18 Nisan 2022 Pazartesi

Türkiye'nin İki Ayıbı *

Hasan Mezarcı, Refah Partisinden bir dönem milletvekilliği yapmış sıra dışı bir vekildi. Vekilliği döneminde hiç gündemden düşmedi. Türkiye'nin değişik illerine giderek büyük kitlelere konferanslar verdi. Konferanslarının ana konusu yakın tarih üzerine idi. Atatürk'ü eleştirmekle kalmadı, zaman zaman hakaret etti. Kürsü dokunulmazlığını bu şekilde kullandı. Yakın tarihle ilgili tartışmalı konuları Meclis gündemine taşıdı. Mecliste verdiği araştırma önergeleriyle Ali Şükrü Bey cinayetinin araştırılmasını istedi. Soyadı gibi mezardakilerle uğraştı. Onun bu konuşmaları tepki çekti. Gelen tepkiler üzerine partisi kendisini ihraç etti. Vekilliğinden sonra yargılandı ve kısa bir süre hapis yattı.

Hapis hayatı kısa idi ama etkileri belki de hayatına mal oldu. Cezaevine giren Hasan Mezarcı'dan, cezaevinden çıktıktan sonra eser yoktu ve dağlar kadar fark vardı. Savunduğu fikir ve görüşlerinden dolayı cezaya çarptırılan Mezarcı gitti, kendisini İsa Mesih gören ve bunu ilan eden biri olup çıktı. Fikirleriyle birlikte kıyafet ve şekli şemaili de değişti. Yıllarca beslendiği fikirlerinden üç aylık bir cezaevi macerasından sonra bu kadar ani dönüş olacağını söyleseler inanmazdım. Beni düşündüren, bu üç aylık cezaevi döneminde Mezarcı'ya ne yapıldığı. Ne içirildi ne yedirildi ne zerk edildi yoksa bir proje adamı mı idi? Anlayabilene aşk olsun. Beni bu yazıyı yazmaya sevk eden de son günlerde verdiği fetva ile oruçlulardan su yasağını kaldırmasıydı. Oruçlu iken su içebilirsiniz dedi. Kim oluyor da böyle bir cesareti kendinde bulabiliyor. Din konusunda kırdığı potlar sadece oruçla ilgili olanlardan ibaret değil. Bence Hasan Mezarcı'nın bugünkü hali Türkiye'nin bir ayıbıdır. Bir araştırma yapılmak suretiyle ona cezaevinde ne yapıldığının enine boyuna araştırılması gerekir. Yeter ki bu meseleyi birileri dert edinsin. Dönemin hakimi, savcısı, cezaevi yönetimi ve infaz memurlarının bilgisine başvurularak bu mesele araştırılabilir. Hükümet bu meseleye el atarsa Mezarcı'daki bu iki kişiliğin künhüne de vakıf olmuş oluruz. 

Yazımın başlığında iki ayıptan bahsetmiştim. Bu ülkenin ikinci ayıbı da cezaevi öncesi ve sonrası kişiliğinde hiçbir değişiklik olmayan, çoğu kimsenin değer verdiği, acıların çocuğu Muhsin Yazıcıoğlu'dur. 25 Mart 2009'da bir helikopter kazasına daha doğrusu cinayetine kurban gitti. Cinayetin ardından 13 yıl geçmiş olmasına, toplumun kahir ekseriyetinin cinayet olarak gördüğü bu ölümün ardındaki azmettirici faillerinin hala ortaya çıkarılamaması Türk yargısının ve siyasetinin bir ayıbıdır. Türkiye ve sevenlerinin her ölüm yıldönümünde katilleri ortaya çıkarılacak nutuklarını fiiliyata dönüştürmek lazım. Gerçekten çok mu zor bu cinayeti çözmek? Bu ülke bu kadar mı aciz? İstenirse Türkiye bu ayıptan kurtulur. Azmettiriciler de cezasını çeker. Kimsenin yaptığı yanına kar kalmaz. Öyle zannediyorum, bu olayın faili meçhul kalması, bundan ekmek yemesi birilerinin işine geliyor. İktidar bu meselenin çözülmesi için ağırlığını koyarsa öyle zannediyorum, bu mesele çözülür. Değilse bu ayıpla yaşamaya devam ederiz. 

*22/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Kişi Siyaseti *

Tarihler 17 Nisan 1993 Cumartesi gününü gösterdiğinde önemli bir maçı izlemek için bir arkadaşın evinde toplanmıştık. Maç öncesi değerlendirmeleri izliyoruz. Dört gözle maçın başlamasını beklerken Turgut Özal'ın vefat haberi ajanslara düştü. Acaba maç ertelenir miydi? Çünkü vefat eden ülkenin Cumhurbaşkanı idi. Nihayet maçın ertelendiği haberi alt yazıda geçti. Heyecanla beklediğim maçın ertelenmesi ve ülkenin Cumhurbaşkanı'nın vefatı beni üzdü. 

Tarif edilmez iki üzüntüyü birlikte yaşarken Özal'a rahmet dilemeli miydim? Beni bir düşüncedir aldı. Benimle birlikte aynı düşünceleri paylaştığım, maç seyretmek için toplandığımız arkadaşlar da aynı ikilemi yaşadı. Normal şartlarda ölene ölümünün ardından rahmet dilenir. Bir an için tereddüt yaşamamın sebebi, yıllarca oy verdiğim parti liderinin Özal'ı kıyasıya eleştirmesiydi. O zamanın kafasıyla her şeyiyle desteklediğim parti liderimin gözünde Özal kötü biriydi. Böyle kötü birine rahmet dilememin vebali olmaz mıydı? Çünkü siyasi liderime göre Özal, sol partilerden daha tehlikeli idi. O zamanlar neyin ne, kimin kim olduğunu sorgulamadan aklını kiraya veren biri olarak rahmet dileyip dilememe ikilemi yaşamam normaldi. Ama içimdeki üzüntü ne idi. Belki de sevinç duymalıydım. Kısa bir sendelemenin ardından içten Allah rahmet eylesin dedim. Arkadaşlar da aynı düşünceleri paylaştı. 

29.ölüm yıldönümünde sevenleri tarafından anılan Özal'ın haberini ajanslardan görünce ölümünün ardından yaşadığım bu haletiruhiye gözümde yeniden canlandı. 

Kutuplaşan Türkiye'de her kişi gibi Özal da sağlıklı değerlendirilmeyenlerden. Özal nasıl biriydi? Kimine göre ilk sivil Cumhurbaşkanı, alnı secdeye değen, halktan biri. Türkiye'ye çağ atlattı. Kimine göre ülkeyi batırdı. Zam üstüne zam yaptı. Enflasyon, döneminde tavan yaptı. Benim memurum işini bilir ya da Irak’la ilgili bir verip üç alma sözleri bir kesimin belleğinde yer etti. Gerçekten kimdi Özal? Hatasıyla sevabıyla gelip geçti. Şimdi iyiydi, kötüydü demenin çok bir anlamı yok. Bana göre Özal ülkenin ufkunu açtı. Birçok yeniliklere imza attı. Türkiye'yi teknoloji ve telekomünikasyonda ileriye taşıdı. Birbirine zıt dört eğilimi tek potada eritti. Sayesinde sol, sağ, milliyetçi ve muhafazakarlar birbirlerini daha iyi tanıdı. Birbirleriyle iletişim kurabildi. 80 öncesinin takım tutar gibi parti tutma alışkanlığı sona erdi ve partiler arasında geçişler başladı. Sayesinde milliyetçi muhafazakar insanlar siyaset ve bürokraside görev alabildi. 141, 142 ve 163.maddeleri kaldırarak özgürlüklerin kapısı aralandı. 82 Anayasasının getirdiği yüzde 10 barajıyla Türkiye, 80 öncesinin hükümet krizlerinden ve koalisyonlarından kurtuldu. Bir bakanını rüşvet aldığı gerekçesiyle Yüce Divana göndermesinin yanında hükümet yolsuzluklarla ve hayali ihracatla anılır oldu. Anayasa bir defa delinmekle bir şey olmaz demek suretiyle bazılarının nezdinde Anayasa hiçe sayıldı. Damadıyla ve ailesiyle yıprandı. Eşi siyasete soyunarak İstanbul il başkanlığına getirildi. Her iktidar partisi gibi kendi zenginlerini çıkardı. Ülke ilk defa KDV adı altında dolaylı bir vergiyle tanıştı. Özelleştirme Türkiye'nin gündemine oturdu. 

"İcraatın İçinden" programlarıyla TRT'ye konuk olarak icraatlarını anlattı. Gündem belirlemede üstüne yoktu. Ortaya attığı konular günlerce toplumda konuşuldu. 

Burada Özal'ın icraatlarının bir kısmına, olumlu ve olumsuz yönlerine kısaca değinmeye çalıştım. Hepsini anlatmaya ne bilgi dağarcığım ne de sayfam el verir. Cumhurbaşkanı seçilinceye kadar iki dönem iktidar olan Özal'ı iki yönden ele almaya çalışacağım. İlk dönemi başarılı, ikinci dönemi ise başarısızdır. Bana göre ilk döneminde Özal iktidara hazırlıklıydı. Ne yapacağını biliyordu. İşini yaparken sadece işine ve yapacaklarına odaklandı. Muhalefet çok istemesine rağmen onları pek muhatap almadı. Bu da başarıyı getirdi. İkinci dönemine geldiğinde, icraat adamı Özal gitmiş, muhalefetle didişen, onlarla bilek güreşine giren ve yatıp kalkan, tabir yerindeyse kişi siyaseti yapan bir Özal ortaya çıktı. Bu, muhalefetin istediğiydi. Bu siyaset anlayışına partisinin yolsuzlukları da eklenince ikinci döneminde de iktidar olmasına rağmen Özal oy kaybetti. Partisi kan kaybetmeye devam etti. Bunda Özal'ın ikinci dönemine hazırlıklı olmayışının ve izlediği kişi siyasetinin payı büyüktür. 

Özal hatasıyla ve sevabıyla gelip geçti. Önemli olan onun yapıp ettiklerinden ve döneminden günümüze dair pay çıkarmaktır. Ama çok ibret aldığımız söylenemez. Bugün Özal'ın ikinci dönemine dair izlediği siyaset daha baskın. Bakıyorsunuz, iktidar muhalefetle yatıp muhalefetle kalkıyor. Sanırsınız ki ülkeyi iktidar değil, muhalefet yönetiyor. Her kötülüğün anası muhalefet. Halbuki muhalefetin iktidara gelmek için iktidarı ve liderini eleştirmesi kadar doğal bir şey olamaz. Tüm imkanlar elinde olan iktidara düşen ise icraatını, yapıp ettiklerini ve yapacaklarını anlatmasıdır. Şayet bir iktidar, yapacaklarından ziyade muhalefeti diline doluyor ve onları tefe koyuyor, halkı muhalefetle korkutuyorsa, bu iktidar tıpkı Özal'ın ikinci dönemi gibi erimeye doğru gidiyor demektir. İktidar dediğin, muhalefetle ve muhalefete dedikleriyle değil, yapacaklarıyla adından söz ettirir. Bundan hem kendisi hem de ülke kazançlı çıkar. 

Yazımı sonlandırırken ilk paragraftaki psikolojiden biraz bahsetmek isterim. Çünkü bizim siyasiler üç beş oy devşirme uğruna kutuplaştırma geleneğini devam ettiriyor. Birbirlerine belden aşağı vurmayı ve hakaret etmeyi kendilerine mubah görüyorlar. Birbirlerine yapmadık hakaret ve demedikleri laf bırakmıyorlar. Bunun sonucunda, oluşturdukları fanatikler rakiplerine düşman gözüyle ve ön yargıyla bakabiliyorlar. Ölünce de ben de olduğu gibi rahmet dilenir mi, dilenmez mi ikilemi yaşayanlar çıkabiliyor. Buna hakkımız olduğunu düşünmüyorum. Bugünkü yönetim modeliyle partiler birbirlerine muhtaç. Bazı partiler dün kanlı bıçaklı ve birbirinin yüzüne bakamazken bugün aynı ittifakın içinde yer alabiliyor ve kardeş kardeş geçinebiliyor. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere öyle siyaset yapılmalı ki birbirlerinin yüzüne bakmaya yüzleri olsun. 

Özal'a gönülden rahmet diliyorum. 

*22/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

17 Nisan 2022 Pazar

Borçlanmalarda Yazmanın Önemi *

Kur'an'ı Kerim'in en uzun süresi Bakara Süresi, bu ve diğer sürelerin en uzun ayeti ise yine Bakara Süresindeki 282.ayettir. Tamı tamına bir sayfalık bir ayet. Bu ayete borç ayeti de diyebiliriz. Bu uzun ayetin mealini buraya yazmayacağım. Yalnız şu kadarını söyleyeyim. Ayet az veya çok olsun belirli vade ile borçlandığınız zaman bu borcu karşılıklı yazın, iki şahit tutun vs. demek suretiyle borçlanmalarda borçlular arasında ileride ortaya çıkabilecek sorunların önüne geçmeyi hedeflemektedir. Günümüzde kayda alınmayan veya tek taraflı yazılan borçlanmalarda ortaya çıkan sorunlar göz önüne alındığında ayetin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. 

Burada başımdan geçen bir anekdota yer vermek suretiyle karşılıklı yazışmanın, ortaya çıkabilecek problemlerin önüne nasıl geçtiğine, bunun karşılıklı güveni yok etmediğine işaret etmeye çalışacağım.

1994 veya 95 yılı olsa gerek. Kahta'da Karşıyaka adında bir mahallede oturuyorum. Devir şimdiki gibi bol enflasyonlu bir devir. Kredi kartı kullanımı fazla yaygın değil. Sende varsa her esnafta post cihazı olmaz. Esnafta olursa da her müşteride olmazdı. Kredi kartı almak için bankalar iki memur kefil isterdi.

Çarşıya gitmediğim zaman bazı alacaklarımı mahallemdeki bakkaldan büyük bir marketten yapıyorum ve yazdırıyorum. Marketi iki kardeş işletiyordu. Birinin adı sanırım Mehmet olmalıydı.

Market sahiplerinden iki kardeşten hangisi olursa olsun, ne almışsam, aldığım ürünleri tek tek yazar. Karşısına da miktarlarını yazardı. Birkaç defa market sahibine, abi tarih ve toplamını yazsanız olmaz mı? Yazık değil mi? Hem vakit kaybı hem de elinize yazık dedim. Her defasında da olsun hocam, ne olur ne olmaz. Biz yazalım şeklinde cevap verirlerdi. Sahipleri, ürün çeşidi ile birlikte yazmaya devam ettiler, ben ise toplamını kendi tuttuğum kağıda not ettim.

Ay başında miktarı bende belli borcumu ödemeye gittim. Marketçinin söylediği miktar bendekinden 500 lira daha fazlaydı. Toplamda bir yanlışlık olmasın. Bendeki farklı dedim. Markette olan bir başka kişi, ben senin iki katın ödedim. Sizinki benden düşük. Öde gitsin dedi. Ona, yapmışsın ki ödeyeceksin. Ben bu kadar alışveriş yapmadım dedim. Marketçi, hocam yaptığın alışveriş burada. Buyur bir de sen bak dedi. Baktım. Omo Matik ve beş paket küp şeker dikkatimi çekti. Burada Omo Matik ve küp şeker var. Ben evimde bunları hiç kullanmıyorum ki alayım. Bunlar bana ait değil dedim. Marketçi, hocam! Şu Omo Matiği ve küp şeker toplamını çıkardığımızda sizin hesap tam dediğin gibi olur. Bu kısımdaki yazı bana ait değil. Biraderimin. Gelince bir sorayım. Hesap netleşinceye kadar siz ödeme yapmayın dedi.

İkinci gelişimde marketçi, "Hocam, dediğim gibi fazla dediğin miktarı biraderim yazmış. Belediyede sizin isminizde bir çalışan var. Ona telefonla, bizden Omo Matik ve küp şeker aldın mı diye sorduk. Aldım dedi. Almış ama onun borç hanesinde bu ürünler yazılı değil. Hasılı sizin hesabınız doğru. Biraderim isimleriniz aynı olunca böyle bir yanlışlık yapmış. Kusura bakmayın. Bir daha olmaz" dedi. Ben de sizi uğraştırdım. Siz de kusura bakmayın. Önemli olan doğrunun ortaya çıkması. Bu vesileyle sizi tebrik ediyorum. Ben size ürünleri niye yazarsınız dememe rağmen siz yazmaya devam ettiniz. Şayet siz ürünleri borç defterine yazmasaydınız, bu sehven yazılma bilinmeyecek ve doğru ortaya çıkmayacaktı. Siz bana bakmayın, yazmaya devam edin dedim. Borcumu ödeyerek vedalaşıp ayrıldım.

Bu anekdottan sonra sanırım fazla söze hacet yok. Borçlanmalarda tek taraflı yazmanın yanında, sağlamasını yapmak için karşılıklı yazmanın, yazarken alınan eşyanın cinsinin de yazılması önemli. Şayet böyle olmasaydı, esnafa güvenim kalmayacaktı. O da bana güvenmeyecekti. Alırken alıyor. İş ödemeye gelince yan çiziyor diyecekti. Siz siz olun işinizi sağlam yapın. Tedbiri elden bırakmayın ve karşılıklı yazın.

*27/05/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.