17 Temmuz 2022 Pazar

Din Görevlisinin Kürsü Sorumluluğu *

Düşüncesi, siyasi görüşü, dini anlayışı ne olursa olsun; beş vakit namaz, cuma ve bayram namazı için insanımız camilere gider. Çünkü camiler ortak değerlerimiz, buluşma ve sığınma merkezimizdir. Aynı zamanda Allah’ın evi kabul edilir. Birlikte vaaz ve hutbe dinlenir. Yan yana saf tutularak namazlar kılınır.

Ardından bir başka vakitte buluşmak üzere herkes işine gücüne dağılır.

İbadetin yanında birlik ve beraberliği temsil eder camiler. 

Yapılan vaazlar ve verilen hutbeler; dini bilgilendirme, sağlıklı din anlayışını ortaya koyma, toplumun ortak sorunlarını ortaya koyma ve çözüm yollarını belirtme içerikli olmalıdır. Bunun için din görevlilerinin her yönüyle iyi yetişmesi gerekir.

İçerik kadar kullanılan dil ve üslup da önemlidir. Burada camilerde vaaz vermek ve hutbe okumak için kendilerine emanet edilen kürsülere oturan ve buralara çıkan din görevlilerine bu konuda büyük görev düşüyor. Görevliler, tatlı ve yumuşak bir üslup sahibi olmalıdır. Birleştirici ve kimseyi ötekileştirmeden herkesi içine alan bir dil kullanmalıdır. Toplumun bir kesimini veya bir meslek grubunu dışlayan, onları hedef gösteren, ötekileştirici bir dil din görevlisinin dili olamaz. Tarafgirlik hiç görevi değildir. Esas işiyle uğraşmalıdır. Birilerinin tamtamcılığını yapmayacaktır. Eline mikrofonu alıp kürsü benim diyerek ağzına geleni söylemeyecektir. Ne konuşacağını bir güzel tartmalıdır. Bin düşünüp bir konuşmalıdır. Tartışmalı ve milleti kutuplaştırıcı bir rol üstlenmemelidir. Yangına körükle gitmemelidir. Niyeti, yanan yangını veya yanmaya yüz tutmuş yangının alevini söndürmek olmalıdır. Siyasi söylemlerden uzak durmalı ve partizanlık yapmamalıdır. Gündeme dair konulara yer verecekse bir tarafı değil, Müslümanca bir duruş sergilemelidir. Konuşmasıyla ne uyutmalı ne de ürkütmelidir. Her bir cümlesi bir mesaj içermeli. Dinleyen herkes bu konuşmadan hisse almalı, doğrusu bu demeli.

Din görevlileri sadece cami içinde değil, cami dışında da giyim ve kuşamıyla, adabımuaşerete riayetiyle, başta cami cemaati olmak üzere iç ve dış paydaşlarla ilişkilerde her yönüyle çevresine örnek olmalıdır. Başta cami olmak üzere caminin -tuvalet dahil- tüm müştemilatının temiz tutulmasına özen göstermelidir. Tuvalet ve şadırvanının yüzüne bakılmaz din görevlisinin hiçbir şey konuşmadan öncelikli görevi budur. 

Din görevlisinin kendisine ait görüşü olamaz mı? Olur elbet. Olmalı da. Sosyal medyayı kullanamaz mı? Kullanmalı elbet. Dini, siyasi vb. konularda farklı düşünemez mi? Düşünecek elbet. Tüm bu düşüncelerini aktaramayacak mı? Elbette aktarabilir ve paylaşabilir. Ama tüm bunları nerede yapacak? Cami içinde değil, dışarıda yapacak.

Son paragrafta anlatmaya çalıştığım sadece cami görevlilerini bağlayan bir durum değil. Tüm kamuda çalışanlar özel hayatıyla, iş mahallini birbirine karıştırmamalı. İşte işiyle uğraşmalı. İşinde katma değer üreten olmalı. Asla ideolojik davranmamalı. İşinden çıkınca gerekirse farklı fikir ve hüviyete bürünmeli. Ötesi haddi aşmaktır, vazifesi olmayan işe karışmaktır, başkasının işine burnunu sokmaktır, iki kişinin arasına girmektir, görevini kötüye kullanmaktır. Buna kimsenin hakkı yoktur. Unutmayalım ki din görevlisinin sarığı beyazdır. Beyaz ise kir götürmez.

*22/07/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

15 Temmuz 2022 Cuma

İnsan Psikolojisinin Neresindeyiz? (1)

6 Temmuz 2022 günü Konya Şehir Hastanesi kardiyoloji bölümünde uzman olarak görev yapan doktorun, bir hasta yakını tarafından, odasında kurşun yağmuruna tutularak hunharca öldürülmesinin ardından, bağlı bulundukları STK'lerin açıklama yapmasıyla, sağlık çalışanları 7 ve 8 Temmuz günlerinde 2 gün iş bıraktı. Bu eyleme ne kadar çalışan katıldı bilmiyorum. Bildiğim, kamuda görev yapanlar bu eyleme katılırken özel hastane çalışanlarının çoğu bu eyleme katılmadı. Aslında iki gün denen iş bırakmanın ikinci günü arife gününe denk geldiğinden sağlık çalışanları bir buçuk gün poliklinik hizmeti vermemiş oldu.

Sağlık çalışanlarının eylem kararı almasının ardından, doktorlar hedef tahtasına kondu. Gelen vurdu, giden vurdu. Vay efendim, nasıl iş bırakırlar. Bir doktor öldüyse öldü, ne yapalım. Acınızı anlıyoruz ama hastaları mağdur etmeye hakları yok. Bir polis ve asker öldürülünce asker ve polis iş bırakıyor mu, bir imam cuma vakti kalp krizi geçirince cuma kılınmayacak mı? Bir kişi iğne vurduracağında ne yapacak? Bu doktorlar da amma açgözlü. İşleri güçleri para. İdeolojik takınıyorlar. Bunlara haddini bildirmek ve TTB'yi kapatmak lazım gibi eleştiriler aldı başını gitti. Doktorlar hiç olmadığı kadar halkın önüne atıldı, dışlandı ve yalnızlaştırıldı. 

Burada doktorların eylemini savunacak değilim. Eylemleri doğrudur, yanlıştır üzerinde de durmayacağım. Yalnız doktorların ilk eylemi değil bu. Özlük hakları ve sağlık çalışanlarına şiddetin önlenmesi gerekçe gösterilerek zaman zaman hekimler bu ülkede poliklinik hizmeti vermedi. Bu 1,5 günlük iş bırakma eylemi ise tüm eylemlerin tuzu biberi oldu. Öyle zannediyorum, doktorlar bu aşamada hiç olmadığı kadar kendilerini değersiz hissetmiştir. 

Eylem ister 1,5 gün ister 1 saat olsun hastalar mağdur olmuş mudur? El cevap olmuştur. Çünkü bu süreçte sadece acil poliklinikleri ve ameliyathaneler acil hastalara müdahale edecek şekilde açık kalmış, diğer poliklinikler hizmet vermemiştir. Haliyle hasta muayeneleri, emar, ultrason vb. randevulu çekimler ileri tarihe ötelenmiştir. Ötelenmeden kaynaklı bir mağduriyet söz konusu olsa da hastaya acil müdahale edilmediği için ölen bir kişi olmadı. En azından ben duymadım.

Durum bu iken bir kaşık suda fırtına koparmayı anlamış değilim. Tüm mesele mağduriyet ise tek mağduriyet hekimlerin iş bırakmasıyla mı oluyor? Hepimiz biliriz ki her türlü eylemde az veya çok, küçük veya büyük mağduriyetler olur. Mesela bir siyasi parti şehir meydanında bir miting yapar. Çoğu yollar trafiğe kapatılır. Evine gitmek isteyen vatandaş, başka yolları kullanmak zorunda kalır. Toplu taşıma kullananlar, otobüs ve dolmuşların güzergahı değiştiği için ya durağında saatlerce vasıta bekler ya da hayatında yapmadığı kadar tabana kuvvet diyerek bir güzel yürür ve bir iyi terler. Toplu sözleşmeleri anlaşmazlıkla sonuçlandığı zaman işçiler greve gider, çöpler alınmadığı için şehirler çöp yığınına döner. İki örnek verdim. Her iki örnekte de mağduriyet var mı? Var elbet. Eylem demek grev demek, aynı zamanda mağduriyet demektir. Merak ediyorum, kaç kişi mitingler yapılmasın ya da işçiler grev yapmasın diyerek siyasileri ve işçileri düşman beller. Şu geçirdiğimiz Kurban Bayramı, idari izin ve 15 Temmuz Bayramı dolayısıyla yaptığımız 9,5 günlük tatilde poliklinik hizmeti verildi mi? Hayır. Bu uzun tatil dolayısıyla mağdur olanlar oldu mu? Olmuştur elbet. Mağduriyetse alın size mağduriyet. Peki bu mağduriyetten dolayı bu kadar uzun tatil verenler tefe kondu mu, tepki gösterildi mi? Bildiğim kadarıyla hayır. Hatta herkes tatilden ve hayatından memnundu. Belki de kimsenin hastalık aklına bile gelmedi. Bence salgın döneminde alkışladığımız hekimleri birileri hedef gösterdi. Biz de hemen atladık. Uyar akıllıyız ne de olsa. 

Merak ediyorum, 1,5 günlük bir eylem dolayısıyla neredeyse linçe tabi tuttuğumuz, ağzımıza geleni yazıp çizip sosyal medyada hedef tahtasına oturttuğumuz ve düşman bellediğimiz bu hekimlerin önüne oturup nasıl muayene olacağız? Haydi diyelim ki hekimler bize bakmaya mahkumlar. Peki, bu doktorlar hangi haleti ruhiye ile bizi muayene edip sağlıklı teşhis koyabilecekler? Bizim ne derece içimize sinecek bu? Bilelim ki buradan sağ çıkabilir miyim endişesi taşıyan bir hekim sağlıklı muayene yapamaz. 

Bu konuda insan psikolojisini anlama konusunda sınıfta kaldığımızı, birilerinin dolduruşuna geldiğimizi, yangına körükle gittiğimizi, oluşturulan algılarla hareket ettiğimizi, sağlıklı düşünemediğimizi; bu tavrımızın, doktor ile hasta arasındaki sosyal barışı bozduğunu söyleyebilirim. (Bu konuya devam edeceğim.)

13 Temmuz 2022 Çarşamba

Önemsemediğimiz Bazı Sorunlarımız *

Türkiye'nin ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel, stratejik, kendi kendine yetmezlik, üretim, gelir adaletsizliği, adalet, liyakate göre atama, gelişmişlik vb. sorunları çoktur. Bunlar bugünden yarına çözülecek konular değil. Her biri ayrı bir yazı konusudur. Bunlar üzerinde durmayacağım. Basit gibi görünen ya da sorun olarak görmediğimiz sorunlarımıza değineceğim.

Bu ülkenin;

Dil ve üslup sorunu var.

Saygı sorunu var. 

İletişim sorunu var. 

Birbirimizi anlamama sorunumuz var. 

Ülkeyi birbirimizden kurtarma sorunu var. 

Kendimizi dünyanın merkezinde görme sorunu var. 

Empati yapmama sorunu var. 

Algı oluşturma, algılarla yaşama ve yaşatma sorunu var. 

İnsan psikolojisinden anlamama ya da bu psikolojiyi hesaba katmama sorunu var. 

İnsan onurunu önemsememe sorunu var. 

Yangına körükle gitme sorunu var. 

Niyet okuma hastalığımız var. 

Doğru değilken doğru görünme sorunumuz var. 

Hamaset ve sloganla yaşama sorunumuz var. 

Kahir ekseriyetimizde kurtarıcı bekleme sorunu var. 

İdeolojisini, partisini, idealini, geleceğini başkasıyla korkutma üzerine kurma sorunu var. 

Eleştiriye gelmeme, üzerimize toz kondurmama ve kendimizle yüzleşmeme sorunumuz var. 

Problemlerimizin köküne inmeme ve pansuman tedbirlerle günü kurtarma sorunumuz var. 

Yaptığımız iyiliği başa kakma sorunumuz var. 

Kurtarıcı olarak gördüğümüz siyasilerin ülkenin en büyük problemi olduğunu görmeme sorunumuz var. 

Hesap vermeme ve hesap sormama sorunumuz var. 

Yapanın yanına kar kaldığı bir sorunumuz var. 

Kamu malını har vurup harman savurma gibi bir sorunumuz var. 

Vazgeçilmez olduğumuzu dikte etme sorunumuz var. 

Aklımızı kullanmama ve aklımızı teslim etme gibi bir sorunumuz var. 

Tarafgirlik ve aşırılık damarlarımıza kadar işlemiş. Tüm kötülükler karşı cepheden, biz ise birer iyilik perisiyiz. Böyle de bir sorunumuz var. 

Olayın esas faili ile uğraşmayız. Ömrümüzü taşeronlara kızarak geçiririz. Çünkü as oyuncu değiliz. Bu sorunu da yabana atmamak lazım. 

Kötülüğün menşeini kurutma gibi bir mücadelemiz olmaz. Kötülerle mücadele ederiz. Mücadelemiz de had bildirme üzerine kuruludur. Orantısız güç kullandığımızdan bol bol mağduriyetler oluştururuz. 

Toptancı anlayışa sahibiz. Aristo'nun klasik mantığından hareketle kıyas yaparız...

*27/07/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.