Ana içeriğe atla

Beşik Ulemalığı *

Baba rektör. Bir kızı, üniversitesinde öğretim görevlisi. Damadı ise aynı üniversitede daire başkanlığında çalışıyor. Diğer bir kızı daha var ki bu da babasının üniversitesinde -kendisi için- açılan doktora sınavına giriyor. Sınavda başarılı olduktan sonra babasının üniversitesinde diğer aile bireyleriyle birlikte öğretim görevlisi olarak görev yapmak istiyor.

Buraya kadar her şey normal. Baba için de normal. Çünkü Anayasamızda yeri olan aile birliği önemli. Aynı zamanda tüm aile fertlerinin huzur ve mutluluğu da bir baba için önemli. Zira baba, ailenin direğidir. Sonra kendisi gibi ailenin tüm fertleri de başarılı ise bu başarıya ancak şapka çıkarılır. Allah yürüyün kullarım, sizi kim tutar demiş. Bu aile de gereğini yapacak. Öyle ya, kim tutar onları. Zira imkan, yetki ve tüm şerait ailenin yanında. Rektör baba için de biricik kızının yanında çalışması kadar doğal bir şey olamaz. Ayrıca sadece kendi kızları ve damadı mı üniversitesinde çalışıyor olacak? Nice rektörün damadı, kızı, hanımı, yeğeni, oğlu ve gelini yanında çalışıyor. Çoğu üniversite aile şirketi gibi olmuş. Bir de kendisi yaparsa kim ne diyebilir. Üstelik yetkisi de var. Çünkü üniversitesinde kiminle çalışacağına rektör karar verir. Kızı ile de çalışmayacak da hırlı-hırsızla mı çalışsın. Bu devirde güvenilir, kendisine sadakatle bağlı olanlarla çalışmak ihmal edilmeyecek kadar önemli. Ailesine katkısı olmayan bir rektörün ülkeye, eğitim ve öğretime katkısı söz konusu olamaz.

Buraya kadar her şey bir makinenin çalışan dişlileri gibi giderken yani kızımız doktora sınavını kazanacak ve öğretim görevliliğine adım atacak iken biri çıkıyor, pişmiş aşa su katıyor. Bölüm başkanı aynı zamanda sınav komisyon başkanı olan bir işgüzar doçent, başarıyı sekteye uğratıyor ve kızımız doktora sınavında başarılı olamıyor. Olacak şey değil. Bir rektörün kızı, babasının rektörü olduğu bir yerde nasıl başarısız olur? Bir baba için zor bir durum bu ama kızının bu başarısızlığında rektörün de payı var tabi. Keşke rektör bir başkasını bölüm ve sınav komisyonu başkanı yapsaydı. Çünkü başarı tesadüflerle açıklanamaz.

Hakkı yenmesine rağmen kızımız başarısız kılınmasına itiraz etmiyor. Tüm mesele bundan ibaret. Ama mesele burada kalmıyor. Gazetelerin yazdığına göre rektör bölüm başkanına baskı yapıyor, baskılara dayanamayan bölüm başkanı da görevinden istifa ediyor ve asli görevi öğretim görevliliğine dönüyor.

Durum bu minvalde ilerlerken bölüm başkanlığından istifa eden komisyon başkanı rahat durmuyor ve bölümündeki bir meslektaşıyla kavga ediyor. Üniversitesinin huzur ve mutluluğu için çalışan bir rektör bu durumda ne yapabilirdi? İlgili öğretim görevlisini açığa alarak dosyasını bağlı bulunduğu YÖK’e gönderiyor. Bu da normal. Çünkü rektör, üniversitesinin huzurunu bozan bir bozguncunun yaptıklarına bigane kalamazdı.

Şimdi herkes, eski bölüm bakanının açığa alınmasını, rektörün kızını başarısız kılmasına bağlıyor ve kavga bahane diyor. Buna katılmıyorum. Çünkü bu, ancak bir niyet okuma olur.

Şimdi top YÖK’te. Açığa alınan öğretim görevlisi geri görevine döner mi yoksa kamu görevinden ihraç mı edilir ya da YÖK, doktora sınav sürecini mercek altına alır da rektör hakkında da bir inceleme başlatır mı? Tüm bunları bekleyip göreceğiz. İnşallah rektör babanın başı bu tür iddialarla ağrımaz. Çünkü Türkiye burası. Her zaman hak yerini bulmuyor.

Bana sorarsanız rektör yerinde kalmalı ve görevine devam etmeli. Olayın sıcaklığı geçtikten sonra yeni bir doktora sınavı açarak bir başka komisyonla, kızının yenen hakkının geri verilmesini sağlamalı. Aile boyu üniversitede birlikte çalışmalılar. Bu önerilerim benim için önemli. Çünkü ecdadımız Osmanlı’dan bize tevarüs eden beşik ulemalığı devam etmeli. Birkaç haddini bilmez bölüm başkanı yüzünden bu gelenek bozulmamalı ve gelecek nesillerimize de bu miras aktarılmalı.

*18/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde