Ana içeriğe atla

Hükümetlerin Ekonomi Karnesi *

Bu yazımda ekonomimiz şöyledir, böyledir, öldük, bittik, her gün zam zam zam, bu böyle gitmez demeyeceğim. Her şey güllük gülistanlık da demeyeceğim. Derdim ne mevcut hükümet ne de önceki hükümetler ne şu parti zamanında ekonomi iyiydi ne de kötüydü değil. Becerebilirsem kendi gözümle bir tespitte bulunacağım.

Türkiye siyasetini ve ülke yönetimini geçmişten günümüze takip edenler bilirler ki ideolojik sebeplerle oy verenler olsa da siyaseti belirleyen en önemli unsur ekonomidir. Tencere, tava ve mutfak diye ifade edilen ekonomi nicelerini iktidardan etmiş, nicelerini iktidara taşımıştır. Çünkü vatandaşın derdi geçimdir, mutfaktır. Bundan dolayıdır ki iktidar adayı veya iktidar alternatifi olan her parti, “Ekonomiyi yönetemiyor, vatandaş açlık sınırı içerisinde, geçinemiyor, mutfakta tencere-tava kaynamıyor, fiyatlar aldı başını gidiyor, ürünlere her gün zam geliyor. Biz gelirsek ekonomiyi şöyle yöneteceğiz, vatandaşın alım gücünü artıracağız, asgari ücreti yükselteceğiz, işsizliği azaltacağız vs.” şeklinde propaganda yapar. Vatandaşın çoğunluğu, bu eleştirileri haklı bulur, verilen vaatleri ikna edici bulursa mevcut iktidarı değiştirir. Değiştirdiği hükümetlerin çoğunu da baraj altına iterek cezalandırır. Eleştirileri haklı, vaatleri ikna edici bulmaz, iktidarın yönetimini eksikleriyle birlikte yeterli görürse, iktidarı değiştirme yoluna gitmez. Bu hep böyle olmuştur, yine böyle olmaya devam edecektir.

Partiler, kendilerini iktidara hazırlamak için plan, program ve projeden ziyade rakip gördüğü partilerin ülkeyi soktuğu ekonomik darboğazı durmadan işler ve iktidara geliyorsa da rakiplerini kötüleyerek gelir. Yani siyasette rakibinin eksiklikleri ile ekmek yer. Mesela bu ülkede “ekmeğin karneye bağlanması”, “tüp kuyrukları”, “petrol krizi”, “ülkenin yetmiş sente muhtaç edilmesi”, “enflasyon/hiper enflasyon”, “faizlerin yüksekliği”, “yazar kasa”, “kepenk kapatan işletmeler”, “1994-2001 ekonomik krizleri”, “İMF’nin kapısının çalınması”, “özelleştirme”, “asgari ücret” vs. partilerin propaganda olarak başvurdukları argümanlardır. Yıllar geçse de fırından yeni çıkmış gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konur. Tüm bunlar yapılırken “Bunlar ekonomiyi batırdı. Bunları bıraksan iki kazı güdemezler denerek eski iktidarlar eleştirilir. Eleştiri ile kalınmaz, ayıplanır ve kınanır. Tefe bile koyarlar.

Partiler rakiplerini alt etmek için böyle propaganda yapar ama kendileri iktidara geldikleri zaman nasıl bir icraata imza atarlar? Gördüğüm kadarıyla yok birbirlerinden farkları. Özellikle ekonomi ile ilgili yaptıkları ve yapamadıkları -yalancı baharları hariç- eleştirdiklerinden, kınadıklarından ve ayıpladıklarından hiç farklı değil. Hangi parti, hangisini ne ile eleştirmişse iktidarında aynısını yapmıştır. Aşağı yukarı aynısı başına gelmiştir. Bu da bize “İnsan kınandığı ile sınanır”, “Kişi, ayıpladığı başına gelmeden ölmez” sözlerini haklı çıkarıyor.

Burada bazıları, “Sapla samanı karıştırmayalım. Son yaşadığımız ekonomik sıkıntıyı tüm dünya çekiyor, çünkü dünya küresel enflasyonla karşı karşıya. Üstelik salgın var. Üzerine de savaş çıktı, petrolün varil fiyatı çok yükseldi” şeklinde gerekçeler gösterebilir. Tüm bu gerekçeler doğru ise -ki doğrudur- daha önceki hükümetlerin yaşadığı ve yaşattığı gerekçeler de doğrudur. Çünkü durduk yerde hayat pahalılığı olmaz, kriz olmaz. Bildiğim kadarıyla ekmeğin karneye bağlanması, ikinci dünya savaşı yılları. Halkın parasını verip petrolünü alamadığı yıllar petrol krizinin olduğu yıllar. Tüp vb. kuyruklar hakeza.

Yaşadığımız ekonomik sıkıntılar gösteriyor ki her dönemi değerlendirirken o yıllarda dünyada olup bitenleri de göz önünde bulundurmak gerektiğini düşünmemiz lazım. Nasıl ki tarihi olayları değerlendirirken bugünün gözüyle değerlendirmek yanlış ise eski iktidarları değerlendirirken de zamanındaki dünyada olup bitenleri bugünün gözüyle değerlendirmek yanlıştır. Gelmiş-geçmiş iktidarları eleştirirken ve kınarken biraz insaflı olmak lazım diye düşünüyorum. Çünkü her dönemin, her devrin ayrı bir hikayesi vardır.

Ekonomi ve diğer hususlarda, ülkenin krize girmesinde gelmiş geçmiş hükümetlerin yönetimden kaynaklanan hata ve yanlışları yok mudur? Vardır elbette. Çünkü insan yönetiyor ne de olsa. İnsan olup da hata yapmayan mı var. Ülkeyi ekonomik krize duçar eden iktidarlar benim nazarımda öngörüsüzdürler. En azından gelmekte olan veya gelmesi muhtemel krizlere karşı tedbir almadıkları, başka planları devreye sokmadıkları görülüyor. Pekala her hükümetin ajandasında B, C, D planları olmalıydı. Tabir yerindeyse ülkeyi ve ekonomiyi “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra” çerçevesinde günübirlik yönetmişler. Tamam, dışa bağımlı olduğumuz enerji konusunda belki bir şey yapılamayabilir ama tarım ülkesi olan ülkem, en azından gıda ürünlerini dışarıdan ithal etme yoluna gitmemiş olurdu.

*12/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde