—Babacığım, falana niye çok kızıyorsun? Üstelik kızmakla da kalmayıp ihanet
içerisinde olduğunu söylüyorsun.
—Hain de ondan.
—Nereden hain oluyor? Senin ardından gizli-kapaklı iş mi çevirdi?
—Evet.
—Ne yaptı?
—Birlikte çalışıyorduk. Ayrıldı gitti. Gittiği yerde de benimle birlikte
yaptığı işi yapmaya kalktı.
—Anlaşamadı iseniz, ayrılması ve daha önceki yaptığı işi yapması doğal
değil mi? Ne yapacaktı başka? Karalar bağlayıp eve çekilip oturacak mıydı? Bu
evlilik değil ki. Ki evliliklerde bile baktın geçim olmuyor. Kimsenin hoşuna
gitmese de ayrılık olabiliyor. Nasıl ki evliliği bitirenler bir başkası ile
yeniden yuva kurabilme hakkı elde edebiliyorsa bu da varsın, seninle birlikte iken
öğrenip tecrübe kazandığı işi yapsın.
—Bilmediğin bir şey var. Olur olmaz konuşma.
—Neymiş o?
—Senin o tecrübe dediğin şeyi bana borçlu. Bugün meşhur biri ise
sayemdedir. Zira onu o makamlara ben getirdim.
—Getirdiysen, ehil biri olmalı. Ya değilse getirmezsin.
—Doğrusunu söylemek gerekiyorsa, ehil biri değildi. Sayemde oldu hepsi.
Kısaca varlığını, tanınırlığını, her şeyini bana borçlu. Nankörlüğü de bundan.
—Bir dakika. Sen onu ehil biri değilken mi o kadar sorumlulukları verdin?
—Evet.
—Üstüme iyilik sağlık. Sen değil miydin, emaneti ehline verin fermanını
bize sık sık hatırlatan, Ömer’in adaletle ilgili uygulamalarına atıf yapan,
zaman zaman Ömerler arayan? Gerçekten ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin?
Ne oldu sana böyle? Hele liyakati yokken
onu oraya ben getirdim demen itirafı gaftan da öte bir şey. Buna özrü kabahatinden
büyük denir. Yakışır mı bilmem ama buna “Şecaat arz ederken merdi Kıpti
sirkatin söyler” de denebilir. Suçüstü yakalanmadır bu. Ayrıca “İş, ehli
olmayana verildiği zaman kıyameti bekle” hadisini nereye koyacağız bu durumda?
—Oğlum, nereden bilebilirim böyle hain olacağını. Hem ben onu bulup getirmeseydim,
onu kim tanırdı? Onun bu yaptığına yediği kaba pislemek denir.
—Hep diyorsun ki onu ben getirdim, değilse o bir hiç idi. Buradan gidersek,
bir zamanlar sende bir hiç değil miydin? Tanınıyor muydun? Geldiğin yerlere,
aldığın sorumluluklara seni biri getirmedi mi? Üstelik sen de seni bir yere
getirenleri bırakarak onların işini nicedir yapmıyor musun? Çırak bile
ustasından öğrendiğini ayrı dükkan açarak rızkını temine çalışır. Ustam beni
nankör görür deyip çırak usta olduktan sonra da mı ustasına çalışacak? Sen yaparken
iyi, başkası yaparken kötü değil mi? Bırak aynı işi yapsın. Müşterisi olmazsa
kapatır tezgahı. Tamam, bir O, bir ben varım. Bir başkası nazarımda benim
marabam diyorsun. Yahu şu etrafına bir bak. Kırıp döktüklerin yüzünden başım
öne eğik. Kimsenin yüzüne bakamıyorum. Kimi görsem, babam buna ne yaptı
psikolojisini taşır oldum. Halbuki dün başım eğikken sayende başım dimdik
olmuştu. Bugün yine sayende başımı kaldıramıyorum utancımdan.
—Ben ne yaptığımı biliyorum. Sen de nankörlük yapma.
—Beni boş ver de diyelim ki insanları bir yere ehil olmadığı halde iyilik
olsun diye getirdin. Sonra nankörlük yapıp çekip gittiler. Çekip giden olduysa,
işine yoğunlaman gerekmiyor mu? Giden insanın ardından konuşmak, yaptığın
iyiliği başa kakmak da ne oluyor? Sen ne ara böyle başa kakar oldun. Sana göre
kim senden ayrılmışsa, kim seni desteklemiyorsa katıksız nankör.
—Nankörler tabi. Zira her şey sayemde oldu. Kadir kıymet bilmeyene böyle
haddini bildireceksin.
—Yahu sen değil miydin, iyilik yap, denize at diyen? Sen değil miydin,
zekat ve sadaka verirken bile insanların onurunu korumak için sağ elin
verdiğini sol el görmeyecek diyen?
—Şu konuştuklarına bak. Nasıl oğlumsun anlayamadım. Demek ki seni iyi
yetiştirememişim diyeceğim ama bende bir hata yok. Zira ben hata yapmam. Neyse,
bunu da geçtim. Merak ediyorum, sen kimden yanasın?
—Oğlun da olsam, ben haktan ve doğruluktan yanayım baba. Senin bir zamanlar
emaneti ehline vermek lazım, sağ elin verdiğini sol el görmeyecek, halka hizmet
Hakka hizmet sözlerini düstur kabul ediyorum ama görüyorum ki dil başka
söylüyor, uygulamaların başka. Hasılı, senin bir zamanlar doğru olduğuna
inandığım doğrularını savunacağım ama gittiğin yoldan gitmeyeceğim. Zira ele
verir talkını, kendi yutar salkımı seninkisi. Ben Ömer aramayacağım, Ömer
olacağım. Ben elimde imkan olursa emaneti ehline vereceğim. Görev verdiğime de
nankör demeyeceğim. Benden ayrılanın ya da ayrıldığım kimselerin aleyhine
konuşmayacağım. Öküz öldükten sonra da ortaklığı bozmayacağım. Ayrı kulvarlarda
rakip bile olsam, geçmiş iyi günlerin hatırına dostlarımın aleyhinde
konuşmayacağım.
—Son sözün bu mu?
—Sana son sözüm, durmadan başa kakacaksan, ne olur iyilik yapma. Seni her bırakıp
gidene hain diyeceksen, ne olur, kimseyle çalışma. Nasılsa sende Allah vergisi
bu yetenek var. Bir başına didin dur. Başka da ne diyeyim? Son olarak bir de
şunu söyleyeyim. “Allah’ı ve peygamberini seviyorsan, ya hayır konuş ya da sus.
Ne olursun, Allah rızası için sus. Zira konuştukça batıyorsun. Her konuşman bir
önceki savunduklarını nakzedecek şekilde çelişkilerle dolu. Durum bu iken bir
de benim kitabımda geri dönmek yok demen yok mu? Deme bari. Çünkü gördüğüm kadarıyla
dilinin kemiği yok. İstediği tarafa dönüyor. Bari, fikrimi değiştirdim de.
—Ama bu çelişkilerime kimse bir şey diyemiyor?
—Nasıl desinler mübarek babam. Çelişkini içinden geçirmeye kalkan, başkası
duymuş olabilir mi diye sağına soluna bakıp suspus oluyor. Yani ekmeğimi keser
korkusudur onları susturan. Sanki rızkı veren sensin…
*19/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder