27 Aralık 2020 Pazar

Zina ve Fuhuş *

Bu yazımda zina ve fuhşa yer vereceğim. Zira zina ve fuhuş  insanlığın baş belası, toplumların kanayan yarasıdır. Toplumun en küçük yapıtaşı olan aile kavramının köküne dinamit koyan, onların dağılmasına sebebiyet veren, nesillerin sağlıklı gelmesinin ve gelişmesinin önündeki en büyük engeldir.

Kökeni insanlık tarihi kadar eski olan, halen devam etmekte olan ve bundan sonra da hız kesmeden kah kapalı kapılar ardında kah alenen devam edecek olan fuhuş ve zina ile mücadelede, hangi yollar denenirse denensin, ne devletler ne toplumlar başarılı olabilmişlerdir. Zinayla ilgili din, bırakın zina yapmayı, “Zinaya yaklaşmayın. Zira o fuhşiyattır (hayasızlıktır) ve çok kötü bir yoldur” derken zinaya giden/götüren yolların bile yasaklanmasını ister. Yine Nahl, 90.ayet mealinde Allah, “…fuhşiyatı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar” buyurmaktadır. Kaynağını dinden alan ahlak da tasvip etmez fuhuş ve zinayı. Hakeza toplumun örf ve değerleri de fuhuş ve zinaya geçit vermez. Buna rağmen fuhuş ve zina, kesintiye uğramadan yoluna devam ediyor. Çünkü bu konuda ne dinin ne ahlakın ne de toplum örfünün bir yaptırımı vardır. Bunların tüm yaptırımı; haramdır, günahtır, ayıptır demek suretiyle bu işi kişinin vicdanına ve Allah korkusuna havale etmekten ibarettir. Bunlarla mücadele için çıkaracağı kanunla devlet, kolluk kuvvetleri aracılığıyla mücadele edebilir. Devletin de bu mücadelede çok başarılı olduğunu söyleyemem. Zira devlet nezdinde şikayet söz konusu olmadığı müddetçe zinanın bir cezası ve yaptırımı yoktur. Devlet, para karşılığı yapılan fuhuşla mücadele ediyor. Bunun da yaptırımı, caydırıcı olmadığı için zina kadar fuhuş da yapılmaya devam ediyor. Çünkü devlet, “Şurada fuhuş yapılıyor” şikayeti üzerine o eve bir baskın düzenlese veya fuhuş yapanı suçüstü yakalasa, ilgili kişi ve kişilere Kabahatler Kanununa göre para cezası yazıyor, geçip gidiyor. Fuhuş yapan da yaptığı bir fuhuştan kazandığı paradan daha azı olan bu cezayı ödeyip mesleğini icra etmeye devam ediyor. Gönüllü birliktelik diyebileceğimiz zinaya ise devlet zaten bir şey demiyor. Bu işi yapanlar veya yapanlara destek olanlar da yüksek sesle “Bizim özgürlüğümüze kim karışabilir” diyebiliyor. Hasılı işimiz zor. Zira ne yaparsak yapalım, bir çıkmazın içindeyiz.

Yazımın bundan sonraki kısmında fuhuş ve zina kavramları üzerinde duracağım. Çünkü bu iki kavram zaman zaman aynı anlamda kullanıldığı gibi bazen de birini diğerinin yerine kullanabiliyoruz. Bu iki kavramın ortak yönleri olsa da aralarında nüans olduğunu düşünüyorum.

TDK'ya göre fuhuş, "İçinde bulunulan toplumun kurallarına uymayan cinsel ilişkide bulunma; bir veya birkaç kişiyle para karşılığında cinsel ilişkide bulunma; taşkınlık, aşırı davranma", zina ise aralarında evlilik bağı olmayan kişiler arasındaki cinsel ilişki” demektir.

Tanımlardan anladığıma göre bu iki kelimenin, evlilik bağı olmayan kişiler arasında, toplum kurallarına uymayan cinsel ilişkide bulunma yönüyle aynı anlama geldiğini söyleyebiliriz. Biz buna kısaca gayrimeşru ilişki diyebiliriz. Bu iki kelime birbirine yakın olmakla beraber fuhuş kelimesinin ikinci anlamıyla ön plana çıktığını düşünüyorum. Her ne kadar İsra, 32.ayete göre zina, fuhuş olarak kabul edilirken devletin ve TDK’nın gözünde fuhuş denince “Bir veya birkaç kişiyle para karşılığı cinsel ilişkiye girme” anlaşılmaktadır. Hatta çoğu zaman TV’lerde “Fuhuş yapıldığı tespit edilen bir eve polis baskın yaptı” şeklinde haberlere rastlarız. Bu işi yapanlara da “Vücudunu satarak para kazanan kimse” anlamında fahişe diyebiliriz. Hayat kadınlarının yaptığını buna örnek olarak verebiliriz. TDK sözlüğünden hareketle, cinsel ilişkiyi para karşılığı yapma işine fuhuş, bir şikayet söz konusu olmaksızın gönüllü gayri meşru ilişkiye ise zina denir şeklinde anlayabiliriz. Buna göre her fuhuş zinadır ama her zina fuhuş değildir diyebiliriz.

Bu yazımda aynı zamanda fuhuş ve zina isnadına değinmek istiyordum. Görüyorum ki sayfam buna el vermeyecek. Çünkü fuhuş ve zina isnadı/iftirası birkaç cümle ile ifade edilecek bir durum değildir. Zinanın bu yönünü de nasip olursa bir başka yazımda ele almak isterim.

*06/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

26 Aralık 2020 Cumartesi

Allah'ın Boyası *

Yüz, boy, ten ve saç rengi gibi özelliklerimiz, fiziki yönden bizi bir başkasından ayırt eden yönlerimizdir. Bunlar insanın tanınırlığına dair alametifarikasıdır. Bazen tanıdığımız bir kişiyi, onun tanımadığı birine tanıtırken “Uzun/kısa boylu, sarışın-kumral-esmer, beyaz tenli…” gibi tanıtırız. Beni de birileri başkasına tanıtırken “kırmızı saçlı, kızıl saç, turuncu kafa, havuç rengi, sarışın” şeklinde tanıtıyor.  Zira benim saç rengim, kahir ekseriyete göre havuç renginde. Şimdi saçlarım ağarıp havuçluktan pek eser kalmasa da beni tanıyanlar böyle tanır. Bu yönümle, kalabalıklar içerisine girince hemen dikkat çekerim. İsterdim ki benim de saç rengim çoğunluğun saç rengi gibi olsun. Ama her şey benim istediğime göre olmuyor. Allah böyle takdir etmiş. Allah’ın boyası benim bu taşıdığım. Nitekim herkesinki de öyle. Bu farklı saç rengim, askerde içtima ve talim sırasını bulmakta zorlananlara çok hizmet etti. Beni gören, “Ha, ben bu arkadaştan iki öndeyim, üç arkadayım” deyip yerini şaşırmaz ve nerede duracağını bilirdi.

Bizi tanınır kılan bu fiziki yönlerimiz -beğensek de beğenmesek de- bizden bir parça. Hastalık ve psikolojiyi bozacak çok özel bir durum olmadığı müddetçe bize has kılınan bu yönlerimizi değiştirmemek gerektiğini düşünüyorum. Topuklu ayakkabı giymek suretiyle boylu olduğumuzu göstermeye çalışsak da boyumuz değişmez, aynı şekilde tenimiz de. Sağlık ve psikolojik durum nedeni hariç vücutta, ameliyat ve diğer yollarla bir değişikliğe gidilmesine de sıcak bakmıyorum. Bu yazımda, yüz ve saçta yapılan değişikliklere değinmek istiyorum. Çünkü yüze uygulanan makyajla veya saçın boyanmasıyla kişi bambaşka bir görünüme bürünüyor. Hem yüz hem de saçtaki bu değişime ben, yüze ve saça takılan bir maske olarak görüyorum. Bu durumda olan kimseleri tasvip etmesem de onları kınamıyorum. Zira kendi tercihleridir. Yüz de onların, saç da onların, hayatta onların.

Yüz hattının makyajla, saçın da boyanmak suretiyle fiziki özelliğin değişmesine niçin sıcak bakmadığımı biraz açmak istiyorum. Yüze uygulanan normal makyajdan geçtim. Öyle makyaj yapılıyor ki iyi tanıdığım bir kişi, bir başkası olup çıkıyor. Gözüm, makyajlı haline aşina olmuşsa; makyajsız hali, makyajsız haline aşina olmuşsa; makyajlı hali, kişiyi tanınmaz kılıyor. Başıma geldi böylesi. Üç yıldır beraber çalıştığım bir meslektaşıma, mesai sonrası bir evrak imzalatmaya gittiğimde, buluşma yerinde, gelip kendini tanıtmasa, onu tanımam mümkün değildi. Bir makyajın, insanın yüz hattını bu kadar değiştirebileceğini o zaman anladım. Demek ki ben, daha önce hep makyajlı halini görmüşüm. Yüze uygulanan bu makyajın kullanımı kolay mı zor mu, insanın ne kadar vaktini alıyor, kullanılan bu makyaj pahalı mı, ucuz mu, yüzü tahriş ediyor mu? İnanın bilmiyorum. Bildiğim, bu farklılık için bu emeğe, bu zamana ve masrafa değer mi? Öyle zannediyorum, yapılan bu makyajın akşama kadar korunması, bunun için belki de yemeden, içmeden kesilmesi ve eve varınca da silinmesi gerekecek. Ömür dediğin hep böyle makyajlı geçer mi?  

Saçlara gelince, saç rengi olarak siyah, beyaz, kumral, sarışın, kızıl gibi renkler gözümün önüne geliyor. Öyle saçlar görüyorum ki gökkuşağındaki bütün renklerden daha fazla rengi, rengarenk görüyorum. Bazı saçlarda desen gibi birden fazla renk göze çarpıyor. Saçını boyatan aynı renge devam etse, buna da eh diyeceğim. Üç beş güne bir saç rengi değişir mi? Alın size bir örnek: Yürüyüş parkurunda herkes, Mersin istikametine doğru yürüyüş yaparken tersine yürüyüş yapan ve zaman zaman karşılaştığım sarışın biri var. Bir gün yine yürürken siyah saçlı tersinden gelen birini gördüm uzakta iken. Al sana bir ters kişi daha dedim. Yaklaştığım zaman gördüm ki daha önce gördüğüm sarışın kişi. Olabilir, demek ki bundan sonra sarışın saçlar yerine siyah saç kullanacak dedim. Aynı kişiyi birkaç gün sonra gördüm ki saçlar yine eski haline getirilmiş. Merak ettiğim boyanan bu saçlar, bu kadar kısa zamanda tekrar niye değişir? Çok mu ucuz bu saç boyama, çok mu kolay? Sanırım saç boyama yüze makyaj yapmak gibi değildir. Bunun için illaki kuaföre veya güzellik salonuna gidilmesi gerek. Öyle zannediyorum bu saç boyama, çok da ucuz değildir ve kişinin epey bir zamanını alıyordur. Her neyse de bu pandemi döneminde, salgın riskine rağmen bir kişi, bu kadar sık saç boyamayı nasıl göze alır? Pes doğrusu!

*29/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

25 Aralık 2020 Cuma

Esnek Çalışma mı Dediniz? *

Malumunuz bugünlerde kamu kurum ve kuruluşları, detaylarını valiliklerin belirlediği “Esnek çalışma”ya göre mesai yapıyorlar. Yasal dayanağı, yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Genelgesi olan bu çalışma şekliyle, “Kovid-19 salgınının yayılmasının en az indirilmesi, bu salgınla mücadeleyi ve salgının etkilerinin azaltılmasına yönelik faaliyetleri zafiyete uğratmama amaçlanmaktadır.

Bu Genelgeye göre kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlar, 10.00-16.00 saatleri arasında bir mesaiye tabiler. Genelge ayrıca çalıştırılma biçimlerine bakılmaksızın çalışanlara uzaktan çalışma ve dönüşümlü çalışma gibi imkanlar sunulmaktadır.

Çalışanlar bu esnek çalışmadan yararlanırken özlük hakları aynen korunduğu gibi kuruma gitmedikleri günlerde de idari izinli sayılmaktadırlar.

Kamu kurum ve kuruluşları esnek çalışmaya geçerken Genelgenin onlardan istediği tek şey, kamu hizmetlerinin aksatılmamasıdır.

Özel sektöre de önerilen bu esnek çalışmayı kaç özel sektör dikkate alıyor? Araştırmaya değer. Ki kamuda sekiz kişinin yaptığı işi bir kişiye yaptıran özel sektörün tavsiye edilen bu çalışma şekline geçmesi mümkün değildir. Kamu ve özel sektörde çalışma hem ücret hem mesai hem de iş garantisi yönüyle değerlendirildiğinde “Sırtını devlete dayayacaksın” sözünün gerçekliği bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bu, hemen hemen her siyasi partinin personel rejimi adı altında özel sektör ile kamu sektörü arasındaki uçurumu giderme sözlerinin havada kaldığına bir örnektir. Neyse kamu-özel sektör konusu ayrı bir yazı konusudur. Biz gelelim yeniden kamudaki esnek çalışmaya.

Burada değinmek istediğim, kamuda uygulamaya konan esnek çalışma ile kamu hizmetlerinin aksatılıp aksatılmadığıdır. Tüm kamu kurum ve kuruluşlarını test etme imkanım yoktur. Belki vatandaşın beklediği hizmetler, bazılarında aksatılmadan yerine getirilmektedir. Gelmeyen personelin uhdesinde olan işi, kurumda nöbete kalan personel yapmaktadır.  Ki öyle de olmalıdır. Vatandaş, bir iş için o kuruma iki defa gelmemelidir. Çünkü bu Genelge, salgın nedeniyle insan yoğunluğunu azaltmayı hedeflemektedir.

Genelge ile murat edilenin, bazı kurumlar için geçerli olmadığına bir örnek vermek istiyorum: Küçük ve basit ama zamanla sınırlı bir işim için bir kuruma, evden hazırlayıp gittiğim bir dilekçe götürdüm. Saklambaç oynamaya çok müsait olan kurumun ilgili birimini araya araya buldum. Üç kişinin ortaklaşa kullandığı birimde tek kişi beni karşıladı. Dilekçeme baktı. “Bu işe bakan arkadaş bugün gelmedi. Bilgisayarına şifre ile girmek gerekiyor. Biliyorsun Genelge gereği esnek çalışıyoruz. (esnek çalıştıklarını söylemesine gerek yoktu aslında. Bunu maske, mesafe ve temizlik gibi biliyoruz.) O arkadaş yarın gelecek. Siz en iyisi mi bu dilekçeyi, birkaç bina ötedeki bölüme götürün, o arkadaşlar da biliyor bunu. Ama acele edin. Çünkü saat 16.00’ya geliyor. Kapatıp gidebilirler” dedi. Kendisine, sizin odayı bile araya araya zor buldum. Zira doğru dürüst yönlendirme bile yok. Yönlendirdiğin yere gitmem için ben, epey yol kat etmem gerekir. Madem öyle, dilekçem burada kalsın. Ben yarın öğleden önce uğrarım, dedim. İyi olur. Zaten yarın ben de buradayım, dedi. 

Ertesi günü öğle mesaisinin bitimine 1 saat kala dilekçeyi verdiğim yere tekrar geldim. Odada dün görmediğim gençten biri vardı. Durumu izah ederek dilekçemin akıbetini sordum. "Ben dün yoktum. Bu işe ben bakmıyorum” dedi. Delikanlı, dilekçeme cevap verilmiş olmalı. Şu boş iki masanın üzerine bakarsanız, belki masaüstünde bana verilecek çıktıyı bulabilirsiniz dedim. Masaların üzeri evrak dolu, bulamam. Dünkü dilekçe verdiğiniz kişi burada. Dışarı çıktı. Az sonra gelir dedi. Koridora çıkıp geri geldim. İlgili kişi bir yerlerde oyalanıp gecikebilir. Telefonla arar mısınız dedim. Bu sefer bir gerekçe öne sürmeden aradı. Aradığı kişinin telefonu masasında çalmaya başladı. “Telefonunu yanına almamış” dedi. 

Koridora çıkıp ilgili kişiyi beklemeye koyuldum. Beklerken de upuzun koridoru arşınlıyorum. Tek tük gelip geçen oluyor. Aradığım kimse acaba bu mu diyorum. İşimin görüleceği kapıya girmeyince bu değil diyorum. Beklediğim, nihayet koridorda belirdi. Beni görünce de tanıdı. Dilekçene cevap yazıldı. Verelim dedi. İçeri girdi, ben de arkasından. Az önceki gencin kurban ettiği bir koltuğa buyur etti. Ardından telefonla şefim dediği birini aradı. Şef geldi. Bugün olması gereken ve benim dilekçeme cevap verecek kişinin bilgisayarına geçti. Şifreyi yazarak bilgisayarı açtı. Daha önce hazırlanmış cevabi yazımı yazıcıya gönderdi. Benimle ilgilenen kişi, masaya bir göz attı. "İki adet çıktı alınmış zaten. Bak, masanın üstüne konmuş. Yeni çıktı alma" dedi ama yazım yazıcıdan çıktı.

Bana çıktı vermeden, evrakı aldığıma dair tebellüğ belgesi imzalayarak istediğim yazıyı verdiler. Ardından "Yazıya bir bak. Yanlışlık varsa düzeltelim" dedi biri. Bu yazının bilgisi sizde. Ben yanlışlık olup olmadığını bilemem. Bu yazı bana şimdilik yeter deyip teşekkür ederek ayrıldım.

Tüm kurumlar esnek çalışmayı ümit ediyorum ki benim başıma gelen kurum gibi yerine getirmiyordur. Olmayan bir personelin eksikliğini diğeri gideriyordur. Ki öyle de olmalıdır. İlgili personel bugün yok deyip ertesi gün gelmen isteniyorsa veya alakası olmayan uzaktaki bir bölüme gönderiyorsa o zaman bu kurum esnek değil, gevşek çalışıyordur. Mesai arkadaşının evrakı hazırlayıp masasının üzerine koymuş olabileceğini hatırlatmama rağmen koltuğundan kalkma lütfünde bile bulunmayan bir personel, tüm gün mesai yapsa ne olur, esnek çalışsa ne olur. Kurum bu işleyişiyle, personeldeki bu hizmet anlayışıyla bu çalışma şeklinin adı esnek değil, olsa olsa gevşek çalışma olur. 

*28/12/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.