Ana içeriğe atla

Öncelikli Olarak Kimi Eleştiririm? *

Zaman zaman bir esnafı ziyaret ederim. Çaylarımızı yudumlarken konu döner dolaşır, ülke meseleleri gelir. Ortamda bulunan herkes bu konuda görüşünü söylerken sıra bana gelince ben de o konuda bir şeyler söylerim. Esnaf arkadaş, “Kardeşim, hep falanı yani bizi/bizimkileri eleştiriyorsun. Niye karşı tarafı eleştirmiyorsun? Aynı şeyi onlar da yapıyor. Bir defa da onları eleştir.” dedi.  Kendisine, be kardeşim, bu konuda sorumluluğu olan insanları eleştiriyorum. Başka kimi eleştireceğim. Senin bu dediğin şuna benzer. Farz edelim ki sen terzisin ve emsallerine göre ün yapmış iyi bir terzisin. Bundandır ki tüm elbiselerimi sana diktiriyorum. Bir zamanlar vücuduma oturacak şekilde çok iyi elbiseler dikerken son yıllarda diktiğin elbiseler istediğim gibi olmuyor. Ya çok dar ölçü alıyorsun ya da çok bol. Diktiğin elbiseler eskisi gibi vücuduma oturmuyor ve üzerimde iğreti duruyor. Dün iyi dikerken her yerde senin reklamını yaptım ama bugün dikemiyorsun ve eleştiriyorum. Ne var bunda? Daha iyi olmanı istiyorum. Dost acı söyler ama yüze söyler. Överken iyiyim de yererken niye kötü oluyorum. Mademki terzisin, bir amme hizmeti ifa ediyorsun. Eleştirilere de açık olmak zorundasın. Sen bana böyle diyerek demek istiyorsun ki elbisemi diken seni eleştirmeyeyim, elbisemi dikmeyen ve bu konuda bir sorumluluğu olmayan başka terzileri eleştir diyorsun. Olur mu böyle şey? Unutma ki her eleştiren düşman değildir. Eleştiriler kişiyi olgunlaştırır. Ayrıca benimkisi dost eleştirisi ve dost eleştirisini yüze yapar. Eskisi gibi eleştirilere gelmiyorsan demek ki bir şeyleri yanlış yapıyorsun, dedim. Düşündü düşündü sonra haklısın ama yine de eleştirme, zoruma gidiyor, dedi.

Yazılarımı sürekli takip edenler, olaylara eleştirel bir yaklaşım sergilediğimi bilirler. Bu demek değildir ki iyi ve güzel gelişmeleri görmüyor ve yazı konusu edinmiyorum. Onları da görür ve yazarım elbet. Yeter ki ülkemde bir konuda olumlu gelişmeler olsun, bunu da yazı konusu edinirim. Tasvip ve eleştirilerimi yaparken de olayın faili kimdir, bu yazıdan tasvip ya da eleştiri alırım, demem.

Gönül ister ki bu ülkede her konuda hep olumlu gelişmeler olsun. Ben de iyi ve güzel şeyler yazayım. Ne yazık ki olumlu gelişmeler bir elin parmağını geçmiyor. Gerçi kutuplaşmanın zirvesini yaşadığımız günümüzde birini ya da bir şeyi tasvip edersen “yağcısın”, eleştirirsen “muhalifsin”. Nedense ortasını bulamadık. Kutuplaşmanın tarafları demek istiyorlar ki ya bendensin ya karşı taraftan. Bendensen, yanlış da yapsam beni savunacak, eleştirmeyeceksin. Karşı taraf iyi yapsa da görmeyeceksin. Görürsen de eleştireceksin.

Kutuplaşmanın aktörleri, taraftarlarını kutuplaştırmanın nesnesi yapabilirler, buna teşne olanlar da bu yolda ilerleyebilirler. Bilsinler ki ben kutuplaşmanın aktif veya pasif bir ögesi olmayacağım. Yapıcı eleştiriye dahi tahammül edemeyenlerin eleştiriye tahammül etmeleri mümkün değilse de ben dilim döndüğünce tasvip etmediğim hususların altını çizmeye devam edeceğim. Karşılığı olmayan bu yolda ilerlerken kimin beni ne şekil görmesi ve nereye sıvaması da çok önemli değil.

Kutuplaşmanın merkezi olan kesimleri eleştirirken eşit davranıyor muyum? Bu konuda çok eşit davrandığım söylenemez. Eleştiri oklarımı ilk olarak sorumluluğu olanlara çeviriyorum. Çünkü yetki ve sorumluluk onlardadır. İsterim ki yanlış yapmasınlar ve doğru olana imza atsınlar. İkinci olarak düşünce ve fikir yönünden kendime yakın hissettiklerime eleştirilerimde öncelik veriyorum. Bunu yaparken de izlediğim yol şudur: Çocuğum, bir başkasının çocuğuyla kavga ediyor. Kavgada taraf olmam. İlk önce aralarım. Kızılacak ve tokat atılacaksa ilk önce kendi çocuğuma kızar ve tokat atarım. Ona, bunu niye yaptın derim. Çünkü ben öncelikli olarak kendimi, ardından ailemi, akrabalarımı, kendi düşünceme yakın insanları düzeltmekle yükümlüyüm.  Çocuğuma kızıp bağırmam, ona vurmam, onu sevmediğim anlamına gelmez. Aksine çok sevdiğimin bir göstergesidir. Kişi sevdiğini ne yapar? Post misali alır, gerekirse yerden yere vurur.


*03.04.2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde