3 Mayıs 2021 Pazartesi

Uzun Kornanın Türkçesi *

Geçen yılın martından beri bir açılıp bir kapanma diyebileceğimiz kısmi kapanmayı bolca yaşadık. Cuma gününden beri de tam kapanmayı yaşıyoruz. Kısmi ile tam kapanmayı tam anlayamasam da tam kapanmanın kısmiye göre daha uzuncası olduğunu yaşaya yaşaya öğreniyoruz. Halbuki ben tam kapanma ile bir kapanacağız pir çıkacağız sanmıştım. Öyle değilmiş meğer. Yine herkes dışarıda, yine bazı yerlerde arabaları durduran polis kontrol noktaları var. Işıklarda bekleyen ve yollarda hareket halindeki araçları görünce normal günlerden bir gün gibi geliyor bana. Çünkü benim aracın dışındaki tüm araçların, araçla çıkış izni var gibi geliyor bana. Ne de çok muaf kişi varmış meğer. Hoş hem kısmi hem de tam kapanmada yürüyüş mesafesi denilen her yerde alışveriş bahanesiyle insanımızın çoğunun kendini dışarıya attığı bir ortamda, araca binmenin yasaklanmasının mantığını da çok kavramış değilim. Kontrol için sabahtan akşama görev yapan polislere yazık. Gören de virüsü insanlar değil, arabalar yayıyor sanır. Amaç, eş-dost ziyaretinin önüne geçmek ise yolunu bulan buluyor zaten. Burada amaç sadece benim ziyaret etmem engellenmek isteniyorsa hakkını yemeyelim, bunda amaç hasıl oluyor. Hasılı, devlet bu konuda başarılı. Neyse konum ne kısmi ne tam kapanma ne de araçlara getirilen kısıtlılık değildi. Şimdi geleyim sadede.

Tam kısıtlılığın uygulandığı cumartesi günü hem günlük rutin yürüyüşümü yapayım hem ekmeğimi alayım hem de bir iki kalem market alışverişi yapayım diye 14.00 sularında evden çıktım. Tenha sokak ve caddeleri izleyerek yürüyüşümü yaptım. Markete girip çıktım. Saat  16.00 suları evimin yolunu tuttum. Karşı caddeden evime doğru geçmeye yeltendiğimde, 300 metre uzaktan ışıktan yeni kalkmış bir aracın, iki şeritli yolun sağından geldiğini gördüm. Hem kendi hızımı hem de yolum üzeri gelmekte olan aracın hızını ölçtüm. Bu araç gelinceye kadar ben bölünmüş yolun orta refüjüne geçerim dedim. Geçmeye yeltenmemle beraber bana doğru gelmekte olan aracın insan evladı sahibi, "Geçme, gözün kör mü? Bak ben geliyorum" dercesine uzun uzun kornaya basmaya başladı. Başımdan kaynar sular boşandı ama hiç istifimi bozmadan, geri çekilmeden ve geçiş hızımda bir değişiklik yapmadan yürüyüşüme devam ettim. Ben yürüdükçe iyi aile evladı, Allah ne verdiyse kornasına basmaya ve geldiği hızdan daha hızla gaza basmaya başladı. Orta refüje geldiğimde bu hasta ruhlu adamın derdi nedir diye sol tarafa baktım. Sağdan gelmekte olan bu araç gelmekte olduğu şeridini değiştirerek ikinci yani son şeride yani benim geçmekte olduğum şeride geçmiş, hızından bir şey kaybetmeden ve ayağını gazdan çekmeden ben orta refüjde iken geçti. Sol eli direksiyonda olan bu mahlukun sol eli ne mi yapıyordu? Armut toplamıyordu elbet. Elini kaldırmadan kornaya basmaya devam ediyordu. Çatmıştım belaya bu vakitte. Bu adam kimin nesidir dercesine giden araca o değilden baktım. Ben bakınca beni dikiz aynasından takip eden yolun tek hakimi sürücü, ayağını gazdan çekti ve yavaşladı. Ne oluyor, derdin ne, tabakhaneye mi yetişeceksin dercesine elimi kalırsam, kafamı sallasam, inanın ki aracını durdurup aracından inecek ve aracının torpido gözünde tuttuğu bıçakla veya koltuğunun altında kötü günler için sakladığı balta veya kürek sapıyla yanıma gelecek. Sonrasını anlatmama gerek var mı? Zira gözü dönmüş ve kırmızı görmüş boğa görünümü veren bu hasta ruhlu insanın canıma kastetmemesi hiçten bile değildi. Bereket, kendime hakim oldum, efendiliğimi hiç bozmadım. Efendilik bende kaldı ama uzun ve acı acı basılan korna ile kendim ve sülalemin yemediği küfür kalmadı. Çünkü bizde uzun korna ile küfür kastedilir. Böylece bizim insan evladı oruç ise ona bir güzel iftariyelik hazırlamış oldum. Aslında ezanı beklemeden de orucunu açabilir. Zira akşama kadar oruçlu kalmasına gerek yoktu.

Burada, kardeşim, adamın hızını niye kestin diyebilirsiniz. Vallahi, billahi hızını kesmedim. Biraz da olsa hızını kessem ya da Avrupa’da yayanın önceliği var, yaya adımını attı mı araç durmalı zihniyetini taşısam, adam bana sinirlenmekte haklı diyeceğim. Çünkü burası Türkiye. Yukarıda da anlatmaya çalıştığım gibi inanın hızını kesmediğim gibi hızını artırmaya ve gelmekte olduğu şeridini değiştirmeye sebep oldum. Bu da kişinin nasıl bir kişilik ve hangi haletiruhiyede olduğunu gösteriyor. Maalesef bu tiplerin sayısı trafikte az değil. Direksiyona geçti mi kendisini yolların tek hakimi gören sürücülerin sayısı az değil bu ülkede. Yazıklar olsun, ne oldum budalası olan bu tiplere. Bu tiplerin seviyesine inmediğim için Rabbime şükürler olsun. Temennim, bu tip öküzlerin sayısının trafikte soyunun tükenmesi. Hala da üremeye devam edenler ve yollarda öküzlük yapmaya devam ederlerse hazır dört ayaklı öküzler tükenmişken nostalji olsun diye bu iki ayaklı öküzleri çifte sürmek lazım. Böylece gazları alınmış ve memlekete hayırlı bir iş yapmış olurlar. Bu arada beyefendi öküzün geride bıraktığı bir şey var. Emanetini ona vermesem olmaz. O bıraktığını kendisine aynen iade ediyorum.

Başımdan geçen bu olayı anlattım. Zira bu tipler bu ülkeden geçerken birilerinin içimizde bıraktıklarıdır. Bugün bana, yarın size denk gelebilirler. Bu tiplerin sinirlerinin tavan yapmasını istiyorsanız, onları asla muhatap almayın. Çünkü muhatap alınca kendilerini bir şey sanırlar. Siz tepki vermedikçe onlar kahrından ve sinirinden kendi kendilerini paralarlar. Beş para etmez, mide bulandıran egolarını üzerinize boşaltmasına izin vermeyin, beyefendi kişiliğinizi bozmayın. Herkes ve bu tipler kalıbına göre iş yapar. Bu tiplerin canları cehenneme... 

*05/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Mayıs 2021 Pazar

Din Görevlisinin Dili *

İnsana dünya ve ahiret mutluluğunu hedefleyen din, kimsenin tekelinde değilse de dinin doğru anlaşılması için din görevlilerinin de dini anlatma sorumluluğu vardır. Bu din anlatılacak ve bu din, nebevi tebliğe uygun düşecek şekilde kavli leyyin dediğimiz tatlı ve yumuşak bir dil ile kitlelere ve almak isteyenlere din adamları tarafından anlatılacak. Anlatmakla da kalmayacak. Anlattıklarıyla orantılı olacak şekilde dini yaşayacak ve yaşantısıyla çevresine, kendisini takip edenlere, dost ve düşmana örnek olacak. Bu temel özellik yanında, irşat görevinde bulunacak din görevlisinde/adamında/aliminde başka hangi özellikler olmalıdır? Aynı zamanda nelerden kaçınmalıdır? Bu sorulara cevap aramaya çalışacağım:

Öncelikle konusunun ehli olacak. Hem dini hem de çağı okuyabilecek entelektüel bir birikime sahip olacak. Aynı zamanda mesaj vermek istediği toplumu iyi tanıyacak. Toplumun hassasiyetlerini, neye ihtiyaç hissettiklerini, dertlerinin neler olduğunu da iyi bilecek. Neyi, nerede, hangi atmosferde, kime, ne şekilde, hangi üslup ve kelimelerle aktarması gerektiğini bin düşünüp bir konuşacak ve yazacak. Verdiği mesajlar ötekileştirici, kutuplaştırıcı değil, birleştirici olmalıdır. Tüm amacı, yüce dini insanlara nefret ettirmeden, sevdirerek anlatmalıdır. Topluma ayakları yere basan, toplumun dertlerine tercüman olan ve sorunlara çözüm üreten, hayatın içinden bir din anlatmalıdır. Uygulama imkanı olmayan, hayal aleminde gezen, halkta ve hayatın gerçekleriyle örtüşmeyen, halkın derdine derman olmayan slogani ve hamasi bir din ve söylemden kaçınmalıdır.

Çağın gerektirdiği, insanların kullandığı ve boy gösterdiği her türlü iletişim araçlarını, yazılı ve görsel medyayı aynı zamanda sosyal medyayı ve sanal alemi yerinde ve yeterince iyi kullanmalıdır. Buralarda mesajını verirken aynı zamanda soru soran, olumlu-olumsuz görüş yazanlara makul ve mantıklı cevaplar vermelidir. Gerilimi yükselten, toplumu ikiye bölen bir dilden ve dinden uzak durmalıdır. Sayfasını, kendisini ve savunduğu değerleri tartışılır duruma düşürmemelidir. Kendisine hakaret edenlerin seviyesine düşmemelidir. Dolduruşa ve tahriklere gelmemelidir. Burada duygusallığa yer yoktur. Hakaretlere, bir din adamına yakışmayacak ve telafisi mümkün olmayan cevaplar yazmamalıdır. Cevaplar, efradını cami, ağyarını mani olmalı. Asla efendiliğini ve beyefendi kişiliğini bozmamalı, edepten ve edep dilinden ayrılmamalı. Hakaret edene hakaretinden dolayı mahcup olacak en güzel cevabı vermelidir. Tüm efendiliğine rağmen birileri, onu mindere çekmeye çalışır ve hakaretlerine devam ederse gerekirse cevap yazmamalı yani muhatap almamalı. Kem söz sahibine aittir diyerek gerekirse hakaretleri iade etmeli. Çünkü bazen cevap yazmamak muhataba verilebilecek en güzel cevaptır. Hakarete hakaretle ya da misliyle cevap vermek belki de rakibin istediğidir. Bu oyuna gelmemelidir. Tuzak sorulara, tahrik ve saldırılara maruz kaldığında, bunların altında kalmamalı, bunu tahriklere kapılmadan yapmalı. Tahrik olarak birilerine malzeme vermemeli, onların elinde yenilebilir meze olmamalı. Soğukkanlılığını korumalı, kişisel ve duygusal davranmamalı. Diline ve yazısına hakim olamıyorsa hemen cevap yazmamalı, sakinleşince cevap vermeli.

Hak ederek veya hak etmeyerek bir makama gelmiş veya getirilmiş, makamı tartışılır hale getirmemeli, esas işine odaklanmalı. Allah’tan istediğim bir göz idi, o bana iki göz verdi, demek ki var bende bir maharet diyerek koltuğu ve makamı istediği şekilde kullanmaya kalkmamalı, ben her istediğimi söyler ve yaparım dememeli. Makam ve takipçileri dolayısıyla ne oldum delisi ve şöhret budalası olmamalı. Takipçilerim nezdinde bir karşılığım, ağırlık ve saygınlığım var diyerek kendine olduğundan fazla misyon biçmemeli ve makamın ağırlığını ve sorumluluğunu üzerinde hissetmeli, şöhretin altında ezilmemeli ve sorumluluğunu bilmeli. Baktı ki makamının ağırlığını taşıyamıyor, insanlara günlük laf yetiştiriyor, her lafı baş yarıyor, makamını tartıştırıyor ve kendisini o makama getirenlere zarar verir hale gelmişse, o halde ona düşen, benden bu kadar deyip çekip gitmesidir. Bunu yaptıktan sonra da esas işine odaklanmalıdır. Gerekirse bir müddet sosyal medyaya da veda etmelidir. Hızını alamayıp kendisine saldıran ve hakaret edenler olursa, makamdan ayrılma psikolojisini depreştirmemelidir ve saldırgan bir tutum içerisine girmemelidir. Kendisini destekleyen takipçilerinin yaşa, var ol dolduruşuna gelmemelidir. Susmayı ve sessizliği korkaklık olarak görmemelidir. Kendisine sahip olamayıp bir şeyler yazıp çizmiş ve büyük tepki almışsa, özür dileme erdemini göstermelidir.  Bunu yapmadan profili kapatmak, tartışmayı ve öfkeyi dindirmez. Hesabını kapattı ise de ortam soğuyuncaya kadar bu alemde boy göstermemelidir. Sabah kapatıp akşam geri dönmemelidir. Dönecekse de kırdığı yumurta ve açtığı onulmaz yaradan dolayı sadece Allah’tan af dileme yoluna gitmemelidir. Aynı zamanda kalp kırdığı kişilerden ve kamuoyunu yersiz meşgul ettiğinden dolayı kamuoyundan özür dilemelidir. Çünkü sosyal olaylarda tek başına Allah’a tövbe etmek yeterli değildir. Unutmamalı ki kalp kırmanın tamiri, ilgili kişilerden helallik almak ve özür dilemekten geçer. Bir din aliminin Allah’a karşı sorumluluğu kadar topluma karşı da sorumluluğu vardır.

Sözün özü, bir din Görevlisi, kendini bulunmaz Hint kumaşı görmemeli. Dostu üzüp düşmanı bıyık altından güldürmemeli. Bir din alimi böyle olamaz şayet böyle ise cemaat ne yapar dedirtmemeli. Tartışmanın odağı haline gelme yerine gönüllere girme, onları ikna etme yolunu düstur edinmeli. Tüm bunları yapamıyorsa, bu demektir ki bu kişi yol ve yordam bilmiyor, kişi ve toplum psikolojisini tanımıyor. Bu durumda ona düşen susmaktır. Bu işleri ehline havale etmektir. Allah rızası için konuşmamasıdır. Allah rızası için yaptığı bu işi Allah rızası için yapmamasıdır. Çünkü savunduğu değerlere faydadan ziyade zarar veriyor demektir. Unutmamalı ki gönüllere dokunamayanın, sözünün tesiri de olmaz.

*03/05/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

1 Mayıs 2021 Cumartesi

Yardım Kuruluşları ve Muhtaçlar

Hayır-hasenat ve darda kalana yardım eli uzatmak hem dinimizin emir ve tavsiyesi hem de toplumumuzun bir özelliğidir. Bundandır ki yardım toplayan ve topladığı yardımı ihtiyaç sahiplerine dağıtan vakıf ve derneklerimiz var. Yardım kuruluşlarının bir kısmı Türkiye genelinde ve uluslar arası teşkilatlanmış iken bazıları il ve ilçe bazında faaliyetler yürütmektedir. Yine valilik ve kaymakamlıklar bünyesinde ihtiyaç sahiplerini görüp gözeten Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları (Fak-Fuk-Fon), aynı şekilde belediyeler nezdinde faaliyet yürüten sosyal yardım müdürlükleri var. Bunların dışında yapımı devam etmekte olan cami ve Kur’an Kursu yaşatma dernekleri, Diyanet Vakfı, ayrıca sosyal medya aracılığıyla gönüllülük esasına dayalı yardım toplama faaliyetleri göze çarpmaktadır. Yine mahallinde, birilerinin öncülüğünde yardım toplayanlar var. Bireysel olarak yakından uzağa akrabalarına zekat, fitre vs yardım yapanlar da eksik değil. Giderken bir saniye deyip “yetimlere bakıyorum, onlara yardım topluyorum” diyenleri de görmeniz mümkün. Çarşı merkezinde dilencilik yapanları; yolda kaldım, bir dolmuş parası diyenleri saymıyorum bile.

Yöresel ve ulusal çapta yardım toplayan bu yardım kuruluşlarının sayısı ne kadardır, bilmiyorum. Bildiğim, sayısının sayılamayacak kadar çok olması. İrili ufaklı bu kuruluşların işleyişi nasıldır, toplanan yardımların amacına uygun bir şekilde dağıtılıp dağıtılmadığı yeterince denetleniyor mu, bu kısımlar biraz kapalı. Zira yardımlar Allah rızası için toplanıyor, veren de Allah rızası için veriyor. İşin içine Allah rızası girince akan sular durur ve yardımlar nereye gitti denmez.

Sayısını bilmediğim yardım kuruluşlarının çokluğu, yardımlara önem verdiğimizin bir göstergesi olabilir. Bana göre aşağı yukarı aynı amaca hizmet eden bu yardım kuruluşlarının çokluğu ve çeşitliliği normal değil. Diyelim ki hayırseverler yardımlarını bu kuruluşlara veriyor. Peki, gerçek ihtiyaç sahiplerine yeterince ulaşılabiliyor mu yoksa yapılan yardımlar öne çıkmış belli sayıdaki kişilere mi gidiyor? Belki yardımlardan belli kesim faydalanabilirken bazıları es geçiliyor olabilir. Çünkü kendini ifade eden, yardım istemeyi bilen, kendisini acındıran fakirler olduğu gibi derdini içine gömen, kimseye açılamayan nice fakirlerin olabileceği ihtimal dahilindedir.

Burada yardımlar gerçek sahiplerine gitmiyor anlaşılmasın. Bu yola başvurmuş her kuruluş gerçek mağdurları bulmak için çabalıyordur. (Böyle de olmalıdır. Zira yardımlar birer emanettir. Zenginden fakire köprü görevi gören kuruluşların sorumluluğu daha fazladır.) Yine de yardımların gerçek ihtiyaç sahiplerine, yerinde ve zamanında ulaştırılması için bir düzenlemenin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için aynı amaca hizmet eden yardım kuruluşları bir konfederasyon benzeri bir yapının içerisine alınabilir. Burada her yardım kuruluşundan üyeye yer verilebilir. Tüm yardım planlaması bu çatı içerisinde planlanıp karara bağlanabilir. Aynı şekilde her il ve ilçede yardıma muhtaç fakirlerin bir listesi yine bu çatı kuruluş tarafından tespit edilebilir. Muhtaçların öncelik sırası belirlenir. Yardımlar da tek elin plan ve organizesiyle deruhte edilir. Böyle yapıldığı takdirde düşüncesi ve fikri ne olursa olsun, tüm fakirlere ulaşılır kanaatini taşıyorum.

Toplanan yardım paraları, birinci öncelikli kişilere dağıtıldıktan sonra çalışacak gücü olan fakirlere iş bulma, onlara istihdam sağlama yollarına kafa yorulabilir. Bunun için toplanan yardım paralarının bir kısmı çatı kuruluş eliyle kazanç getiren yerlerde değerlendirilebilir. Burada amaç, sürekli yardımla ayakta tutulmaya çalışan fakirlere iş vermek ve onların bir daha yardım almayacak noktaya gelmelerini hedeflemek amaç olmalıdır. Böylece sadaka devleti ve sadaka ülkesi görünümü vermekten yavaş yavaş kurtuluruz. İş bulan fakir de bir müddet sonra bu yardım fonlarına yardım yapar duruma gelebilir. Yardımdan amaç da bu olmalıdır. Zira elden gelenle öğün olmaz, gelse de zamanında gelmez. Bunun için fakiri ele avuca muhtaç olmaktan kurtarmak önceliğimiz olmalıdır.

Hasılı, anlatmak istediğim, önüne gelen üç-beş kişi bir vakıf ve dernek kurarak yardım toplama işine girmesin. Yardım kuruluşlarına bir sınırlandırma getirmek lazım. Toplanan yardım paralarının nereye, kime gittiği bir güzel denetlenmeli ve halka hesap verebilir şekilde şeffaf olmalı. Yardım yapılan fakire de sürekli balık yedirmeyi bırakıp balık tutmayı öğretmek lazım. Yardım kuruluşları da kimi-kimsesi olmayan ve dermandan kesilmiş kişilere yardımı sürekli hale getirirken aynı zamanda döndürdüğü para ile işsizlere iş kapısı işlevi de görebilir.