16 Ağustos 2022 Salı

Kurak ve Bitek Tarla *

Babacığım, gidişatımı nasıl görüyorsun?

Her fani gibi ölüme yaklaştığını görüyorum.

Ne alaka?

Bugüne kadar hep başkasının yaptığını eleştirerek, onları ayıplayarak ekmek yedin.

Eee, ne var bunda? Öyle değil mi?

Öyle de kaç yıllardır ne kadar ayıpladığın varsa, bugün aynısını sen yapıyorsun. Yani neyi eleştirdi isen, aynısını hatta daha fazlasını yapıyorsun.

Nereye varmak istiyorsun? Ölümümle alakası ne?

Alakası şu: Ayıpladığı başına gelmeden ölmezmiş insan. Sen de hiç olmadığı kadar ayıplanır olduğuna göre artık bir ayağın çukurda. Hepsi başına gelecek. Zira Allah’ın adaleti bu.

Ama ayıpladıklarımda haklı değil miydim?

Haklı olabilirsin ama dozajı çok artırdın. Çok abarttın. Ayrıca ayıpladığın dönemi yaşamadın. Üstelik o dönemleri yaşatanlardan hiçbiri yaşamıyor bugün. Yine eleştirdiğin kısaca ekmek yediğin dönemi bugün savunan yok. Seninki babanın suçunu oğlundan çıkarmaya benzer. Halbuki herkes yaptığından sorumlu. Baba, suçlu diye oğul da suçlu muamelesi göremez. Hukukta masumiyet karinesi var değil mi?

Failler değişmiş olabilir ama onlar bir zihniyeti temsil ediyorlar. Haliyle vuracağım.

Hakkını yemeyelim. Bu işi iyi becerdin. Zira o zihniyetle korkutarak bu piyasada çok ekmek yedin.

Ben bu işin piriyim. Kaçın kurasıyım. Becerdim ya, sen ona bak. Bu uğurda her yol mübah değil mi ayrıca. İşin ilginci, atıp tuttuğum o dönem, o zihniyeti savunanlar için kurak bir dönem olsa da benim için çok bitekti. Onlar ekti, ben biçiyorum.

Çok sevinmesen iyi olur.

Niye? Maksat başarı değil mi? Başarılım. Gerisi teferruat. Çok sevinmesen derken…

Sünnetullah gereği ayıpladıkların hep başına gelecek dedim ya.

Eee?

Bu aşamadan sonra onlar veya başkası, nice yıllar senden yani senin döneminden ekmek yiyecek. Bu ekmek yeme senin ölümünden sonra da devam edecek. Çünkü nasıl ki ayıpladığın dönem bir zihniyeti temsil ediyorsa, sen de bir zihniyeti temsil ediyorsun. Sen başkasının kurak tarlasından nice yıllar ürün aldıysan, bir başkası da oluşturduğun bu kurak tarlandan ekmek çok yiyecek. Demedi deme.

Şaka yapıyorsun.

Hiç olmadığı kadar ciddiyim ve üzgünüm. Çünkü zararın senden sonra da devam edecek.

*24/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır. 

Oğlum Bana İsyan Bayrağını Çekti *

—Babacığım, falana niye çok kızıyorsun? Üstelik kızmakla da kalmayıp ihanet içerisinde olduğunu söylüyorsun.

—Hain de ondan.

—Nereden hain oluyor? Senin ardından gizli-kapaklı iş mi çevirdi?

—Evet.

—Ne yaptı?

—Birlikte çalışıyorduk. Ayrıldı gitti. Gittiği yerde de benimle birlikte yaptığı işi yapmaya kalktı.

—Anlaşamadı iseniz, ayrılması ve daha önceki yaptığı işi yapması doğal değil mi? Ne yapacaktı başka? Karalar bağlayıp eve çekilip oturacak mıydı? Bu evlilik değil ki. Ki evliliklerde bile baktın geçim olmuyor. Kimsenin hoşuna gitmese de ayrılık olabiliyor. Nasıl ki evliliği bitirenler bir başkası ile yeniden yuva kurabilme hakkı elde edebiliyorsa bu da varsın, seninle birlikte iken öğrenip tecrübe kazandığı işi yapsın.

—Bilmediğin bir şey var. Olur olmaz konuşma.

—Neymiş o?

—Senin o tecrübe dediğin şeyi bana borçlu. Bugün meşhur biri ise sayemdedir. Zira onu o makamlara ben getirdim.

—Getirdiysen, ehil biri olmalı. Ya değilse getirmezsin.

—Doğrusunu söylemek gerekiyorsa, ehil biri değildi. Sayemde oldu hepsi. Kısaca varlığını, tanınırlığını, her şeyini bana borçlu. Nankörlüğü de bundan.

—Bir dakika. Sen onu ehil biri değilken mi o kadar sorumlulukları verdin?

—Evet.

—Üstüme iyilik sağlık. Sen değil miydin, emaneti ehline verin fermanını bize sık sık hatırlatan, Ömer’in adaletle ilgili uygulamalarına atıf yapan, zaman zaman Ömerler arayan? Gerçekten ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?  Ne oldu sana böyle? Hele liyakati yokken onu oraya ben getirdim demen itirafı gaftan da öte bir şey. Buna özrü kabahatinden büyük denir. Yakışır mı bilmem ama buna “Şecaat arz ederken merdi Kıpti sirkatin söyler” de denebilir. Suçüstü yakalanmadır bu. Ayrıca “İş, ehli olmayana verildiği zaman kıyameti bekle” hadisini nereye koyacağız bu durumda?

—Oğlum, nereden bilebilirim böyle hain olacağını. Hem ben onu bulup getirmeseydim, onu kim tanırdı? Onun bu yaptığına yediği kaba pislemek denir.

—Hep diyorsun ki onu ben getirdim, değilse o bir hiç idi. Buradan gidersek, bir zamanlar sende bir hiç değil miydin? Tanınıyor muydun? Geldiğin yerlere, aldığın sorumluluklara seni biri getirmedi mi? Üstelik sen de seni bir yere getirenleri bırakarak onların işini nicedir yapmıyor musun? Çırak bile ustasından öğrendiğini ayrı dükkan açarak rızkını temine çalışır. Ustam beni nankör görür deyip çırak usta olduktan sonra da mı ustasına çalışacak? Sen yaparken iyi, başkası yaparken kötü değil mi? Bırak aynı işi yapsın. Müşterisi olmazsa kapatır tezgahı. Tamam, bir O, bir ben varım. Bir başkası nazarımda benim marabam diyorsun. Yahu şu etrafına bir bak. Kırıp döktüklerin yüzünden başım öne eğik. Kimsenin yüzüne bakamıyorum. Kimi görsem, babam buna ne yaptı psikolojisini taşır oldum. Halbuki dün başım eğikken sayende başım dimdik olmuştu. Bugün yine sayende başımı kaldıramıyorum utancımdan.

—Ben ne yaptığımı biliyorum. Sen de nankörlük yapma.

—Beni boş ver de diyelim ki insanları bir yere ehil olmadığı halde iyilik olsun diye getirdin. Sonra nankörlük yapıp çekip gittiler. Çekip giden olduysa, işine yoğunlaman gerekmiyor mu? Giden insanın ardından konuşmak, yaptığın iyiliği başa kakmak da ne oluyor? Sen ne ara böyle başa kakar oldun. Sana göre kim senden ayrılmışsa, kim seni desteklemiyorsa katıksız nankör.

—Nankörler tabi. Zira her şey sayemde oldu. Kadir kıymet bilmeyene böyle haddini bildireceksin.

—Yahu sen değil miydin, iyilik yap, denize at diyen? Sen değil miydin, zekat ve sadaka verirken bile insanların onurunu korumak için sağ elin verdiğini sol el görmeyecek diyen?

—Şu konuştuklarına bak. Nasıl oğlumsun anlayamadım. Demek ki seni iyi yetiştirememişim diyeceğim ama bende bir hata yok. Zira ben hata yapmam. Neyse, bunu da geçtim. Merak ediyorum, sen kimden yanasın?

—Oğlun da olsam, ben haktan ve doğruluktan yanayım baba. Senin bir zamanlar emaneti ehline vermek lazım, sağ elin verdiğini sol el görmeyecek, halka hizmet Hakka hizmet sözlerini düstur kabul ediyorum ama görüyorum ki dil başka söylüyor, uygulamaların başka. Hasılı, senin bir zamanlar doğru olduğuna inandığım doğrularını savunacağım ama gittiğin yoldan gitmeyeceğim. Zira ele verir talkını, kendi yutar salkımı seninkisi. Ben Ömer aramayacağım, Ömer olacağım. Ben elimde imkan olursa emaneti ehline vereceğim. Görev verdiğime de nankör demeyeceğim. Benden ayrılanın ya da ayrıldığım kimselerin aleyhine konuşmayacağım. Öküz öldükten sonra da ortaklığı bozmayacağım. Ayrı kulvarlarda rakip bile olsam, geçmiş iyi günlerin hatırına dostlarımın aleyhinde konuşmayacağım.

—Son sözün bu mu?

—Sana son sözüm, durmadan başa kakacaksan, ne olur iyilik yapma. Seni her bırakıp gidene hain diyeceksen, ne olur, kimseyle çalışma. Nasılsa sende Allah vergisi bu yetenek var. Bir başına didin dur. Başka da ne diyeyim? Son olarak bir de şunu söyleyeyim. “Allah’ı ve peygamberini seviyorsan, ya hayır konuş ya da sus. Ne olursun, Allah rızası için sus. Zira konuştukça batıyorsun. Her konuşman bir önceki savunduklarını nakzedecek şekilde çelişkilerle dolu. Durum bu iken bir de benim kitabımda geri dönmek yok demen yok mu? Deme bari. Çünkü gördüğüm kadarıyla dilinin kemiği yok. İstediği tarafa dönüyor. Bari, fikrimi değiştirdim de.

—Ama bu çelişkilerime kimse bir şey diyemiyor?

—Nasıl desinler mübarek babam. Çelişkini içinden geçirmeye kalkan, başkası duymuş olabilir mi diye sağına soluna bakıp suspus oluyor. Yani ekmeğimi keser korkusudur onları susturan. Sanki rızkı veren sensin…

*19/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır. 

Tanıdık Bir Alışveriş *

İş çıkışı eve geçmeden çarşı içine girdim. Kadınlar Pazarının önünden geçerken iri iri şeftaliler gördüm. 10 lira yazıyordu fiyatına. Evde de dünden marketten aldığım şeftali vardı ama gözüm kaldı şeftalide. Albeni diyordu kırmızı iriliği ve fiyatı. Büyüklüğüne aldırma kardeşim, tadı yoktur hem eziktir dedim, yürüdüm gittim.

Geçip gitsem de olmayan aklımın bir köşesinde kaldı şeftali. Almalıydın, nereden bulacaksın böylesini, bir daha bu fiyata dedim. Bir pişmanlıktır yürüyorum ama ayaklarım geri geri gidiyor.

Kuzey girişine gelince kalabalığın içinde yine iri iri şeftaliler gözüme ilişti. Oradan almadın, gel buradan al. Bak son pişmanlık fayda vermez dercesine.  Yavaştan yaklaştım. Fiyat yazmıyordu. O değilden kaça dedim. 12’ye verdik ama 10’a düşürdük dedi. Hem de yarma imiş. Fiyatının yanında yarma olması da benim için bir artı idi. Dün daha küçüğüne ve yarma olmayanına 13 vermiştim. İki kilo ver dedim. Bir taraftan da cebimden 20 lira bulmaya çalışıyorum.

Para çıkarıncaya kadar elinde açılmış poşetle bekledi satıcı. Yüzüme bakmadan elimdeki 20 liraya uzattı elini. Demek ki para peşin kırmızı meşin dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Parayı alıp arka tarafta tartan kişiye uzattı. Ardından poşete şeftali koymaya başladı. Öndeki kasadan sırayla almadı. Biraz o kasadan biraz bu kasadan sonra önümde en önde duran iki üç tane daha koydu. Tartıya uzattı. Uzatılan kaç kilo kaç gram geldi bilmiyorum. Çünkü müşteri göremeyecek şekilde bir tezgah kurulmuş. Poşeti teraziye koydu. Ne eksik deyip ilave etti ne fazla deyip çıkardı ne de içinden büyüğünü alıp kasadan küçüğünü aradı. Boşu boşuna tarttı hasılı. Mübareğin eli terazi imiş. Aslında teraziye bile gerek yok. Poşete doldurup al iki kilo diyecek böyleleri. Tarttığını sandığım kişi poşet parasını hesaba katmadan ikinci koyu bir poşete daha koydu şeftaliyi. Karlı bir kazanç için feda olsundu ikinci bir poşet. İçindeki poşeti kördüğüm yapacak şekilde bağladı. Ardından bana uzattı.

Tüm bu olup bitenleri sesimi çıkarmadan manidar bir şekilde bir güzel izledim. İçimden, evde olduğu halde iriliğine, yarmalığına aldanarak almaya kalktığın bu şeftali aşkı seni üzecek dedim. Çünkü seyyar satıcı veya tablacılardan kalma bu alavere bana tanıdık geldi. Bir esnaf, aldığın meyvenin ağzını o kadar işinin arasında bir güzel bağlıyorsa, sen o meyvenin hayrını görmezsin. Belli ki ezik şeftaliler var içinde dedim. Belli ki kadınlar pazarında dükkan açmadan epey bir tablacılık yapmış olmalı beyefendi. Çoğu seyyar satıcının bile bu ucuz numaraları terk ettiği günümüzde bu esnaf hala bu işlere yelteniyorsa, demek ki dünyasını epey kurtarmış olmalı. Ötesini bilemem. Aman, neyse ne. Aldığım ihtiyaç fazlası iki kilo şeftali idi şunun şurasında.

Kalbimi daha fazla bozmadan poşeti elime aldım, evimin yolunu tuttum.

Yemekten sonra haberi eşimden aldım. Şeftaliler güzel görünüyor ama iki-üç tanesi ezik dedi. Kötü haber tez yayılır dedikleri bu olsa gerek. Sanki sordum. Ben o şeftalileri görmeden ezik olduğunu anlamıştım zaten. Zira bağlamasından belli idi. Hasılı eski tanıdık alışverişlerden birini daha bu şekilde akşam akşam yapmış oldum. Kısa günün kârı.

Aslında bu alışveriş bana yabancı değildi. Ta ortaokul talebesi iken ilçeme gideceğim zaman Eski Garaj civarında yine bir tablacıdan böyle şeftali almıştım. Kardeş, ilçeye gideceğim, çok yumuşaklarını verme dedim. Tamam dedi ve ağzını bağlayıp vermişti. Elime alınca parmağımın dokunmasıyla birlikte şeftalinin vahametini öğrenmiştim. Poşeti tablaya koyarak para da kalsın şeftali de senin olsun deyip çekip gitmiştim. Hasılı bu benim ikinci sokuluşum oldu.

Siz siz olun, bir esnaf ürününü seçtirmiyorsa uzak durun. Tamam kendi versin dediniz. Verdiğinin ağzını bağlıyorsa ürün de para da sen de kalsın deyin, ardınıza bakmadan uzaklaşın oradan. Giderken de şeytan görsün böylesinin yüzünü deyin. Yok, ben eziğini, beni böyle kandıranı seviyorum diyorsanız, yanlış esnafa gitmemek için bir telefon kadar yakınım size.

*07/09/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.