10 Mart 2022 Perşembe

Hükümetlerin Ekonomi Karnesi *

Bu yazımda ekonomimiz şöyledir, böyledir, öldük, bittik, her gün zam zam zam, bu böyle gitmez demeyeceğim. Her şey güllük gülistanlık da demeyeceğim. Derdim ne mevcut hükümet ne de önceki hükümetler ne şu parti zamanında ekonomi iyiydi ne de kötüydü değil. Becerebilirsem kendi gözümle bir tespitte bulunacağım.

Türkiye siyasetini ve ülke yönetimini geçmişten günümüze takip edenler bilirler ki ideolojik sebeplerle oy verenler olsa da siyaseti belirleyen en önemli unsur ekonomidir. Tencere, tava ve mutfak diye ifade edilen ekonomi nicelerini iktidardan etmiş, nicelerini iktidara taşımıştır. Çünkü vatandaşın derdi geçimdir, mutfaktır. Bundan dolayıdır ki iktidar adayı veya iktidar alternatifi olan her parti, “Ekonomiyi yönetemiyor, vatandaş açlık sınırı içerisinde, geçinemiyor, mutfakta tencere-tava kaynamıyor, fiyatlar aldı başını gidiyor, ürünlere her gün zam geliyor. Biz gelirsek ekonomiyi şöyle yöneteceğiz, vatandaşın alım gücünü artıracağız, asgari ücreti yükselteceğiz, işsizliği azaltacağız vs.” şeklinde propaganda yapar. Vatandaşın çoğunluğu, bu eleştirileri haklı bulur, verilen vaatleri ikna edici bulursa mevcut iktidarı değiştirir. Değiştirdiği hükümetlerin çoğunu da baraj altına iterek cezalandırır. Eleştirileri haklı, vaatleri ikna edici bulmaz, iktidarın yönetimini eksikleriyle birlikte yeterli görürse, iktidarı değiştirme yoluna gitmez. Bu hep böyle olmuştur, yine böyle olmaya devam edecektir.

Partiler, kendilerini iktidara hazırlamak için plan, program ve projeden ziyade rakip gördüğü partilerin ülkeyi soktuğu ekonomik darboğazı durmadan işler ve iktidara geliyorsa da rakiplerini kötüleyerek gelir. Yani siyasette rakibinin eksiklikleri ile ekmek yer. Mesela bu ülkede “ekmeğin karneye bağlanması”, “tüp kuyrukları”, “petrol krizi”, “ülkenin yetmiş sente muhtaç edilmesi”, “enflasyon/hiper enflasyon”, “faizlerin yüksekliği”, “yazar kasa”, “kepenk kapatan işletmeler”, “1994-2001 ekonomik krizleri”, “İMF’nin kapısının çalınması”, “özelleştirme”, “asgari ücret” vs. partilerin propaganda olarak başvurdukları argümanlardır. Yıllar geçse de fırından yeni çıkmış gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konur. Tüm bunlar yapılırken “Bunlar ekonomiyi batırdı. Bunları bıraksan iki kazı güdemezler denerek eski iktidarlar eleştirilir. Eleştiri ile kalınmaz, ayıplanır ve kınanır. Tefe bile koyarlar.

Partiler rakiplerini alt etmek için böyle propaganda yapar ama kendileri iktidara geldikleri zaman nasıl bir icraata imza atarlar? Gördüğüm kadarıyla yok birbirlerinden farkları. Özellikle ekonomi ile ilgili yaptıkları ve yapamadıkları -yalancı baharları hariç- eleştirdiklerinden, kınadıklarından ve ayıpladıklarından hiç farklı değil. Hangi parti, hangisini ne ile eleştirmişse iktidarında aynısını yapmıştır. Aşağı yukarı aynısı başına gelmiştir. Bu da bize “İnsan kınandığı ile sınanır”, “Kişi, ayıpladığı başına gelmeden ölmez” sözlerini haklı çıkarıyor.

Burada bazıları, “Sapla samanı karıştırmayalım. Son yaşadığımız ekonomik sıkıntıyı tüm dünya çekiyor, çünkü dünya küresel enflasyonla karşı karşıya. Üstelik salgın var. Üzerine de savaş çıktı, petrolün varil fiyatı çok yükseldi” şeklinde gerekçeler gösterebilir. Tüm bu gerekçeler doğru ise -ki doğrudur- daha önceki hükümetlerin yaşadığı ve yaşattığı gerekçeler de doğrudur. Çünkü durduk yerde hayat pahalılığı olmaz, kriz olmaz. Bildiğim kadarıyla ekmeğin karneye bağlanması, ikinci dünya savaşı yılları. Halkın parasını verip petrolünü alamadığı yıllar petrol krizinin olduğu yıllar. Tüp vb. kuyruklar hakeza.

Yaşadığımız ekonomik sıkıntılar gösteriyor ki her dönemi değerlendirirken o yıllarda dünyada olup bitenleri de göz önünde bulundurmak gerektiğini düşünmemiz lazım. Nasıl ki tarihi olayları değerlendirirken bugünün gözüyle değerlendirmek yanlış ise eski iktidarları değerlendirirken de zamanındaki dünyada olup bitenleri bugünün gözüyle değerlendirmek yanlıştır. Gelmiş-geçmiş iktidarları eleştirirken ve kınarken biraz insaflı olmak lazım diye düşünüyorum. Çünkü her dönemin, her devrin ayrı bir hikayesi vardır.

Ekonomi ve diğer hususlarda, ülkenin krize girmesinde gelmiş geçmiş hükümetlerin yönetimden kaynaklanan hata ve yanlışları yok mudur? Vardır elbette. Çünkü insan yönetiyor ne de olsa. İnsan olup da hata yapmayan mı var. Ülkeyi ekonomik krize duçar eden iktidarlar benim nazarımda öngörüsüzdürler. En azından gelmekte olan veya gelmesi muhtemel krizlere karşı tedbir almadıkları, başka planları devreye sokmadıkları görülüyor. Pekala her hükümetin ajandasında B, C, D planları olmalıydı. Tabir yerindeyse ülkeyi ve ekonomiyi “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra” çerçevesinde günübirlik yönetmişler. Tamam, dışa bağımlı olduğumuz enerji konusunda belki bir şey yapılamayabilir ama tarım ülkesi olan ülkem, en azından gıda ürünlerini dışarıdan ithal etme yoluna gitmemiş olurdu.

*12/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

7 Mart 2022 Pazartesi

Tarafgir Bakış Açısı *

Futbol maçı izler misiniz bilmiyorum. İzlemeseniz de futbol maçlarının çok çekişmeli geçtiğini bilirsiniz. Çünkü maç demek; stres, heyecan, alkış, slogan, tezahürat, küfür, atışma, taktik vb. demektir. Oynanan maç bir de ezeli rekabet ise yürek mi dayanır bu maça. Ta günler öncesinden bu maç konuşulmaya başlanır, biletler satılır, maçı hangi hakemin yöneteceği dört gözle beklenir. Maçın hakemi açıklanır açıklanmaz, takımların taraftarları hakem hakkında konuşmaya başlarlar. Kimi hakemi beğenir: İyi hakemdir, kritik pozisyonlarda takımlarını tuttuğunu, bu hakemin takımlarına uğurlu geldiğini, bu hakemle daha maç kaybetmediklerini söyler. Kimi de bu hakemle daha maç kazanamadıklarını, bu hakemin maçı katlettiğini, Federasyonun bu hakemi bu maça özellikle verdiğini söyler durur. 

Beklenen büyük gün gelir. Takımların taraftarları kendilerine ayrılmış tribünlerde saatler öncesinden yerlerini alır. Takımlar sahaya çıkar ve stresi yüksek maç başlar. Taraftarların takımı çok iyi oynuyorsa problem yok. Taraftar var gücüyle takımını destekler. Sesleri kısılıncaya kadar tezahürat yaparlar. Hele bir de gol atılmışsa bir bakmışsın hepsi birden ayakta ve eller de havada olur. Mutluluklarına diyecek yoktur. Ama takım iyi oynamazsa fanatik taraftarlar hakemle oynamaya başlarlar. Hakem faul çalsa, hepsi birden “Yuh be! Neresi faul bunun…Satılmış köpek! Kaç para aldın karşı takımdan? İbne hakem!” gibi hakaretler peşi sıra gelir. Bundan futbolcular da nasibini alır, zaman zaman hakeme diklenirler. Rakip futbolcuya sert girerler. Sarı kartlar arka arkaya çıkar. Kimi çift sarı karttan oyun dışı kalır.

Maç bu şekilde gergin biter ama maç bittikten sonra da maç bitmez. Çünkü hakeme kızgınlık devam eder ve televizyonlarda maç sonu değerlendirmelerde her pozisyon tekrar tekrar gösterilir ve hakemin oyunu biçtiği görüşü işlenir ve yenilen takımın başkanı nezdinde bu hakem istenmeyen hakem ilan edilir.

Her maç böyle olmasa da çoğu maçlar hep böyle sonuçlanır. Maç sonucunda en büyük darbeyi hakemler yer.

Hakemler arasında taraf tutanı yok mu? Vardır elbet. En azından takdire bağlı pozisyonlarda tuttuğu takımın lehine kararlar verir.

Başka ülkelerde futbol maçları bizdeki gibi stresli mi geçer bilmem ama bizde maalesef tüm suç hakemlere yıkılır. Çünkü futboldan ziyade hakemle oynanır. Yenilginin müsebbibi olarak çoğu takım suçu kendinde görmez ve hakemler tu kaka yapılır ve pek sevilmezler. Sevmeyenler de objektif maç seyredenler değil, özellikle fanatik taraftarlardır. Halbuki hakemler doğru veya yanlış gördüğünü çalar. Bariz hatada da taraf tutacak değillerdir. Zaten itirazlarda “var” kuralı var. İtiraz edilen pozisyonun yeniden izlenip verilen kararın değiştirilmesi söz konusu.

Maçlardaki fanatik taraftar bakışı ve davranışı sadece maçlarda mı olur bu ülkede? Keşke sadece maçlarla sınırlı olsaydı. Çünkü kutuplaşmanın kol gezdiği her alanda tarafgir bakış hakim bu ülkede. Maalesef siyaseti de böyle bu ülkenin, dini vs. anlayışı da. Herkes önce tarafını belirlemiş. Tarafgir gözüyle hayata ve olaylara bakıyor. Tarafgir olanların bakışı ise hiç sağlıklı değildir. Takım tutar gibidir onların zihniyeti. Bu tarafgir anlayış bu ülkede olduğu müddetçe de toplumun doğruda veya yanlışta anlaşabilmesi mümkün değildir. Bence bu ülkenin aşması gereken en büyük sorunu budur.

Hasılı, kişilerin takımları iyi oynayamasa da takımlarını tutmalarında, bir siyasi parti hata yapmasına rağmen seçmenin oy vermesinde, bir cemaate mensup kişinin bağlı olduğu cemaatini, yanlışlarına rağmen desteklemesinde bir sakınca yoktur. İnsanımızdan özellikle tarafgir bakış açısına sahip olanlardan tek istenilen; olayları, icraatları ve pozisyonları değerlendirirken doğruya doğru, yanlışa yanlış demeleridir. Yani bir hakkı teslim etmeleridir.

*25/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

1 Mart 2022 Salı

Bir Meşşailik Dersi *

Salı günü bir cenazeye katıldım. Cenaze namazının ardından defin için mezarlığa doğru ilerlerken, yanımdan mezarlığa doğru hızlıca yürümeye çalışan üçlü dikkatimi çekti. Biri yüksek sesle hararetli bir şekilde konuşuyor, diğer ikisi dinliyor.

Kulak misafiri olayım, sohbeti daha doğrusu bilgiyi kaçırmayayım diye ben de biraz hızlandım. Hoş, hızlanmasam da sağır sultanın duyacağı şekilde konuşanın sesi bana kadar geliyordu. Konu, haliyle cenaze üzerineydi.

"Cenaze namazında eskiden ayakkabı çıkarılır, ayakkabının üzerine basılırdı. Bu iyiydi ama şimdilerde bunu uygulayan kalmadı. Halbuki bu uygulamanın geçmişi ta peygamberimize dayanıyor. Peygamberimiz bir gün bir cenaze namazı kılacağında, Cebrail peygamberimizin yanına geliyor. Namaz kılarken ayakkabını çıkar. Çünkü ayakkabında tavuk pisliği var. Böyle namaz olmaz deyince peygamberimiz ayakkabısını çıkarıp üzerine basıyor ve cenaze namazını bu şekil kılıyor. Namaz bittiğinde peygamberimiz geri dönünce tüm sahabenin, kendisi gibi ayakkabılarının üzerine bastığını görüyor. Onlara niçin böyle yaptıklarını soruyor. Sahabe, ya Rasülallah, siz yapınca biz de öyle yaptık diyorlar. Peygamberimiz de Cebrail ile arasındaki geçen konuşmayı anlatarak niçin böyle yaptığını sahabesine anlatıyor. Ya gördünüz mü bu uygulamanın nereden geldiğini. Şimdi yapan pek kalmadı başka" dedi. 

Sonra daha da hızlandılar. Daha ne konuştular, neleri kaçırdım bilmiyorum. Bildiğim, eskiden cenazelerde ayakkabıların çıkarıldığı ve ayakların ayakkabıların üzerine basıldığı, şimdilerde kalmadığıdır. 

Mezarlıkta defin esnasında kenarda bekleşirken yanımdaki dostuma bu işittiğimi anlattım. Bizi dinleyen bir akrabam, "Ağa, geçen hafta burada bir cenaze namazına katıldım. Bu anlattığını cenaze namazını kıldıran imam da anlattı" deyince, bilginin esas kaynağını böylece öğrenmiş oldum. 

Garibime giden, ayağın ayakkabının içinde iken cenaze namazı kılmakla, ayakkabının üzerine basarak cenaze namazı kılmanın arasında ne fark var? Ayakkabı pis ise ve bununla namaz olmuyorsa, ayak ha ayakkabının içinde olmuş ha üstünde olmuş... Cenaze namazında sair namazlarda olduğu gibi necasetten taharet aranacaksa; bedenin, elbisenin ve namaz kılınacak yerin temiz olması gerekiyor. 

Neyse fıkhi meseleleri bir tarafa bırakalım. Katıldığım bu cenaze merasimi bana neler kazandırdı neler... 

Tanımadığım birinden kısa süreliğine de olsa bir meşşailik* dersi almış oldum. 

·         Yıllardır cenazelerde uygulanan ve başkası çıkardığı için benim de kalabalığa uyarak ayağımı çıkarıp ayakkabı üstüne bastığım ve cenaze namazı kıldığım bu uygulamanın menşeini böylece geç de olsa öğrenmiş oldum. (Beşikten mezara ilim ve öğrenmenin yaşı yoktur dedikleri bu olsa gerek.  Bu hocayı bulup ondan yeni bilgiler öğrensem mi diye düşünmüyor değilim.)

·         Cenazeye katılarak Müslümanın Müslüman üzerindeki bir hakkı yerine getirmiş oldum ve sevap kazandım.

*Bir nevi ders anlatım şekli. "Ruhla birlikte bedenin de eğitilmesi amacıyla çoğu zaman yürüyerek öğretim yapma." 

*05/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.