15 Haziran 2021 Salı

Beşik Ulemalığı *

Baba rektör. Bir kızı, üniversitesinde öğretim görevlisi. Damadı ise aynı üniversitede daire başkanlığında çalışıyor. Diğer bir kızı daha var ki bu da babasının üniversitesinde -kendisi için- açılan doktora sınavına giriyor. Sınavda başarılı olduktan sonra babasının üniversitesinde diğer aile bireyleriyle birlikte öğretim görevlisi olarak görev yapmak istiyor.


Buraya kadar her şey normal. Baba için de normal. Çünkü Anayasamızda yeri olan aile birliği önemli. Aynı zamanda tüm aile fertlerinin huzur ve mutluluğu da bir baba için önemli. Zira baba, ailenin direğidir. Sonra kendisi gibi ailenin tüm fertleri de başarılı ise bu başarıya ancak şapka çıkarılır. Allah yürüyün kullarım, sizi kim tutar demiş. Bu aile de gereğini yapacak. Öyle ya, kim tutar onları. Zira imkan, yetki ve tüm şerait ailenin yanında. Rektör baba için de biricik kızının yanında çalışması kadar doğal bir şey olamaz. Ayrıca sadece kendi kızları ve damadı mı üniversitesinde çalışıyor olacak? Nice rektörün damadı, kızı, hanımı, yeğeni, oğlu ve gelini yanında çalışıyor. Çoğu üniversite aile şirketi gibi olmuş. Bir de kendisi yaparsa kim ne diyebilir. Üstelik yetkisi de var. Çünkü üniversitesinde kiminle çalışacağına rektör karar verir. Kızı ile de çalışmayacak da hırlı-hırsızla mı çalışsın. Bu devirde güvenilir, kendisine sadakatle bağlı olanlarla çalışmak ihmal edilmeyecek kadar önemli. Ailesine katkısı olmayan bir rektörün ülkeye, eğitim ve öğretime katkısı söz konusu olamaz.


Buraya kadar her şey bir makinenin çalışan dişlileri gibi giderken yani kızımız doktora sınavını kazanacak ve öğretim görevliliğine adım atacak iken biri çıkıyor, pişmiş aşa su katıyor. Bölüm başkanı aynı zamanda sınav komisyon başkanı olan bir işgüzar doçent, başarıyı sekteye uğratıyor ve kızımız doktora sınavında başarılı olamıyor. Olacak şey değil. Bir rektörün kızı, babasının rektörü olduğu bir yerde nasıl başarısız olur? Bir baba için zor bir durum bu ama kızının bu başarısızlığında rektörün de payı var tabi. Keşke rektör bir başkasını bölüm ve sınav komisyonu başkanı yapsaydı. Çünkü başarı tesadüflerle açıklanamaz.


Hakkı yenmesine rağmen kızımız başarısız kılınmasına itiraz etmiyor. Tüm mesele bundan ibaret. Ama mesele burada kalmıyor. Gazetelerin yazdığına göre rektör bölüm başkanına baskı yapıyor, baskılara dayanamayan bölüm başkanı da görevinden istifa ediyor ve asli görevi öğretim görevliliğine dönüyor.


Durum bu minvalde ilerlerken bölüm başkanlığından istifa eden komisyon başkanı rahat durmuyor ve bölümündeki bir meslektaşıyla kavga ediyor. Üniversitesinin huzur ve mutluluğu için çalışan bir rektör bu durumda ne yapabilirdi? İlgili öğretim görevlisini açığa alarak dosyasını bağlı bulunduğu YÖK’e gönderiyor. Bu da normal. Çünkü rektör, üniversitesinin huzurunu bozan bir bozguncunun yaptıklarına bigane kalamazdı.

Şimdi herkes, eski bölüm bakanının açığa alınmasını, rektörün kızını başarısız kılmasına bağlıyor ve kavga bahane diyor. Buna katılmıyorum. Çünkü bu, ancak bir niyet okuma olur.


Şimdi top YÖK’te. Açığa alınan öğretim görevlisi geri görevine döner mi yoksa kamu görevinden ihraç mı edilir ya da YÖK, doktora sınav sürecini mercek altına alır da rektör hakkında da bir inceleme başlatır mı? Tüm bunları bekleyip göreceğiz. İnşallah rektör babanın başı bu tür iddialarla ağrımaz. Çünkü Türkiye burası. Her zaman hak yerini bulmuyor.


Bana sorarsanız rektör yerinde kalmalı ve görevine devam etmeli. Olayın sıcaklığı geçtikten sonra yeni bir doktora sınavı açarak bir başka komisyonla, kızının yenen hakkının geri verilmesini sağlamalı. Aile boyu üniversitede birlikte çalışmalılar. Bu önerilerim benim için önemli. Çünkü ecdadımız Osmanlı’dan bize tevarüs eden beşik ulemalığı devam etmeli. Birkaç haddini bilmez bölüm başkanı yüzünden bu gelenek bozulmamalı ve gelecek nesillerimize de bu miras aktarılmalı.

*18/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

11 Haziran 2021 Cuma

Ne Ummuştum Ne Buldum

Altı yıldır koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi denir misali, amatör köşe yazarlığı yapıyorum. Bu işe başlarken neyi dert edinirsem onu yazacağım demiştim. Hala aynı yerdeyim. Siyasi, ekonomi, sosyal, kültürel, güncel, ahlaki, dini vs hemen hemen her konuda yüzlerce yazı yazdım. Bazı zamanlarda iki, üç, dört gazetede birden, haftanın yedi günü yazılarım yayımlandı. Nicedir teke indirdim. Şimdi haftada dört gün yazıyorum. Bugüne kadar bugün de yazmayayım demedim. Profesyonel bir yazar gibi yazılarımı, gününde göndererek sayfamı boş bırakmadım.

İlk yazmaya nazla şifayla başladımsa da zaman zaman keyifle yazdım zaman zaman da zoraki. Yazmaya devam ediyorum ama niye yazdığımı da sorgulamıyor değilim. Çünkü neler ummuştum neler buldum. Bilinçaltımda, yazmaya bir başlarsam kör talihim döner, birçok yazar, çizer gibi bahtım açılır diyordum. Maalesef başladığım yerdeyim.

Ne mi bekliyordum? Bir yazarsam;

Gündem olurum; televizyonlara konuşmacı olarak çağırılırım. Her gün bir kanalda ekranların gediklisi olurum dedim. Bu da dar çevrem genişleyecek demekti. Siyaset, medya, iş, emniyet, yargı, yeraltı ve yerüstü dünyasında tanınır olacaktım. İş ağım genişleyecekti. Derin bağlantılar içine girecektim. Çünkü ya ben onları ya da onlar beni bulacaktı. Ekranların yüz akı olacaktım ama geri planda gazetecilik dışında bilumum iş takibi yapacaktım. Arabulucu bile olabilirdim. Çünkü gazeteci görünümünde her işi yapardım. Arkamı dayadığım zinde güçleri ekranlarda ölümüne savunurdum. Tek felsefem kazan kazan politikasının gereğini yerine getirmek olacaktı. Ekranların korkusuz rüyası, kötülerin belalısı olurdum. Bu şöhret cazibesinde, belki göz önünde olacaktım ama kim tutardı beni. Bu arada dürüstlüğü ve erdemi de kimseye bırakmazdım.

Yıllık tatilimi şimdiki gibi tevazu otellerde değil, lüks yerlerde yapacaktım. Kendimi satsam ödeyemeyeceğim otel masraflarını hazar birileri çekerdi. Böylece felekten günler çalacaktım. Öyle ya, bu dünyaya bir daha mı gelecektim. Çoluk çocuğum da sayemde bayram edecek, “yine mi et” deyip yediklerinden bezecekti.

Para dersen gani olacaktı. Evimin, arabamın sayısını bilemeyecektim. Çünkü kimsenin eli benim cebimde olmasa da benim ellerim hep birilerinin cebinde olacaktı. Paraya para demeyecektim. Hiç vermeden hep alacaktım. Keyiften nargile bile içecektim. Entel takılacaktım.

Deniz bitinceye kadar her kapıyı zorlayacaktım.

Bir gün iş yaptıklarımdan çiğ süt emmiş biri geçmişiyle yüzleşmeye kalkar, beni ve derin iş bağlantılarımı ele verirse hayatım sönermiş, el içine çıkamazmışım. Hiç umurumda olmazdı. Yediğim, içtiğim, gezdiğim, tozduğum, kazandıklarım yeterdi benim için. Buna da hazırlıklıydım. Çünkü düşmez kalkmaz bir Allah. Zira buna inancım var.

Hasılı, ne para gördüm ne şöhret ne derin bağlantılar içerisine girebildim. Hala başladığım yerdeyim. Çünkü yazarlığın bana hiçbir artısı olmadı. İşte bundandır ki niye yazıyorum diye kendimi sorgulayıp duruyor ve niye Allah bana yürü ya kulum demez deyip hayıflanıyorum.

Ne dersiniz? Haklı değil miyim yoksa?

Barbaros ULU

9 Haziran 2021 Çarşamba

Koruyup Kollama *

Organlarımız tam görevlerini yaptığı müddetçe vücudumuz bir saat gibi işler. Bir tanesi aksadı mı sıkıntıyı sadece o organ değil, tüm vücut çeker. Ne yediğimizden zevk alırız ne de içtiğimizden. Hayatımız zindan olur. Hastalandığımız zaman da durum aynıdır. Allah kimseye dermansız dert vermesin.

Mevsimsel rahatsızlıkların dışında vücudumuzda herhangi bir sıkıntı olduğu zaman vakit kaybetmeden hastaneye gidip muayene olmak erken teşhis için önemlidir. Geçer gider deyip muayeneyi geciktirmek ve önemsememek, vücutta onulmaz yaraların açılmasına sebebiyet verebilir. Bu yüzden vücutta virüs ve mikroplar oluştuğunda, vücudun sağlıklı olması ve teklemeden hayatına devam edebilmesi için bizi hastalıklara karşı koruma görevini üstlenen bağışıklık sistemini güçlü tutmak aynı zamanda vücuda giren irinleri temizlemek gerekir. Organlardan biri veya birkaçı tedaviye cevap vermez, bu organlar diğer organların işleyişine engel oluyor veya hastalığı diğer organlara yayıyor ve bulaştırıyorsa, vücudu kurtarmak için gerekirse o organlar kesilir ki vücut yaşasın. Değilse tüm vücudu çökertir.

Toplumsal ve siyasi olaylar da tıpkı insan vücudu gibidir. İhmale gelmez. Bir sıkıntı, bir problem olduğu zaman o sıkıntı ve problemi sıcağı sıcağına halletmek gerekir. Çünkü zamanında müdahale etmek problemi çözer. Her ne kadar zaman her şeyin ilacı olsa da problem kendiliğinden yok olmaz. Problemi yok kabul etmek, problemden kaçınmak, çözmeye yanaşmamak, görmezlikten gelmek, ötelemek, o probleme karşı sessiz kalmak sorumlu insana/kuruma/kuruluşa yakışmaz. Hele bu kişiler sorumlu bir makamda iseler, bu kişilerin olaylar ve sorunlar karşısında “görmedim, bilmiyorum, duymadım” şeklinde ifade edilen üç maymunu oynamaları kabul edilemez. Şayet böyle olduğu takdirde nasıl ki hasta vücut, mikroplara karşı savunmasız kalır ve tedavi edilmeyince her geçen gün güç ve takatten düşüyorsa, toplum da çürümeye yüz tutar. Bir de suç işleyenlerin korunup kollandığına dair toplumda bir imaj oluşursa, toplumsal yozlaşma alır başını gider. Çünkü etkili ve yetkili kişilerin, birilerini koruyup kolladığına dair oluşacak bir algı, makam ve kurumlara karşı güveni sarsar, adalet duygusunu yok eder, insanlar arasında güven problemi ortaya çıkar. Bu da toplumsal barışa hizmet etmez.

Mikrop ve virüsler, vücuda dışarıdan geliyorsa bir nevi vücut olan topluma ve o toplumu yöneten veya yönetmeye talip siyasi partilere, özellikle kitle partilerine de virüs gibi birileri sızabilir. Bunlar yönetim kademesinde de görev alabilirler, suça karışabilirler veya suça göz yumabilirler, bulunduğu makamı kendi lehlerine çevirmeye kalkabilirler. Hiç böyle bir şey olmasa bile birlikte çalıştığımız kişilere iftira atılabilir. İnsanın olduğu yerde bunların her biri hatta daha fazlası insanın başına gelebilir. Böyle durumlarda, birlikte çalıştığımız kişileri kurtlar sofrasına teslim etmeyelim ama onları da ölümüne savunmaya kalkmayalım. Görev ihmali, göz yumma veya suça karışma şüphesi varsa hakkında ilk suç duyurusunu biz kendimiz yapalım. Müdahale etmeden yargı kararını versin. Hakkında karar verilinceye kadar da beraatı zimmet asıl olsun. Suçu varsa cezasını çeksin, suçu yoksa aklanıp gelsin. Nasıl ki vücut, tedaviye cevap verdiği müddetçe mikroplardan arınıyor ve hayatiyetine devam ediyorsa, siyasi partiler de bünyelerine sirayet eden kişilerden bu şekilde arınabilmelidirler. Böyle yapıldığı takdirde siyasi partilerin, iktidarların ve devletin ömrü uzun olur ve temiz kalır. Bu yapılmazsa, nasıl ki mikroplara karşı zayıf düşen vücut, güç ve takatten düşüyorsa partiler de her geçen gün zayıflar, bir müddet sonra ya küçülür ya da yok olur giderler.

Unutmayalım ki sadece imamların sarığı leke götürmez değildir. Ülkeyi yöneten veya ülkeyi yönetmeye talip olan siyasi partilerin manevi şahsiyetleri ve kurumsal kimlikleri de leke götürmez. Yine unutmayalım ki “Bizim adamımız”, “Ucu bize dokunacak”, “iç ve dış güçlerin saldırısı var” diye birilerini koruyup kollamaya kalkmayalım. En azından böyle anlaşılmasına meydan vermeyelim. Zira kaybeden partiler ve ülke olur. Çünkü “koruyup kollamadan bu ülke çok çekti. Bizim koruma ve kollama görevimiz var diye asker bir zamanlar her on yılda yönetime el koyarak ülkenin anasını ağlattı. Bu da demokrasiyi sekteye uğrattı ve ülkeyi geri bıraktı.

*12/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.