3 Nisan 2021 Cumartesi

Doğum Günü Kutlamalarına Teşekkür *

Zaman zaman doğum günü kutlamalarıyla ilgili paylaşımlar dikkatimi çeker. O kadar kişinin doğum günü kutlanıyor ki bunları kıskanmamak elde değil. Sonrasında, doğum gününü kutlayanların sanal alem kutlamalarından ibaret olmadığını, yayımladığı teşekkür mesajından anlayınca onlara olan kıskançlığım bir kat daha artırıyor. Benim doğum günümü bir zamanlar sadece çalıştığım banka kutlar ve kutlamanın ardından "Bankamızda, adınıza çekebileceğiniz birikmiş krediniz var. Bugüne özel sadece kimliğinizle uğrayarak kredi çekebilirsiniz" eklemesi yapar. Bir de GSM operatörü -konuşma limitimi dolduruyormuşum- gibi doğum günümü kutladıktan sonra "Bugün akşama kadar x'li hatlarla doya doya konuşabilirsin hem de ücretsiz" mesajı gönderir. Hakkını yemeyelim, doğum günümü her yıl Kızılay da kutlar. Başka? Eksik olmasın, MEB de kutlar. Sürpriz pasta zaten lüks benim için. Nasıl bir şeydir de bilmem. 

Gördüğünüz gibi doğduğum günümü kutlayanlar bir elin parmağını geçmiyor. Bu durumda, bazılarının sayısız doğum günü kutlamalarını ben kıskanmayayım da kim kıskansın. Bu duruma patlasam da çatlasam da bana, şu doğum günleri kutlanan bazılarının, kutlamaların ardından yayımladığı teşekkür mesajını irdelemek kalıyor.

Muhteremin doğum günü dolayısıyla yayımladığı teşekkür mesajından anladığıma göre kimi dostları mesaj çekerek kimi Whatsapp/Bip'ten yazarak kimi telefonla arayarak kimi bizzat gelerek kimi de sosyal medyayı kullanarak doğum gününü kutlamış. E-posta gönderen, Messenger'i de kullanan oldu mu bilmiyorum. Çünkü teşekkür mesajlarında rastlamadım. Tüm dostları, değişik yolları kullanarak bu mutlu gününde muhteremin yanında olmuşlar.

Gördüğünüz gibi buraya kadar her şey normal. Bana normal gelmeyen belki de başıma gelmediği için bilmediğim durum, teşekkür mesajının sosyal medyadan yayımlanması. Tamam, doğum gününü sosyal medyadan kutlayanlara sosyal medya aracılığıyla bir teşekkür mesajı, olması gerekendir. Garibime giden ve beni meraktan çatlatan, telefonla arayarak doğum gününü kutlayana, her türlü mesaj yolunu kullanarak doğum mesajı gönderene niçin sosyal medyadan teşekkür edilir? Merak ettiğim, telefonla doğum gününü kutlayana, telefonda teşekkür etmedi mi ya da mesaj çekene cevap vermedi mi? Onlar tebrik etti, bu sustu mu? Susmadıysa "Size sosyal medya aracılığıyla toplu halde bir teşekkür mesajı yayınlayacağım" mı dedi yoksa? Gel de çık bu işin içerisinden. Acaba bu kimse, doğum günümü kutlayan sevenlerimin arasında sosyal medyayı kullanmayan olabilir mi diye düşünmedi mi? Farz etsin ki tüm sevenleri sosyal medyayı kullanan olsun. Kim ne şekilde yani hangi platformu kullandıysa o yol ile teşekkür etmek, olması gereken değil midir? Neyse anlamayınca böyle garip sorular geliyor aklıma. Burada bir merakımı daha gidermek isterim. Herkes herkesin doğum gününü böyle takip mi ediyor?

Doğum günü kutlamalarına dair yayımlanan teşekkür mesajına geleyim tekrar. O kadar dostun, senin doğum gününü değişik platform ve araçlarla kutlasın. Sen hepsine sosyal medyadan isim vermeden topluca teşekkür et. Olacak şey mi bu? Bu yol biraz basit kaçmıyor mu? Ben böylelerinin yerinde olsam sadece sosyal medya ile yetinmem, hepsinin ismine yer vererek gazetede bir sayfalık bir teşekkür mesajı yayımlatırım. Hatta biraz daha geriye giderim ve şöyle başlarım:

Doğum günüm dolayısıyla;

Beni doğurup sütünü veren ve büyüten anneme,

Doğumum esnasında beni doğurtan falan ebeye, (ya da operatör falan doktora)

Ebe ya da doktora yardım eden falan hemşireye,

Hastanede yatarken çiçek gönderen falan falan kimselere,

Meyve suyu getiren şuna şuna, 

Sünnetimi yaptıran Tıkır'a,

Telefonla arayan şu şu kimselere,

Mesaj gönderen bu bu kimselere,

WhatsApp, Bip aracılığıyla iyi dilek temennilerinde bulunan şu şu şu kimselere,

Sosyal medyadan doğum günümü kutlayan falan falanlara,

Evime kadar bizzat gelerek doğum günümü kutlayan şu şu şu dostlarıma,

Pasta keserek bana sürpriz yapan personele, çalışma arkadaşlarıma ve aileme vs.

En kalbi duygularımla teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız.

Burada tüm kutlayanları tek tek yazsak bir sayfa yetmez denebilir. Bunun da yolunu sizler için düşündüm. Örnek, kaç kişi telefonla arayıp doğum gününü kutladıysa, parantez içinde sayı belirtilebilir. (20 gibi)

İçinizden, abartıyorsun dediğinizi duyar gibiyim? Kim? Ben mi abartıyorum yoksa bir başkası mı? 


*07.04.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

2 Nisan 2021 Cuma

Havamdayım


İki gündür bende bir hava bir hava. Nedir sendeki bu hava derseniz, sormayın. Zira havamdan yazmak gelmiyor içimden. Bilmezsiniz, başka bir duygu bu. Bu duyguyu yaşamadı iseniz zaten anlayamazsınız. Ama sizi daha fazla merakta bırakmayacağım. Zira size kıyamam, bir de sizi haberdar etmezsem çatlar ölürüm.

İki gündür müdürlüğe vekalet ediyorum. Nasıl oldu bu derseniz, anlatayım efendim. Milli Eğitim Müdürümüz il dışında olacağından iki günlüğüne izin aldı. Haliyle kurum amiri izinli olunca yerine birini bırakması gerekiyordu. Yerine bırakacağı kişi de yokluğunu aratmayacak biri olmalıydı. Bu özellikte bir şube müdürü vardı. Kıdem, tecrübe ve kabiliyet ne ararsan vardı kendisinde. İşleyişe de hakimdi.

Ama hesaba alınmayan bir şey vardı. O da kendisine vekalet bırakılacak tecrübeli şube müdürü de birtakım tahlil ve tetkikler için hastaneden randevu almış ve kuruma gelemeyecekmiş. Bu durumda ne yapılacak, nasıl bir çözüm bulunacaktı? Bu sorun da müdürün sorunuydu ve bir çözüm bulacaktı. Bunun için iki günlük tatil sevincini sekteye uğratacak değildi. Yerine de birini buldu mu keyfine diyecek yoktu.

Vekaleti bırakacağı elindeki tek seçenek de bu şekil suya düşünce müdürü aldı bir düşünce. Hem de karar kara düşünüyor. Öyle ya, kime bırakmalıydı vekaleti. Tatilden de vazgeçemezdi. Sağına baktı, soluna baktı. Elindeki tüm seçenekleri değerlendirdi. Aklına da kimse gelmedi. İle, vekaleti bırakacağım birini görevlendirin diyemezdi. İl birini görevlendirse de belediye sınırları dışında diyerek kimse gelmezdi zaten. Çünkü bu kurum saymanlığa benzemezdi. Saymanlıktan biri izne ayrılsa veya hastalansa yerine diğer ilçelerden veya il merkezinden birini görevlendirirler; kimse de ben gitmem, beni oraya geçici de olsa görevlendiremezsin diyemezdi.

Aslında müdürün elinde değerlendirebileceği bir seçenek daha vardı ama bunu alternatif olarak hiç düşünmedi. O da aynı statüde şube müdürü olarak görev yapan bana vekaleti bırakmasıydı. Bana vekaleti bırakmak demek baldıran zehri içmesi demekti. Çünkü iki gün sonra geldiğinde kurumu yerinde bulamayabilirdi. Böyle bir imaj vermişim kendisine.

Sonunda, ne olacaksa olsun, ramazan öncesi tatilimden mi vazgeçeyim demiş olmalı ve vekaleti bana bıraktı. Bana vekalet sende dedi. Pek belli etmesem de heyt be, işte bu dedim, kendi kendime. Zira sevincime diyecek yoktu. Nasıl sevinmem. Gökte ararken yerde bulmuştum müdürlük koltuğunu. Vekil de olsa müdürlük müdürlüktü. Zaten el vekile,, kel asıl denmiyor muydu. Her ne kadar bu vekillik, meclis vekilliği gibi olmasa da bir günlükte olsa krallık krallıktı. Üstelik iki gün vekaleti yürütecektim. Gerçi vekalet görevi bizim ailede irsi. Yabancısı değiliz yani. Bu, amcamdan bana geçmiş olmalı. Rahmetli amcam da 80 ihtilalinde belediyede çalışırken Konsey, tüm belediye başkanlarının görevine son vermiş, yerine belediye başkanı olarak rütbeli bir asker görevlendirmiş. Rahmetli amcam da rütbeli asker gelinceye kadar bir günlüğüne belediye başkanlığına vekalet etmiş. Oğlunun ve belde halkının bile haberinin olmadığı bu vekaletten, amcam emekli olduktan sonra ben haberdar olmuştum. Bana ben belediye başkanlığı da yaptım demişti. Demek ki bu vekalet bana ondan tevarüs etmiş olmalı. Üstelik benimki bir gün daha artırımlı.

Vekil olacağım günün gecesini zor yaptım. Gözüme uyku girmedi. İçimde hissettiğim tarifi imkansız sevincin yanında sorumluluk da başa bela idi ve gereğini yapmalıydım. Akşamından bir telaş bir telaş. Eşime,  giydiklerimi bir değiştireyim dedi. O da takım giyer misin, gri olanı dedi. Benim gri olan takım mı vardı, hele bir göster dedim. Gösterdi. Varmış meğer. Nereden bileyim, üzerimden takım elbiseleri çıkaralı yıllar oldu.


Sabah kahvaltısını yapar yapmaz takım elbiseyi giydim. Harar gibi geldi elbise. Bu elbiseyi kilolu ve göbekliyken diktirmiştim. Kendimi yollara vurduktan sonra ne kilo kaldı ne de göbek. Bana da içine bir kişi daha giren bu takımı giymek kaldı. Takımı giyince altına spor ayakkabı olmaz dedim, aylardır boya yüzü görmeyen botumu giydim.

Yola çıktım. İçim kıpır kıpır. Her günkü gibi değildi bu mesaiye gidişim. Eskiden arabanın tekeri ileri ileri gitse de benim ayaklar yine mi dercesine geri geri giderdi. Bu sefer durum başkaydı. Bir an evvel varmalı ve vekaleti devralmalıydım.

Bir saatlik yolculuğun ardından dairenin önüne geldim. Karşılaştığım manzara diğer günlerden farklı değildi. Hiçbir personeli kapının önünde beni beklerken görmedim. Bir karşılama töreni düzenlememişlerdi. Karşılama olmayınca haliyle halı da serilmemişti.  Moralim bozuldu bozulmaya ama pek bozuntuya vermedim. Personel de pişecekti zamanla.

Yukarı çıktım. Çocuklar, hani karşılama töreni dedim. “Deseydin bando bile hazırlardık” dediler. Halbuki ben dedikten sonra ne anlamı kalırdı. Vakit kaybetmeden odama yöneldim. Dedim ben vekilim. Odamın kaçtığı yok. Milli Eğitim Müdürünün odasına girip koltuğuna şöyle bir kurulayım dedim. Oda kapalıydı. Zaman zaman baktım, iki gündür oda kapalı. Sanırım giderken müdür, personele odamı kilitleyin ve içeriye almayın demiş olmalı. Neyse koltuk değil mi, ha ora ha bura. Sen unvanıma bak dedim ve odama geçip oturdum. Bereket, odamı açmayı akıl etmişler.

Şube müdürlüğü koltuğuma vekil müdür olarak oturdum. Müdürün yokluğunda ne yapabilirdim. Beni bir düşüncedir aldı. Personele moral olsun diyerek ilk yetkimi kullandım. Bir personelle şefe haber gönderdim. Personele ek maaş yapsın dedim. Olmaz dedi. Meğerse maaş sadece 15’inden 15’ine bir kez yapılıyormuş. Oturduğum binayı en azından katı satayım, kötü günlerde kullanmak üzere kurumun yedek akçesi olsun istedim. Bina kaymakamlığa aitmiş. Bu da olmadı. Hasılı müdür vekili görevim, iki gündür yetkisiz ve etkisiz eleman olarak sürüyor. Yetkisiz ve etkisiz bir eleman olsam da bana bir getirisi olmasa da yine de vekil müdürlük bir başka. Anlatılmaz ancak yaşanır.

Müdür vekili iken ilk ziyaretçimi de odamda kabul ettim. Çayımı içmeye gelmiş. Konuşma arasında kendisine Şube Müdürü Ramazan Yüce ile mi görüşmeye geldin yoksa Milli Eğitim Müdür Vekili Ramazan Yüce’yi mi? Şayet Müdürü ziyarete gelmişsen seni yan odaya alacağım, dedim. Anlamsız bir şekilde baksa da benim için bu ayrıntı önemliydi. Hoş önemli olsa da haydi oraya geçelim deseydi, oda kapalıydı zaten.

Yazıyı tam bitirmiştim ki saate baktım. Krallığımın pardon vekilliğimin bitmesine ramak kalmış. 3 saat sonra vekillik kalkacak üzerimden. Acaba, beni kimse buradan çıkaramaz, ben bu yetkiyi devretmeyeceğim deyip eylem mi yapsam. Off, bir düşüncedir aldı beni. Bana vekaleti bırakmak zorunda kalan müdürdeki düşünce gibiydi düşünmem: Kara kara düşünmek. Hemen havam inmeye başladı. Ne edersiniz ki sayılı günler çabuk geçiyor ve düşmez kalkmaz bir Allah. Hasılı yazık oldu bana. Bundan sonra şube müdürlüğüne talime devam. Bana yazık olduğu gibi bu adam ne diyecek diye bu yazıyı sonuna kadar okuyan size de yazık oldu. Ne yapalım, Allah başka keder vermesin.

Bundan sonra tek umudum, yani tekrar havaya girmem, müdürün yine izne ayrılmasına ve diğer şube müdürünün de herhangi bir sebeple işinin çıkmasına bağlı. Bekleyeceğim hem de umutla.

Bu arada bu vekilliğim ilk vekillik değil, 1991 yılında da bir 5 ay kadar müdür yetkili vekil öğretmenlik yapmıştım.

1 Nisan 2021 Perşembe

Öncelikli Olarak Kimi Eleştiririm? *

Zaman zaman bir esnafı ziyaret ederim. Çaylarımızı yudumlarken konu döner dolaşır, ülke meseleleri gelir. Ortamda bulunan herkes bu konuda görüşünü söylerken sıra bana gelince ben de o konuda bir şeyler söylerim. Esnaf arkadaş, “Kardeşim, hep falanı yani bizi/bizimkileri eleştiriyorsun. Niye karşı tarafı eleştirmiyorsun? Aynı şeyi onlar da yapıyor. Bir defa da onları eleştir.” dedi.  Kendisine, be kardeşim, bu konuda sorumluluğu olan insanları eleştiriyorum. Başka kimi eleştireceğim. Senin bu dediğin şuna benzer. Farz edelim ki sen terzisin ve emsallerine göre ün yapmış iyi bir terzisin. Bundandır ki tüm elbiselerimi sana diktiriyorum. Bir zamanlar vücuduma oturacak şekilde çok iyi elbiseler dikerken son yıllarda diktiğin elbiseler istediğim gibi olmuyor. Ya çok dar ölçü alıyorsun ya da çok bol. Diktiğin elbiseler eskisi gibi vücuduma oturmuyor ve üzerimde iğreti duruyor. Dün iyi dikerken her yerde senin reklamını yaptım ama bugün dikemiyorsun ve eleştiriyorum. Ne var bunda? Daha iyi olmanı istiyorum. Dost acı söyler ama yüze söyler. Överken iyiyim de yererken niye kötü oluyorum. Mademki terzisin, bir amme hizmeti ifa ediyorsun. Eleştirilere de açık olmak zorundasın. Sen bana böyle diyerek demek istiyorsun ki elbisemi diken seni eleştirmeyeyim, elbisemi dikmeyen ve bu konuda bir sorumluluğu olmayan başka terzileri eleştir diyorsun. Olur mu böyle şey? Unutma ki her eleştiren düşman değildir. Eleştiriler kişiyi olgunlaştırır. Ayrıca benimkisi dost eleştirisi ve dost eleştirisini yüze yapar. Eskisi gibi eleştirilere gelmiyorsan demek ki bir şeyleri yanlış yapıyorsun, dedim. Düşündü düşündü sonra haklısın ama yine de eleştirme, zoruma gidiyor, dedi.

Yazılarımı sürekli takip edenler, olaylara eleştirel bir yaklaşım sergilediğimi bilirler. Bu demek değildir ki iyi ve güzel gelişmeleri görmüyor ve yazı konusu edinmiyorum. Onları da görür ve yazarım elbet. Yeter ki ülkemde bir konuda olumlu gelişmeler olsun, bunu da yazı konusu edinirim. Tasvip ve eleştirilerimi yaparken de olayın faili kimdir, bu yazıdan tasvip ya da eleştiri alırım, demem.

Gönül ister ki bu ülkede her konuda hep olumlu gelişmeler olsun. Ben de iyi ve güzel şeyler yazayım. Ne yazık ki olumlu gelişmeler bir elin parmağını geçmiyor. Gerçi kutuplaşmanın zirvesini yaşadığımız günümüzde birini ya da bir şeyi tasvip edersen “yağcısın”, eleştirirsen “muhalifsin”. Nedense ortasını bulamadık. Kutuplaşmanın tarafları demek istiyorlar ki ya bendensin ya karşı taraftan. Bendensen, yanlış da yapsam beni savunacak, eleştirmeyeceksin. Karşı taraf iyi yapsa da görmeyeceksin. Görürsen de eleştireceksin.

Kutuplaşmanın aktörleri, taraftarlarını kutuplaştırmanın nesnesi yapabilirler, buna teşne olanlar da bu yolda ilerleyebilirler. Bilsinler ki ben kutuplaşmanın aktif veya pasif bir ögesi olmayacağım. Yapıcı eleştiriye dahi tahammül edemeyenlerin eleştiriye tahammül etmeleri mümkün değilse de ben dilim döndüğünce tasvip etmediğim hususların altını çizmeye devam edeceğim. Karşılığı olmayan bu yolda ilerlerken kimin beni ne şekil görmesi ve nereye sıvaması da çok önemli değil.

Kutuplaşmanın merkezi olan kesimleri eleştirirken eşit davranıyor muyum? Bu konuda çok eşit davrandığım söylenemez. Eleştiri oklarımı ilk olarak sorumluluğu olanlara çeviriyorum. Çünkü yetki ve sorumluluk onlardadır. İsterim ki yanlış yapmasınlar ve doğru olana imza atsınlar. İkinci olarak düşünce ve fikir yönünden kendime yakın hissettiklerime eleştirilerimde öncelik veriyorum. Bunu yaparken de izlediğim yol şudur: Çocuğum, bir başkasının çocuğuyla kavga ediyor. Kavgada taraf olmam. İlk önce aralarım. Kızılacak ve tokat atılacaksa ilk önce kendi çocuğuma kızar ve tokat atarım. Ona, bunu niye yaptın derim. Çünkü ben öncelikli olarak kendimi, ardından ailemi, akrabalarımı, kendi düşünceme yakın insanları düzeltmekle yükümlüyüm.  Çocuğuma kızıp bağırmam, ona vurmam, onu sevmediğim anlamına gelmez. Aksine çok sevdiğimin bir göstergesidir. Kişi sevdiğini ne yapar? Post misali alır, gerekirse yerden yere vurur.


*03.04.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.