18 Nisan 2022 Pazartesi

Kişi Siyaseti *

Tarihler 17 Nisan 1993 Cumartesi gününü gösterdiğinde önemli bir maçı izlemek için bir arkadaşın evinde toplanmıştık. Maç öncesi değerlendirmeleri izliyoruz. Dört gözle maçın başlamasını beklerken Turgut Özal'ın vefat haberi ajanslara düştü. Acaba maç ertelenir miydi? Çünkü vefat eden ülkenin Cumhurbaşkanı idi. Nihayet maçın ertelendiği haberi alt yazıda geçti. Heyecanla beklediğim maçın ertelenmesi ve ülkenin Cumhurbaşkanı'nın vefatı beni üzdü. 

Tarif edilmez iki üzüntüyü birlikte yaşarken Özal'a rahmet dilemeli miydim? Beni bir düşüncedir aldı. Benimle birlikte aynı düşünceleri paylaştığım, maç seyretmek için toplandığımız arkadaşlar da aynı ikilemi yaşadı. Normal şartlarda ölene ölümünün ardından rahmet dilenir. Bir an için tereddüt yaşamamın sebebi, yıllarca oy verdiğim parti liderinin Özal'ı kıyasıya eleştirmesiydi. O zamanın kafasıyla her şeyiyle desteklediğim parti liderimin gözünde Özal kötü biriydi. Böyle kötü birine rahmet dilememin vebali olmaz mıydı? Çünkü siyasi liderime göre Özal, sol partilerden daha tehlikeli idi. O zamanlar neyin ne, kimin kim olduğunu sorgulamadan aklını kiraya veren biri olarak rahmet dileyip dilememe ikilemi yaşamam normaldi. Ama içimdeki üzüntü ne idi. Belki de sevinç duymalıydım. Kısa bir sendelemenin ardından içten Allah rahmet eylesin dedim. Arkadaşlar da aynı düşünceleri paylaştı. 

29.ölüm yıldönümünde sevenleri tarafından anılan Özal'ın haberini ajanslardan görünce ölümünün ardından yaşadığım bu haletiruhiye gözümde yeniden canlandı. 

Kutuplaşan Türkiye'de her kişi gibi Özal da sağlıklı değerlendirilmeyenlerden. Özal nasıl biriydi? Kimine göre ilk sivil Cumhurbaşkanı, alnı secdeye değen, halktan biri. Türkiye'ye çağ atlattı. Kimine göre ülkeyi batırdı. Zam üstüne zam yaptı. Enflasyon, döneminde tavan yaptı. Benim memurum işini bilir ya da Irak’la ilgili bir verip üç alma sözleri bir kesimin belleğinde yer etti. Gerçekten kimdi Özal? Hatasıyla sevabıyla gelip geçti. Şimdi iyiydi, kötüydü demenin çok bir anlamı yok. Bana göre Özal ülkenin ufkunu açtı. Birçok yeniliklere imza attı. Türkiye'yi teknoloji ve telekomünikasyonda ileriye taşıdı. Birbirine zıt dört eğilimi tek potada eritti. Sayesinde sol, sağ, milliyetçi ve muhafazakarlar birbirlerini daha iyi tanıdı. Birbirleriyle iletişim kurabildi. 80 öncesinin takım tutar gibi parti tutma alışkanlığı sona erdi ve partiler arasında geçişler başladı. Sayesinde milliyetçi muhafazakar insanlar siyaset ve bürokraside görev alabildi. 141, 142 ve 163.maddeleri kaldırarak özgürlüklerin kapısı aralandı. 82 Anayasasının getirdiği yüzde 10 barajıyla Türkiye, 80 öncesinin hükümet krizlerinden ve koalisyonlarından kurtuldu. Bir bakanını rüşvet aldığı gerekçesiyle Yüce Divana göndermesinin yanında hükümet yolsuzluklarla ve hayali ihracatla anılır oldu. Anayasa bir defa delinmekle bir şey olmaz demek suretiyle bazılarının nezdinde Anayasa hiçe sayıldı. Damadıyla ve ailesiyle yıprandı. Eşi siyasete soyunarak İstanbul il başkanlığına getirildi. Her iktidar partisi gibi kendi zenginlerini çıkardı. Ülke ilk defa KDV adı altında dolaylı bir vergiyle tanıştı. Özelleştirme Türkiye'nin gündemine oturdu. 

"İcraatın İçinden" programlarıyla TRT'ye konuk olarak icraatlarını anlattı. Gündem belirlemede üstüne yoktu. Ortaya attığı konular günlerce toplumda konuşuldu. 

Burada Özal'ın icraatlarının bir kısmına, olumlu ve olumsuz yönlerine kısaca değinmeye çalıştım. Hepsini anlatmaya ne bilgi dağarcığım ne de sayfam el verir. Cumhurbaşkanı seçilinceye kadar iki dönem iktidar olan Özal'ı iki yönden ele almaya çalışacağım. İlk dönemi başarılı, ikinci dönemi ise başarısızdır. Bana göre ilk döneminde Özal iktidara hazırlıklıydı. Ne yapacağını biliyordu. İşini yaparken sadece işine ve yapacaklarına odaklandı. Muhalefet çok istemesine rağmen onları pek muhatap almadı. Bu da başarıyı getirdi. İkinci dönemine geldiğinde, icraat adamı Özal gitmiş, muhalefetle didişen, onlarla bilek güreşine giren ve yatıp kalkan, tabir yerindeyse kişi siyaseti yapan bir Özal ortaya çıktı. Bu, muhalefetin istediğiydi. Bu siyaset anlayışına partisinin yolsuzlukları da eklenince ikinci döneminde de iktidar olmasına rağmen Özal oy kaybetti. Partisi kan kaybetmeye devam etti. Bunda Özal'ın ikinci dönemine hazırlıklı olmayışının ve izlediği kişi siyasetinin payı büyüktür. 

Özal hatasıyla ve sevabıyla gelip geçti. Önemli olan onun yapıp ettiklerinden ve döneminden günümüze dair pay çıkarmaktır. Ama çok ibret aldığımız söylenemez. Bugün Özal'ın ikinci dönemine dair izlediği siyaset daha baskın. Bakıyorsunuz, iktidar muhalefetle yatıp muhalefetle kalkıyor. Sanırsınız ki ülkeyi iktidar değil, muhalefet yönetiyor. Her kötülüğün anası muhalefet. Halbuki muhalefetin iktidara gelmek için iktidarı ve liderini eleştirmesi kadar doğal bir şey olamaz. Tüm imkanlar elinde olan iktidara düşen ise icraatını, yapıp ettiklerini ve yapacaklarını anlatmasıdır. Şayet bir iktidar, yapacaklarından ziyade muhalefeti diline doluyor ve onları tefe koyuyor, halkı muhalefetle korkutuyorsa, bu iktidar tıpkı Özal'ın ikinci dönemi gibi erimeye doğru gidiyor demektir. İktidar dediğin, muhalefetle ve muhalefete dedikleriyle değil, yapacaklarıyla adından söz ettirir. Bundan hem kendisi hem de ülke kazançlı çıkar. 

Yazımı sonlandırırken ilk paragraftaki psikolojiden biraz bahsetmek isterim. Çünkü bizim siyasiler üç beş oy devşirme uğruna kutuplaştırma geleneğini devam ettiriyor. Birbirlerine belden aşağı vurmayı ve hakaret etmeyi kendilerine mubah görüyorlar. Birbirlerine yapmadık hakaret ve demedikleri laf bırakmıyorlar. Bunun sonucunda, oluşturdukları fanatikler rakiplerine düşman gözüyle ve ön yargıyla bakabiliyorlar. Ölünce de ben de olduğu gibi rahmet dilenir mi, dilenmez mi ikilemi yaşayanlar çıkabiliyor. Buna hakkımız olduğunu düşünmüyorum. Bugünkü yönetim modeliyle partiler birbirlerine muhtaç. Bazı partiler dün kanlı bıçaklı ve birbirinin yüzüne bakamazken bugün aynı ittifakın içinde yer alabiliyor ve kardeş kardeş geçinebiliyor. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere öyle siyaset yapılmalı ki birbirlerinin yüzüne bakmaya yüzleri olsun. 

Özal'a gönülden rahmet diliyorum. 

*22/04/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

17 Nisan 2022 Pazar

Borçlanmalarda Yazmanın Önemi *

Kur'an'ı Kerim'in en uzun süresi Bakara Süresi, bu ve diğer sürelerin en uzun ayeti ise yine Bakara Süresindeki 282.ayettir. Tamı tamına bir sayfalık bir ayet. Bu ayete borç ayeti de diyebiliriz. Bu uzun ayetin mealini buraya yazmayacağım. Yalnız şu kadarını söyleyeyim. Ayet az veya çok olsun belirli vade ile borçlandığınız zaman bu borcu karşılıklı yazın, iki şahit tutun vs. demek suretiyle borçlanmalarda borçlular arasında ileride ortaya çıkabilecek sorunların önüne geçmeyi hedeflemektedir. Günümüzde kayda alınmayan veya tek taraflı yazılan borçlanmalarda ortaya çıkan sorunlar göz önüne alındığında ayetin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. 

Burada başımdan geçen bir anekdota yer vermek suretiyle karşılıklı yazışmanın, ortaya çıkabilecek problemlerin önüne nasıl geçtiğine, bunun karşılıklı güveni yok etmediğine işaret etmeye çalışacağım.

1994 veya 95 yılı olsa gerek. Kahta'da Karşıyaka adında bir mahallede oturuyorum. Devir şimdiki gibi bol enflasyonlu bir devir. Kredi kartı kullanımı fazla yaygın değil. Sende varsa her esnafta post cihazı olmaz. Esnafta olursa da her müşteride olmazdı. Kredi kartı almak için bankalar iki memur kefil isterdi.

Çarşıya gitmediğim zaman bazı alacaklarımı mahallemdeki bakkaldan büyük bir marketten yapıyorum ve yazdırıyorum. Marketi iki kardeş işletiyordu. Birinin adı sanırım Mehmet olmalıydı.

Market sahiplerinden iki kardeşten hangisi olursa olsun, ne almışsam, aldığım ürünleri tek tek yazar. Karşısına da miktarlarını yazardı. Birkaç defa market sahibine, abi tarih ve toplamını yazsanız olmaz mı? Yazık değil mi? Hem vakit kaybı hem de elinize yazık dedim. Her defasında da olsun hocam, ne olur ne olmaz. Biz yazalım şeklinde cevap verirlerdi. Sahipleri, ürün çeşidi ile birlikte yazmaya devam ettiler, ben ise toplamını kendi tuttuğum kağıda not ettim.

Ay başında miktarı bende belli borcumu ödemeye gittim. Marketçinin söylediği miktar bendekinden 500 lira daha fazlaydı. Toplamda bir yanlışlık olmasın. Bendeki farklı dedim. Markette olan bir başka kişi, ben senin iki katın ödedim. Sizinki benden düşük. Öde gitsin dedi. Ona, yapmışsın ki ödeyeceksin. Ben bu kadar alışveriş yapmadım dedim. Marketçi, hocam yaptığın alışveriş burada. Buyur bir de sen bak dedi. Baktım. Omo Matik ve beş paket küp şeker dikkatimi çekti. Burada Omo Matik ve küp şeker var. Ben evimde bunları hiç kullanmıyorum ki alayım. Bunlar bana ait değil dedim. Marketçi, hocam! Şu Omo Matiği ve küp şeker toplamını çıkardığımızda sizin hesap tam dediğin gibi olur. Bu kısımdaki yazı bana ait değil. Biraderimin. Gelince bir sorayım. Hesap netleşinceye kadar siz ödeme yapmayın dedi.

İkinci gelişimde marketçi, "Hocam, dediğim gibi fazla dediğin miktarı biraderim yazmış. Belediyede sizin isminizde bir çalışan var. Ona telefonla, bizden Omo Matik ve küp şeker aldın mı diye sorduk. Aldım dedi. Almış ama onun borç hanesinde bu ürünler yazılı değil. Hasılı sizin hesabınız doğru. Biraderim isimleriniz aynı olunca böyle bir yanlışlık yapmış. Kusura bakmayın. Bir daha olmaz" dedi. Ben de sizi uğraştırdım. Siz de kusura bakmayın. Önemli olan doğrunun ortaya çıkması. Bu vesileyle sizi tebrik ediyorum. Ben size ürünleri niye yazarsınız dememe rağmen siz yazmaya devam ettiniz. Şayet siz ürünleri borç defterine yazmasaydınız, bu sehven yazılma bilinmeyecek ve doğru ortaya çıkmayacaktı. Siz bana bakmayın, yazmaya devam edin dedim. Borcumu ödeyerek vedalaşıp ayrıldım.

Bu anekdottan sonra sanırım fazla söze hacet yok. Borçlanmalarda tek taraflı yazmanın yanında, sağlamasını yapmak için karşılıklı yazmanın, yazarken alınan eşyanın cinsinin de yazılması önemli. Şayet böyle olmasaydı, esnafa güvenim kalmayacaktı. O da bana güvenmeyecekti. Alırken alıyor. İş ödemeye gelince yan çiziyor diyecekti. Siz siz olun işinizi sağlam yapın. Tedbiri elden bırakmayın ve karşılıklı yazın.

*27/05/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

16 Nisan 2022 Cumartesi

Abuzer Kaya

Kendisini Kahta'da çalışırken tanımıştım. Makro Market isminde bir marketi çalıştırıyordu. Sonraları ismini Onakro şeklinde değiştirmiş, iki şube daha açarak marketçiliği geliştirmiş. 

Kasada otururdu. İşinin ehli, işine kendini veren, sessiz, sakin, fazla konuşmayan ve dürüst biri idi. İlk bakışta soğuk bir yapısı göze çarpardı. Kasaya gelene hoş geldin, nasılsın, şeklinde hal hatır sorduktan sonra işine odaklanırdı.

Abuzer Kaya'dan bahsediyorum. 

Burası marketti ama bakkal gibi yazardı aynı zamanda. Her müşteri için bir sayfa açar. Her sayfanın da numarası vardı.

Evime uzak olmasına rağmen çoğu alışverişimi buradan yapardım. Benim numaram 36 ya da 37 idi.

Her yaptığım alışveriş miktarını, verdiği fişten hareketle o günün tarihiyle birlikte yazardım. 15'inde ödemeye gittiğimde ne kadar borcumun olduğunu bilirdim ve her ay borcumu kapatırdım. Ertesi gün tekrar yazdırmaya devam ederdim. 

Kasada da sürekli Abuzer Abi vardı. Belki yaşça benden küçük olmasına rağmen kendisine Abuzer Abi diye hitap ederdim.

Yazdıracağımda veya borcu kapatacağımda çoğu müşterilerin numaraları da hafızasındaydı. Numarayı söylemeden sayfamızı açardı.

Ödeme yapacağımda, Abi borcuma bakar mısın dediğimde, birkaç ay peşi sıra bendeki toplam ile defterdeki toplam tutmamıştı. Benim hesabıma göre örneğin, 3 bin lira borcum varsa 2500 lira çıktı. Hocam 2500 lira derdi. Abi, benim hesabıma göre 3000 olması gerekir. Doğrusu da bu. Siz 3000 alın derdim. Hocam, bizde borcun 2500 lira. 3000 ödemek zorunda değilsin derdi Abuzer Abi. Böyle böyle defterdeki hesaptan daha fazla ödedim.

Bir ay geldi yine borcumu ödemeye gittim. Bu sefer bendeki hesap tutmadı. Şu anda miktar aklımda değil ama bende 3000 lira borç görünürken iki katı kadar bir borç söyledi Abuzer Abi. Beklemediğim bu hesap beni şaşırttı. Abi fazla diyemedim. Moralim bozulsa da cebimde neyim varsa çıkarıp borcumu ödedim. Bir ay boyunca ayırdığım harçlığım da gitti.

İzleyen günlerde yine alışverişe geliyorum ama kafamda hala fazla ödediğim miktar var. Her zamanki şen şakraklığımı göremeyen Abuzer Abi, birkaç defa, hocam, neyin var diye sorduysa da söyleyemedim. Bir gün yine alışveriş yaptıktan sonra kasaya yanaştığımda Abuzer Abi, hocam, bugünlerde sende bir şey var. Moralin bozuk. Ne olur söyle. Yapabileceğimiz bir şey var mı? Yoksa bizden kaynaklanan bir durum mu var dedi. Bu açık çek karşısında, abi, bu ay ödediğim miktar benim hesabımdan yüksek geldi deyiverdim. Ne kadar hocam dedi. Fazlalığı söyledim. Olmaz demedi. Kasayı açtı. Söylediğim miktarı sayarak verdi. Ardından, hocam, oldu mu bu yaptığın? Kaç ay boyunca düşük yazmışsınız diye gelip bize fazla fazla verdin. Bizim hesap seninkinden fazla olunca niye söylemiyorsun. Bu senin hakkın dedi. Haklısın abi. Söyleyemedim dedim. Teşekkür ederek ayrıldım. Meteliğe kurşun atan cebim para görünce moralim de yerine geldi. (Ayrılmadan önce Abuzer Abi bana, Hocam, senin sayfanın karşısında değişik insanların alışveriş yaptığı, aynı hesaba yazdırdığı bir sayfa var. Sanırım numarayı yanlış söylüyorlar. Dalgın ve yorgun olduğumuz zamana denk geliyor olmalı. İyisi mi sana yeni numara verelim diyerek başka bir kart çıkararak yeni bir numara vermişti. Bundan sonra da hesaplarımızda bir yanlışlık olmadı.)

Ben Kahta'dan ayrıldıktan sonra beni tanıyanlara beni sorar, çok dürüst biri dermiş. Böyle olmadığım halde bu iltifat kulağıma geldiğinde beni dürüst bilen biri var diye dünyalar benim olmuştu. (Siz beni dürüst görmeseniz de beni dürüst gören biri vardı. Bunu ispatlayamam. Çünkü Abuzer Abi vefat etti. İnşallah dediği gibi olurum ya da olmaya çalışırım da öbür dünyada Abuzer Abi bana şahitlik yapar.)

İşini ibadet aşkı seviyesinde ciddi yapan Abuzer Abi'nin 2020 yılında Covid 19'dan vefat ettiğini sanal alemi karıştırırken öğrenince üzüldüm vefatına ve aramızda geçen bu anekdot aklıma geldi. Allah gani gani rahmet eylesin.

Söz Makro Marketten (Ankara merkezli Makro değil) açılmışken iki anekdota daha yer vermek isterim.

Abuzer Bey'in ağabeyi idi sanırım. Güleç yüzlü, sıcakkanlı manav reyonuna bakan galiba Osman adında bir ağabeyi vardı. Bir gün markete gelmeden önce tablacıdan dağ armudu almıştım. Marketin içine poşetle girmeyeyim diye siyah poşetteki armudu dış kapının önünde uygun bir yere koydum. Alışverişi yapıp çıkarken koyduğum armudu yerinde bulamadım. Baktığım yere bir daha baktım. Bendeki bu telaşı gören Osman Abi, hocam ne arıyorsun dedi. Şuraya başka yerden aldığım armut poşetini koymuştum. Bulamadım dedim. Kaç kiloydu hocam dedi. Önemli değil dedimse de ısrar etti. İki ya da üç kaç kilo ise söyledim. Kasadaki güzel armuttan ne kadar dedimse tartıp vermişti. Yaşıyorsa kulakları çınlasın. Vefat etti ise Allah rahmet eylesin. Bu arada kaybolan armudumdan iyi idi bana tartılıp verilen armut.

Kahta'da iken örgü makinası almıştım. 2000 öncesi enflasyonlu hayatta ayakta tutunmak için eşim patik örerdi. Ördüğümüz bu patiklerden numune getirdim. Abuzer Abi, burada satabilir misiniz dedim. Olur hocam, şuraya koy. Sen ördükçe getir. Satılsın dedi. Patik bittikçe yerine yenisini getirirdim. Saymadan hocam kaç tane getirdin derler, parasını verirlerdi. Bunu yaparken de hiç kar almadılar. Allah kendilerinden razı olsun.

Bu vesileyle Kahta'daki anılarımdan bir kısmını tazelemiş oldum. Tüm Kahta'ya  kucak dolusu selamlar.