle bir durumda yani güvenilir olma vasfına haiz olmamız
dolayısıyla İslam'ı anlatmak, tebliğ ve irşat görevinde bulunmak için söze de
gerek kalmaz. Gören, şekil A da göründüğü gibi der.
Göründüğümüz
gibi olamadığımız için Müslümanlar her geçen gün irtifa kaybetmekte ve güven
bunalımı yaşamaktadır. Bizi gören onlar Müslümansa ben Müslüman değilim deme
noktasına gelebiliyor. Bununla kalsa iyi her geçen gün dine mesafe koyan insanımızın
sayısı çoğalıyor. Önce deist sonra ateiste kadar gidebiliyor. Katılır veya
katılamazsınız, dini hassasiyeti olan insanların iktidarı ve din adına çalışan bazı
grupların gerçek yüzünün ortaya çıkması dine lakaytlığın ve mesafenin en önemli
sebeplerindendir.
Ne
demek istediğim daha iyi anlaşılsın diye biri 1990’lı diğeri de 2020-2021
yılında yapılmış bir araştırma sonucuna da yer vermek istiyorum. Soru şu: Karı
koca olarak aniden il dışına çıkmanız gerekiyor. Aşağıdaki meslek gruplarından
hangisine çocuklarınızı bırakırsınız? 90’lı yıllarda bu soruya ilk sırada din
görevlilerine cevabı verilirken, 2020-2021 yıllarında ise verilen cevapların
içerisinde ilk on sırada din görevlileri sınıfı ve dini çağrıştıran bir meslek
grubu da yer almıyor. Acı olan ve üzerinde kafa yormamız gereken de bu
araştırma sonucu bence. Aynı soruya iki farklı cevabın verilmesinde, 90’lı yıllarda
dindar ve mütedeyyin insanların iktidarından söz etmek mümkün değil.
Bürokraside de dini referans kabul edenlerin sayısı fazla değil. 2000’li yıllardan
sonra dini referans alanların iktidarını ve bürokraside bu hassasiyette
olanların ağırlıkta olduğunu hiçbirimiz inkar edemeyiz. Sonucun farklı çıkmasını
ben, 90’lı yıllarda Müslümanların makam, mevki ve imkanlarla sınanmayan test
edilmemiş dürüstler olarak görüldüğünü, şimdilerde ise test edilmemiş dürüstlerin
denendiği bir dönemi yaşadığımız ve bu denemeyi kaybettiğimiz anlamını
çıkarıyorum.
Sonuç
olarak bu konuda kim, ne derse desin, söz ve eylem birlikteliği dini referans
alanlar için önemli. Buna dikkat etmezsek her geçen gün itibar kaybetmeye devam
ederiz.
*19 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder