23 Ağustos 2021 Pazartesi

Konevi Kültür Merkezi *

Aşkan Mahallesinde, 3 milyon liraya mal edilerek 2004 yılında faaliyete geçirilen ve halkın hizmetine sunulan görkemli bir bina vardı. Altındaki alışveriş merkezi olmak üzere nikah, toplantı, seminer, konferans, eğlence vs birçok etkinliğe ev sahipliği yaptı bina. Kimileri, adreslerini veya muhitlerini söylerken bu binayı merkeze alır, tariflerini ona göre yaparlardı. İnsan yoğunluğu bakımından tenha olan bu muhit, çok amaçlı kullanılan bu bina sayesinde hareketliydi. Meram'ın gurur abidesiydi. 

Gördüğünüz gibi cümlelerimin sonundaki fiilleri -dı, -di şeklinde hep dili geçmiş zaman kipinde kullandım. Çünkü bahsettiğim bu bina şimdilerde yok. Zaten 2016 yılından itibaren bu bina 5 senedir atıl durumda olduğu için yokluğa terk edilmişti. Nihayet yıkıldı. Niçin yıkıldı? Bina çok mu eskiydi? Beş yıldır kapalı olması halini de sayarsak, toplam 17 yıllık bina. Çok da eski sayılmaz. Bina çürük müydü?  Normal şartlarda çürük olmaması lazım. Çünkü bina 99 depreminden önce yapılmış olsa çürük olabilir diyeceğiz. Ama yapımına ne zaman başlandığını tam bilmesem de bu bina yeni deprem yönetmeliğine göre yapılmış olmalı. Buradan da binanın çürük olmaması gerektiğini anlayabiliriz. Bir an için bina çürüktü diyelim. Eğer böyle ise böyle bir binada niçin halka açık hizmet verildi? Şayet göçme, çökme ve yan yatma tehlikesi varsa bu bina, 2016 yılında tahliye edildikten sonra bir beş yıl niçin bekletildi? Diyelim ki binada sorun yok. Çatısı çöktü. Ki kapalı gerekçesi hep öyle söylendi. 3 milyona mal olan ve çevrenin önemli bir ihtiyacını gideren bu bina, çatısı çöktüğü için yerle bir edilir mi? Çatının açılması, düzgün bir çatı yapılması ve yeniden hizmete sunulması daha makul olanı değil miydi?

Soruları ne kadar çoğaltsam da binanın niçin yıkıldığı hakkında detaylı ve ikna edici bir bilgiye ulaşamadım. Aklıma binanın çürük olduğu geliyor. Eğer böyle ise bu binayı yapanlar, bu binayı teslim alanlar ve bu binanın kullanımına ruhsat veren sorumlular hakkında ne tür bir işlem başlatıldığını da maalesef bilmiyoruz. Eğer böyle bir şey yapılmamışsa yapanın yanına kar kalmış olmalı. 

Bildiğim, belediye yetkililerinin kısa ve gizemli açıklamasıdır. Açıklamadan anladığıma göre arsanın yarısı belediyeye, diğer yarısının da üç şahsa ait olduğu. Ortaklardan arsanın satın alındığı ve yıkılan binanın yerine yeni bir sosyal tesis yapılacağı.

Bu açıklama üzerinden gidilirse, öyle zannediyorum, belediye ile arsa sahipleri arasında bir anlaşmazlığın olduğu, bu anlaşmazlık çözülemediği için binanın uzun süre atıl durumda kaldığı anlamını da çıkarabiliriz. Eğer böyle ise zamanın belediye yetkilileri, arsa problemini çözmeden yangından mal kaçırırcasına, niçin böyle bir gecekondu konduruverdiler? Hangi birimiz, bir 12/17 yıl sonra yıkacağımız veya yıkılacak binaya bu kadar parayı kendi cebimizden harcarız? 

Yıkılmış, un ufak olmuş, bugünlerde yerinde yeller esen bu binanın yanından ne zaman geçsem, derin bir üzüntüye gark oluyorum gerçekten. Bu konuda da yalnız olduğumu düşünmüyorum. Bu binayı kim dert edinmişse, o bina niye yıkıldı diye soruyor ve kimse de açık ve net detayını bilmiyor maalesef. Her ne olmuşsa, yetkililerimiz gizemi seviyor nedense.

Sebep her ne ise binbir emek verilerek ve masraf edilerek yapılan, Konya'nın özellikle Meram ilçesinin hizmetine sunulan, birçok önemli toplantıya ev sahipliği yapan, çok amaçlı böyle bir tesisin ve kültür merkezinin ömrü bu kadar kısa olmamalıydı. Bir milli servet bu şekilde heba edilmemeliydi. Böyle binalar çağlara meydan okuyacak şekilde evladiyelik yapılmalıydı. 

Yazıma son verirken şunu da belirtmek isterim. Niyetim suç ve suçlu aramak değil, duygularımı ve hassasiyetimi ifade etmek istedim sadece.

*25/08/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

22 Ağustos 2021 Pazar

Abartıyormuşum!

Rutin yürüyüşümü yapayım diye bir akşam rotayı zaman zaman yürüdüğüm Evliya Çelebi Parkı parkuruna çevirdim. Niyetim bir turu 800 metre olan bu parkta bir on tur atmak. Hava da serin. Çay bahçesinde, kamelyalarda ve çimlerde oturup muhabbet edenler var. Parkurda tek tük yürüyenler de eksik değil. 

Parkura girip belli bir tempoyla kendimi yürümeye kaptırmıştım ki yürüyüşümün daha ilk etabını tamamlamadan bir arkadaş vasıtasıyla tanıştığım, hukukum olmayan biri karşımdan geliyor. Beni görür görmez "Abartıyorsun" dedi selam bile vermeden. Elimi kaldırıp selam verip geçtim. Yoluma taş koymaya çalışan bu kişiye aldırmadan yürüyüşüme devam ettim. Bu kişiyle bir daha karşılaşmasam da bu sözü, moralimi bozmaya yetti, beş turla yürüyüşümü sonlandırdım. 

"Abartıyorsun" diyen kişiye geçmeden önce yürüyüşümü abartıyor muyum? Bu muhtereme göre abartıyor olsam da abarttığımı düşünmüyorum. Belirlediğim bazı hedefler uzun mesafe olduğu için zaman zaman abartı derecesinde fazla adım atmış isem de 16 aydır ortalama adımlarım, 10 bin adım seviyesinde. Bu muhterem, günlük 6-10 bin civarında adım atmıyorsa ona göre abarttığım doğrudur ama yürürken başkasına değil, kendime bakar, kendim için yürürüm. Faydası da bana. Yeter gayri, ayaklarına yazık diyenlere de aldırmam. Maşallah, iyi yürüyorsun diyenlere de. Hele abartıyorsun diyenlere bakarak yorgan da yakmam. Zira pirelerle işim olmaz.

Yürürken mesire yerinde veya sahil kenarında volta atar gibi yürümem. Yürüyüşümü belli bir tempoda, ara vermeden tamamlarım. Sanki hamamdan yeni çıkmış gibi bir güzel terlerim. Zaten yürüyüşün faydası olsun isteniyorsa, terlemek gerektiğine inanırım. Bana abartıyorsun diyen muhterem gibi yürürseniz, yürüyüş yaptığınıza sadece kendinizi inandırmış olursunuz. Milim kilo vermediğiniz gibi yerinde saymaya ve kilo almaya devam edersiniz. Çünkü muhterem, vücudunu terletmeden yürüyeyim mi, yürümeyeyim mi hesabı yapıyor. Nereden mi biliyorum. Bu kişi bu parkın gediklisidir. Yürürken sağa sola bakıyor. Tanıdıklarıyla yol ortasında muhabbete dalıyor. Az gidiyor, kenardaki banka hemen kendini atıyor vs. Kendisi için sorun değilse benim için de sorun olmaz ama maşallah göbek de kendinden önde gidiyor. 

Neyse, muhtereme göre abartıyor olsam da ben yürüyüşün faydasına inananlardanım ve faydasını da gördüm. 83-84 kilo ile başladığım yürüyüşümün ilk üç ayında, 67-68 kiloya kadar indim. Şimdilerde 74-75 kilo olsam da ayaklarımdan önde giden göbeğim eridi gitti. Pantolonum düşmeye, daralan elbiselerim de bol gelmeye başladı. Eskiden az yürüyünce hışmış kalırdım, şimdi istersem koşabiliyorum. Eğilip kalkmada, taharet yapmada zorlanırdım. Şimdi böyle bir sorunum yok. Banyo yaparken sırtımı ovacağımda elimin birini üstten, diğerini alttan uzattığımda kavuşamayan aşıklar gibi ellerim birbirini tutamazdı. Haliyle sırtımı bir güzel ovamazdım. Aşıklar şimdi birbirine kavuştu. Sırtım da bayram ediyor. Eskiden az ayakta durup az yürümekle hemoroitim yürütmez noktaya getirirken şimdi böyle bir hastalığım var mı diye düşünüyorum. Merdiven çıkarken nefes nefese kalırken on katlı binanın merdivenlerinden inip çıkarken bana mısın demiyorum. 

Bir yere araçla gitmek bana sıkıcı gelirken yürüyerek gitmek hiç zor gelmiyor. Yeter ki yürümek olsun. Çıkıyorum yola. Her nerede yürürsem yürüyeyim, yürürken kimseyi rahatsız etmiyorum. Yürüyüş parkurlarında yürürken herkesi sollayıp geçiyorum. Bakmayın, araç ile beni çoğu kimsenin solladığına. Kendine güvenen varsa, arabayla değil, yürüyerek yarışsın benimle. 

Yürüyüş, benim işimi de engellemiyor. İstirahat saatlerinden kısarak yürüyorum. Vücudumdan ter atmanın dışında yürüyüşün benden bir götürüsü de yok. Tüm sermayem, güneş yakmasın diye başımda bir şapka, altımda eşofman, üzerimde penye, ayağımda spor ayakkabısı. Başka da ne yakıta ihtiyaç duyuyor ne de on bin bakıma. Ölüp bittiğim de yok. Geçtiğim yolları da aşındırmıyorum ve ortalığı egzoz dumanına boğmuyorum. 

Hasılı, 16 aydır gün sektirmeden azimle yürüyorum. Çünkü yürümek sıhhattir. Yürüdükçe sıhhat bulduğuma inanıyorum ve herkese tavsiye ediyorum. Abartıyorsun diyenler, varsın desin. Hiç umursamıyorum onları. Çok da tın. Yeter ki gölge etmesinler. Ayak benim, vücut benim. Kime ne? Ben beni ve ne yaptığımı biliyorum ya. Bu da bana yeter de artar bile.

21 Ağustos 2021 Cumartesi

"Hop dayı!" *

"Dönel kavşaktan dönene yol veriniz" uyarısını görünce kavşak içinde bekleyen araçlara yol verdim. Beklemekten sıkılan bu araçlar geçerken, benimle aynı yoldan gelip ben durduğum için mecburen duran gençten biri, arabasının camını indirdi ve "Hop (hey de demiş olabilir) dayı! Ne durun? Yol senin" demez mi? Başımı sağa çevirip baktığımda hop/hey dayı yol senin, sözünü tekrarladı durdu. Kah yanında oturana bir şeyler söyledi. Sonra bana döndü, iki ellerini direksiyondan kaldırarak birini diğerine vurdu gülerek. Öyle ya, yol hakkım böyle heba edilmemeliydi ve hakkımı tepe tepe kullanmalıydım. Çünkü ben de onun gibi düz yoldan geliyordum ve yol düz gelenin idi. Maalesef bu gafım affedilir gibi değildi. Buna ancak gülünür ve ayıplanmayı da hak etmiştim. Bu cehaletime karşın, gencin bana hakkımı hatırlatması ve gülmesi hoşuma gitti doğrusu. Şükür böylesiyle karşılaştım dedim. Ne durun, ulan sana ehliyet verenin dedikten sonra, benden bir hareketlenme görmeyince kapısını açıp arabadan ne bulduysa üzerime gelme ihtimali var mıydı? Vardı. Ondan sonra bir yanlışı yine yanlışla düzeltip valla billa geçeceğim bir daha der miydim, demez miydim? Zoru görünce insan neler yapar neler…

Neyse, burada hey ya da hop derken hitap bana. Ben aynı zamanda dayısı oluyorum bu gencin. 

Acı acı gülümsedim. Sesimi çıkarmadım. Gözümün içine girercesine yazılıp asılan levhayı işaret ettim elimle. Gencimiz ise parmağımın işaret ettiği yere bakmak yerine parmağıma bakmaya devam etti. Belli ki yol onların olduğunu anlatamadım ona. Çünkü kavşağa konmuş o levha o genç için bir şey ifade etmiyordu.

Kavşak boşalınca birlikte hareket ettik. Hem sürüyor hem de "Yol senin de ondan dedim dayı" dedi bana gülerek.

Bana hakkımı hatırlatan, hakkımı kimseye vermemem gerektiğini söyleyen bu gence, teşekkürden başka aklıma ne gelebilir ki...

Teşekkür dışında aklıma başka şey de geldi: Maşallah, yeğenim büyümüş ve ben kavşakta tanışıyorum. Çünkü hangi ablamın çocuğu çıkaramadım. Bu da benim akrabalık ilişkilerimiz zayıflığına işaret olsa gerek. Bereket, seni çıkaramadım yeğenim demedim. Yoksa baltayı taşa vuracaktım. Bundan sonra hangi ablamı ya da kardeşimi görürsem bu çocuk hanginizin, bu kadar büyüdü de benim niye haberim yok diyeceğim. Bu arada, benimle senli benli konuştuğuna göre böyle özgüven sahibi, içten ve de sempatik bir çocuk yetiştirdikleri için kendilerini tebrik edeceğim. Ardından bir de çocuk dayıya çeker dersiniz. Hani gösterin benzerliğimizi diyeceğim.

Sonra Konya Valiliğine çıkma düşüncem var. Vali'den, Konya bölgesinde ehliyeti olanın, trafiğe çıkanın ve ehliyet almaya çalışan herkesin, birer haftalık kursa alınmasını isteyeceğim. Bu kursta, bir hafta boyunca anlatılacak tek konunun, kavşak önceliğinin kime ait olduğunu hem teori hem de pratik olarak öğretmek olması gerektiğini talep edeceğim.

Tüm bu kursa rağmen yol benim; yol, düz yoldan gelenin, Konya’da bu kural uygulanmaz, diyenlerin ehliyetlerinin iptal edilmesi için gerekli prosedürün yerine getirilmesini; bu zor denirse, bu tiplerin kavşak olan yollara girişlerinin yasaklanmasını talep edeceğim.

* 25/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.