Ana içeriğe atla

Tarafgir Bakış Açısı *

Futbol maçı izler misiniz bilmiyorum. İzlemeseniz de futbol maçlarının çok çekişmeli geçtiğini bilirsiniz. Çünkü maç demek; stres, heyecan, alkış, slogan, tezahürat, küfür, atışma, taktik vb. demektir. Oynanan maç bir de ezeli rekabet ise yürek mi dayanır bu maça. Ta günler öncesinden bu maç konuşulmaya başlanır, biletler satılır, maçı hangi hakemin yöneteceği dört gözle beklenir. Maçın hakemi açıklanır açıklanmaz, takımların taraftarları hakem hakkında konuşmaya başlarlar. Kimi hakemi beğenir: İyi hakemdir, kritik pozisyonlarda takımlarını tuttuğunu, bu hakemin takımlarına uğurlu geldiğini, bu hakemle daha maç kaybetmediklerini söyler. Kimi de bu hakemle daha maç kazanamadıklarını, bu hakemin maçı katlettiğini, Federasyonun bu hakemi bu maça özellikle verdiğini söyler durur. 

Beklenen büyük gün gelir. Takımların taraftarları kendilerine ayrılmış tribünlerde saatler öncesinden yerlerini alır. Takımlar sahaya çıkar ve stresi yüksek maç başlar. Taraftarların takımı çok iyi oynuyorsa problem yok. Taraftar var gücüyle takımını destekler. Sesleri kısılıncaya kadar tezahürat yaparlar. Hele bir de gol atılmışsa bir bakmışsın hepsi birden ayakta ve eller de havada olur. Mutluluklarına diyecek yoktur. Ama takım iyi oynamazsa fanatik taraftarlar hakemle oynamaya başlarlar. Hakem faul çalsa, hepsi birden “Yuh be! Neresi faul bunun…Satılmış köpek! Kaç para aldın karşı takımdan? İbne hakem!” gibi hakaretler peşi sıra gelir. Bundan futbolcular da nasibini alır, zaman zaman hakeme diklenirler. Rakip futbolcuya sert girerler. Sarı kartlar arka arkaya çıkar. Kimi çift sarı karttan oyun dışı kalır.

Maç bu şekilde gergin biter ama maç bittikten sonra da maç bitmez. Çünkü hakeme kızgınlık devam eder ve televizyonlarda maç sonu değerlendirmelerde her pozisyon tekrar tekrar gösterilir ve hakemin oyunu biçtiği görüşü işlenir ve yenilen takımın başkanı nezdinde bu hakem istenmeyen hakem ilan edilir.

Her maç böyle olmasa da çoğu maçlar hep böyle sonuçlanır. Maç sonucunda en büyük darbeyi hakemler yer.

Hakemler arasında taraf tutanı yok mu? Vardır elbet. En azından takdire bağlı pozisyonlarda tuttuğu takımın lehine kararlar verir.

Başka ülkelerde futbol maçları bizdeki gibi stresli mi geçer bilmem ama bizde maalesef tüm suç hakemlere yıkılır. Çünkü futboldan ziyade hakemle oynanır. Yenilginin müsebbibi olarak çoğu takım suçu kendinde görmez ve hakemler tu kaka yapılır ve pek sevilmezler. Sevmeyenler de objektif maç seyredenler değil, özellikle fanatik taraftarlardır. Halbuki hakemler doğru veya yanlış gördüğünü çalar. Bariz hatada da taraf tutacak değillerdir. Zaten itirazlarda “var” kuralı var. İtiraz edilen pozisyonun yeniden izlenip verilen kararın değiştirilmesi söz konusu.

Maçlardaki fanatik taraftar bakışı ve davranışı sadece maçlarda mı olur bu ülkede? Keşke sadece maçlarla sınırlı olsaydı. Çünkü kutuplaşmanın kol gezdiği her alanda tarafgir bakış hakim bu ülkede. Maalesef siyaseti de böyle bu ülkenin, dini vs. anlayışı da. Herkes önce tarafını belirlemiş. Tarafgir gözüyle hayata ve olaylara bakıyor. Tarafgir olanların bakışı ise hiç sağlıklı değildir. Takım tutar gibidir onların zihniyeti. Bu tarafgir anlayış bu ülkede olduğu müddetçe de toplumun doğruda veya yanlışta anlaşabilmesi mümkün değildir. Bence bu ülkenin aşması gereken en büyük sorunu budur.

Hasılı, kişilerin takımları iyi oynayamasa da takımlarını tutmalarında, bir siyasi parti hata yapmasına rağmen seçmenin oy vermesinde, bir cemaate mensup kişinin bağlı olduğu cemaatini, yanlışlarına rağmen desteklemesinde bir sakınca yoktur. İnsanımızdan özellikle tarafgir bakış açısına sahip olanlardan tek istenilen; olayları, icraatları ve pozisyonları değerlendirirken doğruya doğru, yanlışa yanlış demeleridir. Yani bir hakkı teslim etmeleridir.

*25/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde