Ana içeriğe atla

Gözlük Maceram

Gözümle derdim ilkokul 4 ya da 5.sınıfta iken başladı. Gözümün ağrısından iki gün boyunca okula gidemedim. 

İlkokuldan sonra verdiğim üç yıl aranın ardından 17'den gün almış biri olarak orta 1'e başladım. 

İlk sınıfım, bir ara 69 mevcuda çıksa da 66 kişilik ince uzun bir sınıftı. Her sırada üçer kişi otururduk. Akranlarıma göre büyük olduğumdan en arka sıraya otururdum. 

Oturunca anladım ki tahtadaki yazıları okuyamıyorum. Bir süre yanımdaki arkadaşın yazdıklarından tahtayı defterime geçirdim. 

Bir akrabamın aracılığıyla özel bir göz doktoruna gittim. Yine onun sayesinde eskiden yaşlı insanların yakın gözlüğü olarak kullandığı siyah bir gözlüğüm oldu. Bu gözlük seçiminde bir tercihim olmadı. 0,75 idi ilk göz numaram. 

Gözüme takıp dışarı çıktığımda az önce geldiğim yollara hendek açılmış zannına kapıldım. Ne ara açtılar bu çukuru deyip gözlüğü çıkarınca kaldırımlarda herhangi bir değişikliğin olmadığını gördüm. Ayrıca doktor nasıl muayene etti ise takındığım bu gözlükle de çok iyi göremedim. İyi-kötü böyle alışacağım ama nasıl alışacaktım? Çünkü herkesin bana baktığı zehabına kapıldım. Bir başka sorun, beni gözlüksüz tanıyan sınıf arkadaşlarım ne diyecekti? Zira o zamanlar gözlük herkeste olmazdı. Gözlük takan için de ya dört göz deyip dalga geçecekler ya da gözün kör mü oldu diyeceklerdi. Ki bir tanıdığım, bismillah demeden dedi bile. Çekemezdim bunu. 

Ani bir kararla bu gözlüğü takmama kararı aldım. Gözlüğü ceketin cebine bir koydum. Bir daha kullanmadım. 

Yine arka sırada oturuyorum. Gözlerimi kısarak tahtadaki yazılanları okumaya çalışıyorum. Bir kısmını bu şekil okuyabilsem de çoğunu okuyamazdım. Son çare yanımdakinden tahtayı deftere geçiriyorum. 

Sanırım, bir arkadaşın söylemesiyle duvar tarafında oturmam şartıyla sınıf öğretmenim önden üçüncü sıraya oturttu beni. Böylece tahtayı görür oldum. 

Orta sınıfı bu şekil gözlüksüz bitirdim. Lise bire gelince hastaneye nasıl gidilir, nasıl muayene olunur bilmem. Meşhur birkaç göz doktoru vardı özel muayenesi olan. Özel muayene ücretini ve gözlük bedelini öğrenip parayı temin ettim. Muayene sonucu yeni göz numaram 1,25 olmuştu. 

Lise 1'den beri kesintisiz uzak gözlüğü kullandım. O günden sonra sabah kalkar kalkmaz ilk işim gözüme gözlük takmak oldu. Adeta vücudumdan bir parça oldu. Nere gittiysem, gözlük de benimle birlikteydi. 

Birkaç senede bir muayene olmak suretiyle göz numaram yüksele yüksele 2,75'e kadar çıktı. Belli bir yaştan sonra kontrol için doktora da gitmedim. Uzun yıllar bu numarayı kullandım. 

Yaş geldi 60'a. Halen bu 2,75 numaralı uzak gözlüğünü kullanıyorum. Ama eskisi gibi ihtiyaç hissetmiyorum. Sadece uzağa bakmam gerektiğinde gözlüğe ihtiyacım oluyor ama yine de gözümde duruyor. Yazı, çizi işim olursa bu gözlüğü çıkarıyorum. Kah başıma kah yanıma koyuyorum. Yakın gözlüğü kullanmadan çıplak gözle okuyorum. 

Gel zaman git zaman yataktan baş ağrısı ile uyanır oldum. Bu ağrı geçsin diye hap dışında daha önce uyguladığım tüm tedavi yöntemlerini uyguladım. Belli ki önceki baş ağrılarından farklı idi. İnce bir sızı gibi gün boyunca sızladı durdu. Bir gün böyle beş gün böyle derken galiba bende tansiyon var deyip hastaneye giderek ölçtürdüm. Daima 12-8 olan tansiyonum hipertansiyon seviyesinde yüksek çıktı. Daha önce tansiyonu bir yerde tutma ve koruma amaçlı doktorun yazıp kullandığım en hafif seviyeli tansiyon ilacımdan doktora yazdırdım. Bir hafta boyunca ilacı kullanmama rağmen tansiyonum yine düşmedi. İnişli-çıkışlı bir seyir izledi. Gözlerim de eskisi gibi net görmez oldu. Kafamdaki ağırlık da cabası.

Bir akşam beyin emarı çektirdim. Nöroloji uzmanı beyinde bir sorun görmedi. Beyne giden damar yolları açık mı diye ultrasyon çektirdim. Damarlarda bir tıkanma yoktu. Kardiyolojiye gittim. Daha önceki EKO filmindeki gibi idi kalbim. Kalp cidarlarında başlayan kalınlaşma aynen devam ediyordu. Tansiyon ilacını değiştirelim, bir ay boyunca kullan, ardından yeniden kontrole gel, faydasını görürsen bu ilacı raporlarız dedi. 

Kardiyologdan çıkışta iyi de gözlerim niye net değil o zaman dedim ve  göz doktoruna göründüm. Yıllardır benden bir parça olan uzak gözlüğümle doktorun gösterdiği harfleri okuyamadım. Başka cam taktı. Tüm harfleri bir çırpıda okudum. Dedi ki senin göz numaran 2'ye düşmüş. Şaşırdım doğrusu. Başka tahlil ve tetkiklerin ardından  yeni göz numaramla ilgili reçeteyi yazmadan önce bir de tetkik odasına giderek bilgisayardan gözünüzü ölçtürün dedi. Ölçtürdük. Benim 2,75 olan göz numaram 1,5'a gerilemiş. Doktor, her ne kadar 1,5 çıksa da ben 2 numara vereceğim dedi ve reçetesini yazdı. Akşama doğru yeni camları gözlükçüye taktırdım. Daha önce puslu gördüğüm hayat cam gibi oldu. Hasılı uzak gözlüğü takmaya yine devam ama daha düşüğü ile talim ediyorum artık. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde