15 Ağustos 2022 Pazartesi

Gözlük Maceram

Gözümle derdim ilkokul 4 ya da 5.sınıfta iken başladı. Gözümün ağrısından iki gün boyunca okula gidemedim. 

İlkokuldan sonra verdiğim üç yıl aranın ardından 17'den gün almış biri olarak orta 1'e başladım. 

İlk sınıfım, bir ara 69 mevcuda çıksa da 66 kişilik ince uzun bir sınıftı. Her sırada üçer kişi otururduk. Akranlarıma göre büyük olduğumdan en arka sıraya otururdum. 

Oturunca anladım ki tahtadaki yazıları okuyamıyorum. Bir süre yanımdaki arkadaşın yazdıklarından tahtayı defterime geçirdim. 

Bir akrabamın aracılığıyla özel bir göz doktoruna gittim. Yine onun sayesinde eskiden yaşlı insanların yakın gözlüğü olarak kullandığı siyah bir gözlüğüm oldu. Bu gözlük seçiminde bir tercihim olmadı. 0,75 idi ilk göz numaram. 

Gözüme takıp dışarı çıktığımda az önce geldiğim yollara hendek açılmış zannına kapıldım. Ne ara açtılar bu çukuru deyip gözlüğü çıkarınca kaldırımlarda herhangi bir değişikliğin olmadığını gördüm. Ayrıca doktor nasıl muayene etti ise takındığım bu gözlükle de çok iyi göremedim. İyi-kötü böyle alışacağım ama nasıl alışacaktım? Çünkü herkesin bana baktığı zehabına kapıldım. Bir başka sorun, beni gözlüksüz tanıyan sınıf arkadaşlarım ne diyecekti? Zira o zamanlar gözlük herkeste olmazdı. Gözlük takan için de ya dört göz deyip dalga geçecekler ya da gözün kör mü oldu diyeceklerdi. Ki bir tanıdığım, bismillah demeden dedi bile. Çekemezdim bunu. 

Ani bir kararla bu gözlüğü takmama kararı aldım. Gözlüğü ceketin cebine bir koydum. Bir daha kullanmadım. 

Yine arka sırada oturuyorum. Gözlerimi kısarak tahtadaki yazılanları okumaya çalışıyorum. Bir kısmını bu şekil okuyabilsem de çoğunu okuyamazdım. Son çare yanımdakinden tahtayı deftere geçiriyorum. 

Sanırım, bir arkadaşın söylemesiyle duvar tarafında oturmam şartıyla sınıf öğretmenim önden üçüncü sıraya oturttu beni. Böylece tahtayı görür oldum. 

Orta sınıfı bu şekil gözlüksüz bitirdim. Lise bire gelince hastaneye nasıl gidilir, nasıl muayene olunur bilmem. Meşhur birkaç göz doktoru vardı özel muayenesi olan. Özel muayene ücretini ve gözlük bedelini öğrenip parayı temin ettim. Muayene sonucu yeni göz numaram 1,25 olmuştu. 

Lise 1'den beri kesintisiz uzak gözlüğü kullandım. O günden sonra sabah kalkar kalkmaz ilk işim gözüme gözlük takmak oldu. Adeta vücudumdan bir parça oldu. Nere gittiysem, gözlük de benimle birlikteydi. 

Birkaç senede bir muayene olmak suretiyle göz numaram yüksele yüksele 2,75'e kadar çıktı. Belli bir yaştan sonra kontrol için doktora da gitmedim. Uzun yıllar bu numarayı kullandım. 

Yaş geldi 60'a. Halen bu 2,75 numaralı uzak gözlüğünü kullanıyorum. Ama eskisi gibi ihtiyaç hissetmiyorum. Sadece uzağa bakmam gerektiğinde gözlüğe ihtiyacım oluyor ama yine de gözümde duruyor. Yazı, çizi işim olursa bu gözlüğü çıkarıyorum. Kah başıma kah yanıma koyuyorum. Yakın gözlüğü kullanmadan çıplak gözle okuyorum. 

Gel zaman git zaman yataktan baş ağrısı ile uyanır oldum. Bu ağrı geçsin diye hap dışında daha önce uyguladığım tüm tedavi yöntemlerini uyguladım. Belli ki önceki baş ağrılarından farklı idi. İnce bir sızı gibi gün boyunca sızladı durdu. Bir gün böyle beş gün böyle derken galiba bende tansiyon var deyip hastaneye giderek ölçtürdüm. Daima 12-8 olan tansiyonum hipertansiyon seviyesinde yüksek çıktı. Daha önce tansiyonu bir yerde tutma ve koruma amaçlı doktorun yazıp kullandığım en hafif seviyeli tansiyon ilacımdan doktora yazdırdım. Bir hafta boyunca ilacı kullanmama rağmen tansiyonum yine düşmedi. İnişli-çıkışlı bir seyir izledi. Gözlerim de eskisi gibi net görmez oldu. Kafamdaki ağırlık da cabası.

Bir akşam beyin emarı çektirdim. Nöroloji uzmanı beyinde bir sorun görmedi. Beyne giden damar yolları açık mı diye ultrasyon çektirdim. Damarlarda bir tıkanma yoktu. Kardiyolojiye gittim. Daha önceki EKO filmindeki gibi idi kalbim. Kalp cidarlarında başlayan kalınlaşma aynen devam ediyordu. Tansiyon ilacını değiştirelim, bir ay boyunca kullan, ardından yeniden kontrole gel, faydasını görürsen bu ilacı raporlarız dedi. 

Kardiyologdan çıkışta iyi de gözlerim niye net değil o zaman dedim ve  göz doktoruna göründüm. Yıllardır benden bir parça olan uzak gözlüğümle doktorun gösterdiği harfleri okuyamadım. Başka cam taktı. Tüm harfleri bir çırpıda okudum. Dedi ki senin göz numaran 2'ye düşmüş. Şaşırdım doğrusu. Başka tahlil ve tetkiklerin ardından  yeni göz numaramla ilgili reçeteyi yazmadan önce bir de tetkik odasına giderek bilgisayardan gözünüzü ölçtürün dedi. Ölçtürdük. Benim 2,75 olan göz numaram 1,5'a gerilemiş. Doktor, her ne kadar 1,5 çıksa da ben 2 numara vereceğim dedi ve reçetesini yazdı. Akşama doğru yeni camları gözlükçüye taktırdım. Daha önce puslu gördüğüm hayat cam gibi oldu. Hasılı uzak gözlüğü takmaya yine devam ama daha düşüğü ile talim ediyorum artık. 

Siyasetimizin Senaristleri Kimlerdir? *

Aramızda Türk filmi izlemeyenimiz yoktur. Filmi izlemeden başrol oyuncularına bakarız. Beğendiğimiz aktörler ise daha bir dikkatli izleriz filmi. Kendimiz iyi veya kötü olsak da filmin diğer aktör ve figüranlarından ziyade başrol oyuncusunun rolüne kaptırırız kendimizi. Zira gönlümüz ondadır. Çünkü toplumsal olaylar işlenir filmde. Başrol oyuncumuz da problemi çözmek için film boyunca koşuşturur. Bizi kah korkutur kah heyecanlandır kah duygulandırır. Başta ne kadar sıkıntı çekerse çeksin, filmin sonunda kötülere karşı galip gelen başrol oyuncusudur ve ne güzel film çevirmiş diyerek bizden alkışı alır.

Tüm iltifat ve takdirler başrol oyuncusuna olsa da aslında takdiri hak eden filmde görünmeyen oyunun senaristidir. Çünkü filmde işlenen konunun yazarı odur. Bizim film boyunca alkışladığımız başrol oyuncusunun rolü, rolünü içten oynaması, rolünü iyi becermesidir. Üstlendiği bu rolden dolayı parasını alır, geçimini bu şekilde karşılar. Anlatmak istediğim, başrol oyuncusu filmde her ne kadar oyun kurucu aktör gibi görünse de aslında kendisi de bir figürandır. Yani oyunun gidişatına ve sonucuna bir dahli yoktur. Ona yön veren senaristtir.

Film ve dizilerin senaristinden siyasilerimize gelmek istiyorum. Acaba siyaset sahnemizde parti ve genel başkanı olarak görev alanlar birer aktör mü yoksa bunlara da yön veren bir akıl hocaları yani senaristleri var mı? Yaptıkları icraatlarında, aldıkları kararlarında ne kadar inisiyatif kendilerine ait? Kısaca ne kadar yerliler? Acaba birileri bizim siyasetimizi ve siyasilerimizi dizayn ediyor olabilirler mi? Bir partiniz var, bu partinin fanatiği iseniz, partinize ve genel başkanınıza laf söyletmezsiniz. Bizim genel başkanımız öp öz bu toprağın insanı ve yerli, rakip parti genel başkanını ise dış güçlerden emir alan biri olarak görürsünüz. İktidarıyla, muhalefetiyle bu ülkede siyaset yapan her genel başkanın, hatasıyla sevabıyla bu toprağın insanı olmasını, aldığı kararların ülke menfaatine olmasını, kısaca fikir babasının yani senaristinin genel başkanları ve partilerin MKYK'si olmasını temenni ediyorum. Böyle de görmek istiyorum. Zira hiçbir siyasi partiyi ve genel başkanını da bu şekil bir töhmet altında bırakmak istemem ama şüphelerim olduğunu da belirtmeden edemeyeceğim. 

Bu temennimin ardından soru sorarak, örnek vererek kulaklarımıza biraz kar suyu kaçsın istiyorum. Çünkü bu ülke -her ne kadar biz büyük ve güçlü bir ülkeyiz desek de- büyük bir ülke değil, birçok yönüyle bağımlı bir ülkeyiz. Ekonomik bağımsızlığı olmayan bir ülkenin kendi kararlarını kendisinin alması mümkün değil. Kısaca oyun kurucu bir ülke değiliz. Oyun kurucu ülkeler de ülke yönetimini bize bırakacak değiller. Çünkü dünyaya onlar yön veriyorlar. Hep merak etmişimdir, 1. Dünya Savaşının ardından yenilmiş ve ülkesi İtilaf Devletleri tarafından işgal edilmiş ve paylaşılmış bir ülke durumunda iken İtalyan'ı, Fransız'ı, Rusya'sı niye çekip gider? İstanbul'a yerleşmiş İngilizler niçin tek kurşun atmadan uğurlanır? Manidar değil mi? Öyle zannediyorum, işgal ettikleri devleti yönetmek kendilerine daha pahalı geldi. Uyumlu çalışabilecekleri veya çıkarlarını koruyacak bir ekibi bularak çekip gittiler. Ben büyük ve oyun kurucu bir devlet olsam, tıpkı bunların yaptığı gibi yaparım. Zira polisiye tedbirlerle bir ülke yönetilmez.

Geçmiş örnekten günümüz siyasetine dair bir örnek verelim. Malumunuz halihazırda iki ittifak var. Bu ittifaklardan Millet İttifakı için altı birbirine benzemez deniyor. Ki haklılık payı da var. Çünkü iç ve dış politikada bir araya gelmemesi gerekenler bir araya gelebiliyor. Burada sormak gerek. Bunlar şartlar öyle gerektiği için mi bir araya gelebiliyor yoksa bunları bir araya getiren hepsinin üzerinde bir başka irade mi var? Haydi diyelim ki bunlar muhalefet, iktidara gelmek için böyle bir strateji geliştirdiler. Ya Cumhur İttifakına ne diyelim? Bunlar birbirine çok mu benziyor? Daha 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinde birbirlerine karşı kanlı bıçaklı idiler. Erdoğan ile Bahçeli ağza alınmayacak söz ve hakaretleri birbirlerine karşı söylediler. 7 Haziran seçim sonuçlarına göre kurulması düşünülen koalisyona bile yanaşmadı Bahçeli. Dünün düşman kardeşleri bugün canciğer kardeş. Bu ülkede “Cumhurbaşkanı olamayacak tek kişi Erdoğan” söylemini bıraktı Bahçeli. Daha Erdoğan adaylığını açıklamadan bizim Cumhurbaşkanı adayımız Erdoğan deyiveriyor.

İttifakın içinde resmi olarak yer almamakla beraber Erdoğan’ın her icraatını öve öve bitiremeyen Perinçek’e ne demeli? Dün Erdoğan’a karşı konuşurken ağzından ateşler püskürten Perinçek, bugün hükümetin en büyük destekçisi durumunda. Bu durum manidar değil mi? Dünyada bir araya gelemeyecek üç kişi sayın dense, bunlar; Erdoğan-Bahçeli-Perinçek olurdu. Aralarından maşallah su sızmıyor. Perinçek Erdoğan’dan daha Erdoğancı, Bahçeli Erdoğan’dan daha Erdoğancı. Bu üçlüye de tıpkı birbirine benzemez altılı dendiği gibi birbirine benzemez üçlü dense yanlış olmaz. Beni düşündüren, bu üçlü kendi iradesiyle mi bir araya geldi yoksa bunları bir araya getiren bir başka irade mi var? Normal şartlarda bir araya gelmeleri muhal olan bu üçlünün bir araya gelmesi, sorunsuz ittifakı yürütmesi açıkça bana manidar geliyor. Kendi iradeleriyle bir araya geldilerse demokrasimiz adına sevindiricidir. Çünkü siyaset demek, hata ve yanlışlarla yüzleşip asgari müştereklerde anlaşabilmek demektir. Yok, başka bir iradenin güdümünde iseler, işte o zaman vay halimize.

Yazımı, yazımın başında değindiğim film senaristi ile bitirelim. İzlediğimiz her bir filmde rol alan aktörlerin aslında birer figüran olduğunu, esas aktörün filmin senaristi olduğunu biliyorsak, Türk siyasetinde aktör olarak yer alan siyasetçilerimizin senaristleri -varsa- kimler?

*20/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

13 Ağustos 2022 Cumartesi

Bidon Kafalı, Hain ve Nankör Seçmen *

Bidon kafalı” ya da “cahil” hakaretini, CHP’ye oy vermeyen ve CHP’yi iktidara getirmeyen seçmenler için geçmişte bazı CHP’li kalemşörler yapardı. Bu ithamlar işe yaradı mı? Yaramadığı gibi bir bidon kafalı olarak bidon kafalıları ardı arkasına iktidara taşıyarak bu partiye iktidar yüzü nasip etmedi. Öyle ya kendisine hakaret edilen bir seçmen gidip bunlara niye oy versin, değil mi? Üstelik oy vermediği gibi bugün kendisine bu şekil hakaret edilmemesine ve aradan yıllar geçmesine rağmen seçmen kendisine yapılan bu hakaretleri unutmadı. 

Nicedir iktidarda açık farkla dünkü dışlanan ve horlanan bu bidon kafalılar var. Bir zaman iyi de çalışıp hizmet ettiler. 

2023 seçimlerine hazırlanan Türkiye'de durum nasıl, bu seçimleri kim alır derseniz, kim alır bilemem. Bu, ancak sandıkta ortaya çıkar. Burada seçim sonucundan ziyade bir başka hususa yani seçim sonuçlarını etkileyebilecek bir faktöre değineceğim. 

Bugün kimseye bidon kafalı denmiyor idiyse de hakaretler hız kesmedi. Seçmene "hain, nankör" gibi sözler söyleniyor. Kim söylüyor bunu? Bazı AK Parti savunucuları, trolleri ve sempatizanları yani dün kendisine bidon kafalı denen kesim söylüyor. Kime söylüyorlar? Bir zaman kendilerine hakaret edenlere mi? Hayır. Bilakis dün belki de beş dönemdir AK Parti'ye oy veren ama yavaş yavaş oy verdiği partiyi eleştiren ve desteğini çekmeye hazırlanan AK Partili seçmene söylüyorlar. 

Bugün kararsız, parti arayışına giren veya AK Parti’ye verdiği desteği çeken ya da desteğini çekmeye hazırlanan seçmen kesimi nankör ya da hain mi? Hain ve nankör olduklarını bilemem. Daha doğrusu bu ithamı kimseye yapmam. Çünkü serbest seçimlerde istediği partiye oy verme özgürlüğü olan seçmenin parti değiştirmesini de nankörlük ve ihanet olarak görmem. Zira seçmen bunu hak etmiyor. Bu seçmen ne dün bidon kafalı ve cahil idi ne de bugün nankör ve haindir. 

Nedense bu nankör ve hain söylemleri son yıllarda artmaya başladı. Niye şimdi söyleniyor? Çünkü dünün bidon kafalıları hiç olmadığı kadar bu seçimlerde oya muhtaç. Anketler çoğunluğu sağlayamayacaklarını gösteriyor. Burada şu soru sorulmalı? Çoğunluğu yeniden sağlamanın yolu, seçmenine nankör ve hain demek midir? Daha doğrusu bu hakaret ve ithamlara maruz kalan seçmen, "Doğru söylüyorsunuz. Bizim bu yaptığımız tam bir nankörlük" deyip AK Parti'ye ya da Cumhur İttifakına oy mu verecek? Verir veya vermez demiyorum ama hiçbir seçmen kendisini nankör görmez ve kendisine nankör denen bir partiye de gidip oy vermez. Bunu nereden biliyorum? Seçmenin geçmiş tecrübesinden. Bu seçmen, kendisine bidon kafalı diyenleri nasıl iktidara getirmedi ise bugün kendisine nankör ve hain diyenleri de iktidarda tutmaz. O yüzden Ak Parti adına konuşanlar, partimizi savunuyoruz diye seçmene nankör diyenler bir durum değerlendirmesi yapmalı. Seçmenden ziyade kendilerine bakmalılar. Unutmasınlar ki bu halk her şeyi hoş görür ama kendisine yapılan hakareti affetmez. O yüzden Cumhur İttifakı adına konuşanlar ve bu ittifakı savunduğunu sananlar, daha vakit varken ayrıştırıcı söylemler yerine birleştirici ve toparlayıcı bir üslup kullanmalılar. Değilse, bugünleri ve bu oyları çok ararlar.

*15/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.