15 Aralık 2021 Çarşamba

Bakkal Dükkanı *

Atın, arabanın lüks olduğu, şehre pek gidilmediği, sabit gelirli insanın yok denecek kadar az olduğu eski yıllarda, köylerde yaşayanlar, gaz yağına varıncaya kadar her türlü alışverişin bakkaldan yapıldığını bilir. Alışveriş yapan köylünün fiyat sorma, ürün seçme, marka beğenme hakkı pek olmazdı. Bakkal hangi ürünü verirse kaliteli, kalitesiz denmez, o alınırdı. Yapılan alışverişler genelde deftere yazdırılır. Harmandan harmana borçlar ödenirdi. Bakkal deftere kaç lira yazar, yazarsa da alınan ürünün fiyatını mı yazar yoksa ürünün kendisini mi yazar, bunu bilmek ve bakkala sormak pek mümkün değildi. Zira bakkalın hışmına uğramak da vardı işin ucunda. 80 öncesi zam gelecek diye stokçuluğun bol olduğu, sigara ve çayın her zaman bulunmadığı zamanlarda bakkalla arayı iyi tutmak fayda sağlardı. Çünkü herkese yok dediği çay ve sigarayı pekala sana verebilirdi.

Bakkal bana kötü davrandı, pahalı veriyor, bu ürün şehirde şu kadar diye sağda solda dert de yanamazsın. Çünkü küçük yer olunca bakkalın kulağına giderdi. Bu durumda bakkalın kara listesine girmek de vardı. Hiçbir şey yapmasa bile bundan sonra sana satış yok dese, köy yerinde nere gidilir ya da şu borcunu öde dese, cepte para ne gezer. Yine de her şeyi göze alıp bakkalın davranışından, ürünleri pahalı verdiğinden, kaliteli ürün getirmediğinden, ürün çeşidi bulundurmadığından, müşteriler arasında ayrımcılık yaptığından çoğunluk dert yansa, hemen birileri, “Bu dedikleriniz aynıyla vaki. Tamam, almayalım almaya. Ama bakkalımızın alternatifi mi var? Gösterin bir alternatif. Hep beraber oradan alışveriş yapalım. Hem eskiden bakkal mı vardı? Bugünümüze de şükür. Eski günleri de biliyoruz. Sonra kim yazar veresiye. Baba, oğluna yazmaz. Ayrıca bakkal, bizim çocuğumuz, bizim insanımız. Sağ olsun, pahalı-mahalı, ucuz-kaliteli istediğimizi alabiliyoruz. Sonra bakkalın paraya mı ihtiyacı var? Bizim için şehre gidip mal getiriyor. Bugün ben bakkalı kapatıyorum dese, biz ne yaparız bakkal olmadan. Hangi birimizin arabası var? Varsa da bu pahalılıkta kim gidebilir şehre. Gittik diyelim. Benzin parasıyla aynı fiyata gelir. O yüzden bakkalın kıymetini bilelim” diyerek lafı ağzına tıkar.

Kazara biri köyde bakkal açmaya kalksa, o da eski bakkal gibi yazsa, sermayesi fazla olmadığı için eski bakkalla rekabet edemezdi. Yeni bakkal, müşterilerinden bir ay sonra para istese, o zamanlarda para ne gezer. Yeni bakkalın bu işi bu sermaye ile ne kadar götüreceği de meçhul. Çünkü benden bu kadar deyip kapatıverse, eski bakkala nasıl dönülürdü tekrar. Hasılı, köyün her şeyi ve tek bakkalından herkes alışveriş yapmak zorunda idi.

Özel arabaların çoğaldığı, insanların şehre daha fazla gidip geldiği, sabit gelirli insanların sayısının arttığı, önce mini sonra süper daha sonra zincir marketlerin açıldığı, kredi kartlarının alışverişlerde yaygın bir şekilde kullanılmaya başladığı zamanlarda ise millet, köy ve mahalle bakkalı yerine büyük alışveriş merkezlerini tercih eder oldu. Çünkü hem geniş hem aradığın her şey, çeşidiyle birlikte var hem kredi kartı geçerli hem bakkalın satışına göre hesaplı hem de ürünlerin altında veya üzerinde ürünün fiyatları yazılı. Alternatifsiz bakkallar sinek avlar oldu. Vatandaş sadece ekmek, sigara vb. fiyatı belli alışverişler için bakkalına gider oldu. Bir de kredi kartı kullanmayıp yazdıranlar bakkalları tercih etti. Bakkallar, marketlerle rekabet edemez oldu. Çünkü bakkal bir üründen üç koli alıyorsa market aynı üründen yüzlerce aldı. Haliyle alış fiyatları da farklı olduğu için marketlerle rekabet edemeyen bakkallar zor günler geçirmeye başladı. Çoğu kapattı. Kapatmayıp duranların da kar marjları epey düştü. Güç bela ayakta tutunmaya çalışıyorlar.

Yazımın içeriğinden bakkalları öcü gibi göstermeye çalıştığım anlaşılmasın.  Zincir marketlerin açılması ve yaygınlaşmasıyla birlikte birçok bakkal son günlerini yaşasa da zamana ayak uydurup ticaretin gereklerini yapan bakkallar da eksik değil. Tüm olumsuzluklara rağmen mahalle aralarında, cadde üzerlerinde bir market gibi işleyen bakkallar da yok değil. Bu hakkı da burada teslim etmek isterim. Bakkalların, geçmişte olumsuz bir imaj vermesinin ve bırakmasının temelinde alışverişlerde alternatifsiz olmaları yatar. Bu durum sadece bakkal dükkanlarında değil, başta siyaset olmak üzere hayatın her alanında geçerlidir. Kim bir alanda alternatifsiz kalırsa, nasılsa alternatifim yok diyerek yozlaşmaya başlar. Bundan da insanımız zarar görür. Bu yüzden, her alanda her şeyin, herkesin bir alternatifi olmalıdır. Rekabet hayatı normalleştirir. Bu, kişilerin kendilerini bulunmaz Hint kumaşı görmelerinin önüne geçer.

*20/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

14 Aralık 2021 Salı

Modern Hırsızlık *

Hırsızlık, bir başkasının malını, eşyasını kişinin haberi ve rızası olmadan kişinin kendi zimmetine geçirmektir. Kimse hırsızlığı tasvip etmez. Çünkü haksız kazançtır. Toplum ve kanun bu eylemi yüz kızartıcı ve adi bir suç kabul eder. Toplumun tasvip etmemesine ve hukukta cezası olmasına rağmen hırsızlık hız kesmeden devam ediyor. İnsanımız, evine ve işyerine hırsız girmesin diye ne kadar tedbir alırsa alsın ne kadar masraf ederse etsin maalesef hırsızlık, Türkiye’nin bir gerçeğidir ve hırsıza kilit dayanmıyor.

Hırsızların iç dünyasını bilmiyorum ama bir kısmı ihtiyacından hırsızlık yapsa da büyük bir çoğunluğu bu işi meslek haline getirmiş ve geçim kapısı olarak görmektedir. Cezalar da caydırıcı olmayınca hırsızlığın önüne bir türlü geçilemiyor.

Şimdi bildiğimiz hırsızlığa rahmet okutan bir başka hırsızlık türüne değinmek istiyorum. Malumunuz 2018 yılından beri bu ülkede döviz dalgalı bir seyir izliyor. Bu üç yıl içerisinde zaman zaman döviz inişli ve çıkışlı bir seyir izlese de bu aylarda dövizin inişine ve yerinde saymasına hasret kaldık. Döviz yükselince haliyle paramızın değeri düşüyor ve her geçen gün paramız pul oluyor. Böyle giderse paramıza pul bile alamayız. Ağzı alışkanlığı olarak döviz yükseliyor diyoruz ama aslında döviz yükselmiyor. Bizim paramızın alım gücü ve değeri düşüyor yoksa döviz de aynı, paramız da aynı. Burada faizi de bu işin içine katmak lazım. Faiz düşse de faiz yükseltilse de olan paramıza oluyor, Nasıl bir paramız varsa, böyle para düşman başına. Çünkü birileri öksürse, dünyanın öbür ucundan bir devlet faiz oranlarını yükseltip indirse, iki devlet arasında basit bir kriz çıksa, bir devlet diğer devlete ambargo uygulasa, yurtdışından veya yurt içinden bir yetkili hakkımızda konuşsa, tepetaklak giden para bizim paramız. Onların öksürüğü bizi komaya sokuyor. Karşılığında da karşımıza zam ve hayat pahalılığı olarak dönüyor. İster faiz ister döviz ister kriz ister cari açık ister kötü yönetim ister güvensizlik ne varsa ceremesini bu millet ödüyor.  Bu bedel ödemenin de sonu yok. Ömrümüz enflasyonla mücadele adına kemer sıkmakla geçti hala geçiyor ve ne zaman kurtulacağımız da meçhul.

Paramızın pul olmasıyla hırsızlığın ne alakası var derseniz, tıpatıp aynısıdır. Hatta hakiki hırsızlıktan daha beter ve tehlikelidir. Ben buna modern hırsızlık diyorum. Üstelik bu hırsızlık yapılırken birileri hakiki hırsız gibi bir emek bile sarf etmiyor. Aldıkları karar ve çıkardıkları sansasyonel haberlerle cebimizdeki paraya dokunmadan, birileri oturduğu yerden paramızın değerini düşürüyor. Yani çalıyor. Cebimizdeki 100 lira bir ay öncesinin aynı 100 lirası. Ama alım gücü yönünden bu para aynı değil. Bunu test için bir ay önce 100 liraya aldığımızı bugün alamadığımızı hepimiz biliyoruz. Bunun gerçek hırsızlıktan ne farkı var?  Bu tip modern hırsızlığı görünce ihtiyaçtan veya meslek edindiğinden dolayı yapılan gerçek hırsızlık çok masum geliyor.

Cebimizdeki bir ay önceki 100 lira ile bugünkü 100 lira aynı değil ama değer bakımından aynı olmadığına, yaşanmış şöyle bir örnek vermek istiyorum. Paraya ihtiyacı olmayan dört lise öğrencisi bir maceraya girer. Okullarının bilgisayar laboratuvarına girerek bilgisayar kasalarının içindeki parçaları sökerler. Kasayı tekrar kapatırlar. Değeri, paramızdan 6 sıfırın atılmadığı dönemde 1 milyar eden bu parçaları bir bilgisayarcıya 50 milyona satmak isterler. Bilgisayarcı bunları oyalayarak polisi arar. Polis tüm okulları arar. Çalıntı bilgisayar parçaları var. Okulunuzun bilgisayarlarına bir bakın. Sizin olabilir diye. Çocukların bu parçaları aldığı okulu da arar. Okul, kasalara bir bakar. Hepsi yerinde. Bizim değil der. Sorguda çocukların hangi okulda okudukları ortaya çıktıktan sonra az önce bizim değil diyen okula polis gelir. Sağlam görünen kasaların içini açınca bu parçaların bu okula ait olduğunu tespit eder ve parçalar okula teslim edilir. Görüleceği üzere nasıl ki bilgisayar kasası aynı ama bu kasa, içindeki parçaları çıkarıldığı için aynı işlevi görmüyorsa cebimizdeki eski yüz lira da bugün aynı ama aynı değerde değil.

Hasılı, nasıl ki gerçek hırsızlık toplum ve devlet nezdinde çok kötü bir eylem ise döviz ve faizle oynayarak piyasayla oynayan, vatandaşın cebindeki paraya, elini sürmeden pul eden modern hırsızlık da çok kötüdür. Vatandaşın alın terleterek biriktirdiği parayı pul edenler her kim iseler, Allah onları bildiği gibi yapsın.

*17/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Seçime Kadar Geçim *

—Hanım! Oğlanı da mutfağa çağır. Mini bir toplantı yapalım.

—Hayırdır, bu da nereden çıktı şimdi?

—Hayır, hanım hayır. Bizim şerle işimiz olmaz. Başkasının şerrini üzerimizden en az hasarla def etmeye karar verdim.

—Seni dinliyoruz.

—Piyasayı görüyorsunuz. Fiyatlar uçmuş. Böyle giderse uçan bu fiyatlar daha da uçacak. Her günümüz bir öncekini aratıyor. Kazancımız kağıt üzerinde sabit iken paramızın alım gücü düştü. Alışverişe gidesim gelmiyor bugünlerde. 

—İyi de ne yiyip ne içeceğiz? Ne zamana kadar devam edecek böyle? 

—Söylenene göre 2023’de seçim varmış. Bir altı ayda düze çıkıp seçime kadar da rahatlayacağız. İyi ki seçim var. Yoksa işimiz kül.

—Ama daha seçime epey var. Ölme eşeğim ölme.

—Kemerleri sıkacağız. Elde ne var ne yok, onları kullanacağız. Azami tasarruf sağlayacağız.

—Yeme, içme, öl diyorsun yani.

—Şimdilik o kadar da değil.

—Ne yapacağız, onu söyle.

—Sen şimdi evde ne var ne yok, bir listesini çıkar.

—Çıkarmama gerek yok. Evde ne var, biliyorum.

—İyi öyleyse. Şimdi kulaklarınızı açın, beni iyi dinleyin. Kahvaltıdan başlayalım. Şu dolaptan peynir, zeytin çıkar. Peynir ve zeytin nasıl yenecek, onu göstereyim size. Sen belki bilirsin ama senin bu Z nesli oğlun bilmez. Eskiye döneceğiz. Öyle çeşit çeşit peynir alma dönemi sona erdiği gibi zevkine peynir de yenmeyecek. Çatala ne geldiyse ağzımıza götürmeyeceğiz. Küçük küçük dilimleyeceksin. Herkesin önüne birkaç parça vereceksin. Önüne alan ekmeğe mi sıkar, eliyle mi yer. Senin küçük küçük dilimleyip koyduğunu bir defada mı yer, kendi bilir ama arkası yok. Zeytine gelince zeytin herkesin tabağına 4-5 tane konacak. Ayrı tabak kullanılmayacak. Hepsi aynı tabağa konacak. Zeytini çatalla yemek yok. El ile alınacak. Hepsi birden ağza katılmayacak. Bir defa ısırılıp tabağa konacak. Yani bir zeytin bir defada yenmeyecek. Üç defada bitirilecek. Yumurta her gün herkese bir tane olmayacak. Gün aşırı yumurta olacak. İki kişi bir yumurtayı paylaşacak. Taze ekmeğe son. Ekmek bittikçe fırınlarda dünden kalan ekmekler olur. Oğlun gidip onlardan alacak. Bu bayat ekmekler tazesinden hem ucuz hem hazmı daha kolay hem de birden bitmez. Bayat ekmek bereket demektir. Her gün çay demlemiyoruz. Haftada üç gün olacak. Herkes şimdilik üç bardak içebilir. Çay bittikten sonra demliği çöp kovasına boşaltmıyoruz. Çayı balkonda kurutup sonraki gün yeniden demleyeceğiz. Biraz açık olur ama sabah sabah açık çay daha iyi olur. Bu verdiklerim birer örnektir. Bu anlattıklarımı diğer alanlarda da kullanacağız. Anlatmaya çalıştığım tasarruf tedbirlerine uyulmazsa ne yapacağımı şu anda ben bile kestiremiyorum. En azından halihazırda yediğiniz yarım yağlı peyniri göremez, lor çeşidine talim edersiniz.

—Baba, sen bizi taammüden öldürmeye kalkıyorsun.

—Yok evlat, ölmeyecek kadar yemeye alıştırıyorum. Bu arada havlu peçete bundan sonra bu eve girmeyecek. Öyle silip atmayacaksınız. Tuvalet kağıdına gelince küçük abdestte tuvalet kağıdı kullanmayacağız. Büyük abdestte ise sadece bir tane kullanıyoruz. Şu andan itibaren tuvaletteki ortak kullanım tuvalet kağıdını kaldırıyorum. Çünkü ortak kullanımda kim vurduya gidiyor. Herkese bir ay yetecek şekilde bir rulo veriyorum. Tuvalete giren, yanında tuvalet kağıdını da götürecek. Çıkışta kağıdını alıp dolabına koyacak. Bunun bir ileri aşaması, taharet için dışarıdan taş toplayıp geleceğim.

—Baba, şaka yapıyor olmalısın.

—Aksine, hiç olmadığı kadar ciddiyim ve bu söylediklerimde kararlıyım. Bu arada baba, bana şu lazım, bu lazım demek yok. Olanla yetin. Giyim-kuşamı unut.

—Küçük abdest ile büyük abdesti anlayamadım.

—Anlamayacak ne var evlat. Eskiden umum tuvaletlerinde tuvalet ücreti olarak küçük şu kadar, büyük bu kadar yazardı. Demek ki bir farkı vardı ki uygulandı. Biz de onu uygulayacağız.

—Anlaşıldı. Başka diyeceğin var mı?

—Son olarak annene de söyle. Evlilik vb günler için lokantaya gitmeyi unutsun. İtibardan tasarruf edilmez demesin. Bilsin ki lokanta ve bol keseden harcama insana itibar kazandırmaz. Diğerlerini bilemem ama anneni de bitirirse bu bitirir. Annen bir de şimdi yemeyip de ne zaman yiyeceğiz. Boğazdan kısılmaz, can boğazdan gelir. Boğazdan kısılmaz. Bu dünyaya bir daha mı geleceğiz demesin. Ben sizi bir daha gelmeyeceğiniz bu dünyada daha fazla tutmaya çalışıyorum.


*22/12/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.