Aramızda Türk filmi
izlemeyenimiz yoktur. Filmi izlemeden başrol oyuncularına bakarız. Beğendiğimiz
aktörler ise daha bir dikkatli izleriz filmi. Kendimiz iyi veya kötü olsak da
filmin diğer aktör ve figüranlarından ziyade başrol oyuncusunun rolüne kaptırırız
kendimizi. Zira gönlümüz ondadır. Çünkü toplumsal olaylar işlenir filmde.
Başrol oyuncumuz da problemi çözmek için film boyunca koşuşturur. Bizi kah
korkutur kah heyecanlandır kah duygulandırır. Başta ne kadar sıkıntı çekerse
çeksin, filmin sonunda kötülere karşı galip gelen başrol oyuncusudur ve ne
güzel film çevirmiş diyerek bizden alkışı alır.
Tüm iltifat ve takdirler
başrol oyuncusuna olsa da aslında takdiri hak eden filmde görünmeyen oyunun
senaristidir. Çünkü filmde işlenen konunun yazarı odur. Bizim film boyunca
alkışladığımız başrol oyuncusunun rolü, rolünü içten oynaması, rolünü iyi
becermesidir. Üstlendiği bu rolden dolayı parasını alır, geçimini bu şekilde
karşılar. Anlatmak istediğim, başrol oyuncusu filmde her ne kadar oyun kurucu
aktör gibi görünse de aslında kendisi de bir figürandır. Yani oyunun gidişatına
ve sonucuna bir dahli yoktur. Ona yön veren senaristtir.
Film ve dizilerin
senaristinden siyasilerimize gelmek istiyorum. Acaba siyaset sahnemizde parti
ve genel başkanı olarak görev alanlar birer aktör mü yoksa bunlara da yön veren
bir akıl hocaları yani senaristleri var mı? Yaptıkları icraatlarında, aldıkları
kararlarında ne kadar inisiyatif kendilerine ait? Kısaca ne kadar yerliler?
Acaba birileri bizim siyasetimizi ve siyasilerimizi dizayn ediyor olabilirler
mi? Bir partiniz var, bu partinin fanatiği iseniz, partinize ve genel
başkanınıza laf söyletmezsiniz. Bizim genel başkanımız öp öz bu toprağın insanı
ve yerli, rakip parti genel başkanını ise dış güçlerden emir alan biri olarak
görürsünüz. İktidarıyla, muhalefetiyle bu ülkede siyaset yapan her genel
başkanın, hatasıyla sevabıyla bu toprağın insanı olmasını, aldığı kararların
ülke menfaatine olmasını, kısaca fikir babasının yani senaristinin genel
başkanları ve partilerin MKYK'si olmasını temenni ediyorum. Böyle de görmek
istiyorum. Zira hiçbir siyasi partiyi ve genel başkanını da bu şekil bir töhmet
altında bırakmak istemem ama şüphelerim olduğunu da belirtmeden
edemeyeceğim.
Bu temennimin ardından
soru sorarak, örnek vererek kulaklarımıza biraz kar suyu kaçsın istiyorum.
Çünkü bu ülke -her ne kadar biz büyük ve güçlü bir ülkeyiz desek de- büyük bir
ülke değil, birçok yönüyle bağımlı bir ülkeyiz. Ekonomik bağımsızlığı olmayan
bir ülkenin kendi kararlarını kendisinin alması mümkün değil. Kısaca oyun
kurucu bir ülke değiliz. Oyun kurucu ülkeler de ülke yönetimini bize bırakacak
değiller. Çünkü dünyaya onlar yön veriyorlar. Hep merak etmişimdir, 1. Dünya
Savaşının ardından yenilmiş ve ülkesi İtilaf Devletleri tarafından işgal
edilmiş ve paylaşılmış bir ülke durumunda iken İtalyan'ı, Fransız'ı, Rusya'sı
niye çekip gider? İstanbul'a yerleşmiş İngilizler niçin tek kurşun atmadan uğurlanır?
Manidar değil mi? Öyle zannediyorum, işgal ettikleri devleti yönetmek kendilerine
daha pahalı geldi. Uyumlu çalışabilecekleri veya çıkarlarını koruyacak bir
ekibi bularak çekip gittiler. Ben büyük ve oyun kurucu bir devlet olsam, tıpkı bunların
yaptığı gibi yaparım. Zira polisiye tedbirlerle bir ülke yönetilmez.
Geçmiş örnekten günümüz
siyasetine dair bir örnek verelim. Malumunuz halihazırda iki ittifak var. Bu
ittifaklardan Millet İttifakı için altı birbirine benzemez deniyor. Ki haklılık
payı da var. Çünkü iç ve dış politikada bir araya gelmemesi gerekenler bir
araya gelebiliyor. Burada sormak gerek. Bunlar şartlar öyle gerektiği için mi
bir araya gelebiliyor yoksa bunları bir araya getiren hepsinin üzerinde bir başka
irade mi var? Haydi diyelim ki bunlar muhalefet, iktidara gelmek için böyle bir
strateji geliştirdiler. Ya Cumhur İttifakına ne diyelim? Bunlar birbirine çok
mu benziyor? Daha 7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimlerinde birbirlerine karşı
kanlı bıçaklı idiler. Erdoğan ile Bahçeli ağza alınmayacak söz ve hakaretleri
birbirlerine karşı söylediler. 7 Haziran seçim sonuçlarına göre kurulması
düşünülen koalisyona bile yanaşmadı Bahçeli. Dünün düşman kardeşleri bugün
canciğer kardeş. Bu ülkede “Cumhurbaşkanı olamayacak tek kişi Erdoğan”
söylemini bıraktı Bahçeli. Daha Erdoğan adaylığını açıklamadan bizim
Cumhurbaşkanı adayımız Erdoğan deyiveriyor.
İttifakın içinde resmi olarak
yer almamakla beraber Erdoğan’ın her icraatını öve öve bitiremeyen Perinçek’e
ne demeli? Dün Erdoğan’a karşı konuşurken ağzından ateşler püskürten Perinçek, bugün
hükümetin en büyük destekçisi durumunda. Bu durum manidar değil mi? Dünyada bir
araya gelemeyecek üç kişi sayın dense, bunlar; Erdoğan-Bahçeli-Perinçek olurdu.
Aralarından maşallah su sızmıyor. Perinçek Erdoğan’dan daha Erdoğancı, Bahçeli
Erdoğan’dan daha Erdoğancı. Bu üçlüye de tıpkı birbirine benzemez altılı
dendiği gibi birbirine benzemez üçlü dense yanlış olmaz. Beni düşündüren, bu
üçlü kendi iradesiyle mi bir araya geldi yoksa bunları bir araya getiren bir başka
irade mi var? Normal şartlarda bir araya gelmeleri muhal olan bu üçlünün bir
araya gelmesi, sorunsuz ittifakı yürütmesi açıkça bana manidar geliyor. Kendi
iradeleriyle bir araya geldilerse demokrasimiz adına sevindiricidir. Çünkü
siyaset demek, hata ve yanlışlarla yüzleşip asgari müştereklerde anlaşabilmek
demektir. Yok, başka bir iradenin güdümünde iseler, işte o zaman vay halimize.
Yazımı, yazımın başında
değindiğim film senaristi ile bitirelim. İzlediğimiz her bir filmde rol alan
aktörlerin aslında birer figüran olduğunu, esas aktörün filmin senaristi
olduğunu biliyorsak, Türk siyasetinde aktör olarak yer alan siyasetçilerimizin
senaristleri -varsa- kimler?
*20/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Merhabalar Sayın Hocam.
YanıtlaSilÖnerdiğiniz gibi geldim ve bu paylaşımı okudum. Yazarın ne anlatmak istediğini anladım. Ancak, yazının altına düştüğünüz nota göre bu kimin yazısı onu anlayamadım. Sizin imzanız yok, "Barbaros Ulu" adıyla yayınlandı diyor. Yazı sizin mi? Yoksa, Barbaros Ulu'nun mu?
Lozan için de mutlaka bir yazınız vardır. Çünkü hala tartışılan bir anlaşma.
Sağlıcakla kalın.
Barbaros Ulu benim müstear, takma adım. Birden fazla gazetede yazınca ikinci bir isim olarak zorunluluktan bu ismi kullanmıştım. Sonradan da tek gazetede yazmama rağmen bu ismi kullanmaya devam ettim.
SilBloğumda aradım. Lozan ile ilgili bir yazım yok. Yüz yıl geçti hala tartışma devam ediyor. Bu tartışmalardan da bir doğru çıkmaz. Hamaset, slogan ve kutuplaştırmayı bırakıp incelenmesi gerek. Bu da tarihçilerin işi. İlber Oltaylı gibi düşünüyorum. Ne hezimet ne zafer. Bir uzlaşı diyor.
SilMerhabalar.
YanıtlaSilSiyasetimizin senaristlerinin kim oldukları o kadar önemli değil. Önemli olan ülkenin millet iradesi tarafından değil de, emperyalist ülkelerin iradesi tarafından yönetildiğidir. Artık bu ülke A-B-C olur ne fark eder?
Acaba bu senariste göre, Türkiye baharının yaşanabilmesi için bahar olgunlaşmış mıdır ki? Merak ediyorum doğrusu...
Selam ve saygılarımla.
İnşallah bir Türk baharı yaşanmaz. Zira yaşanan Arap baharını durumu ortada.
YanıtlaSil