10 Aralık 2020 Perşembe

Tekfircilik Hastalığımız *

Dini bir konuda genel kabul görmüş ve toplumun çoğunluğu tarafından benimsenmiş konularda yeni bir fikir ve görüş serdetmek; geçmişte söylenmiş ve tozlu raflarda yerini almış şaz görüşleri dile getirmek, ben bu konuda şöyle düşünüyor ve bu görüşü tercih ediyorum demek, ateşle oynamak gibidir. Zira bu yol, akıllı ve zeki birinin takip edebileceği bir yol değildir. Başa gelebilecek tehlikeleri sezememek demektir. Kim ki bu yola girerse huzurunu, vücut ve akıl sağlığını kaybetmeyi, dışlanmayı ve linçe tabi tutulmayı göze alması gerekir.

Örnek, geçmiş ve tecrübelere dayanarak böyle birinin başına neler gelebilir, gözünüzün önüne bir getirin. Siz bunu yaparken ben, gözümün önünden geçenleri bir sıralayayım. Bu kişiye ne denir veya başına ne gelir?

 “Hadis ve sünnet düşmanı”, “sünnet ve hadisleri inkar ediyor”, “oryantalist ve şarkiyatçı”, “oryantalistlerin yerli olanı ve onların işbirlikçisi”, “bunun verdiği zararı İslam düşmanları vermemiştir”, “yaptığı, misyonerlikten başka bir şey değil”,

“Dini bozuyor”, “eski köye yeni âdet getiriyor”, “bunun dediğini niye daha önce bir başkası söylememiş? Reklamını yapmaya çalışıyor ve meşhur olmak istiyor”, “söylediğinin kime, ne faydası var?”,

 “Bu kişi, bu görüşüyle nasıl devlette görev yapabiliyor?”, “nasıl üniversitede çalışabiliyor? Çünkü gençlerin kafasını zehirliyor”, “Görevinden ihraç edilmesi gerekir”, “İstifası yeterli değil, unvanları da alınmalıdır”, “Türkiye gibi bir ülkede böyle bir şeyi nasıl söyler?”, “hakim ve savcılar, bu kişi hakkında harekete geçerek işlem yapmalıdırlar”, “Bu kişi, Müslüman mahallesinde salyangoz satıyor”, “Cami duvarına işiyor”, “zira yaptığı fikir ve inanç özgürlüğü değildir”,

“Bu sözüyle bu kişi, “sapık”, “sapıtmış”, “tırlatmış”, “birilerine yaranmaya çalışıyor. Dinde bunun yaptığı belamlıktır”, “kafir/mürtet olmuştur”, “şu sözü elfazı küfürdür”, “İslam dairesinden çıkmıştır”, “tövbe etmesi gerekir. Böyle yapmadan giderse kafir olarak gider”, vs gibi.

Bu yazdıklarım ve daha fazlası bu ülkede hatta sosyal medya aracılığıyla organize bir linçe tabi tutulması, hepimizin gördüğü sistematik ve olağan bir hal aldı. Tüm bu olup bitenlerden benim anladığım, “Bak, bu yoldan gidenlerin başına neler geliyor. Bunu gör ki aynı yoldan gitmeye kalkma. Bu durum senin de başına gelir. Aklın varsa görüşün sende kalsın. Yoksa…” anlamında aba altından başkasına sopa göstermektir.

Bu toplumun din anlayışını ve kafasını karıştıran yeni, farklı ve aykırı görüşlere hiç tepki vermeyelim mi? Tepki verilmeli elbet. Önce muhatabın ne dediğini, konuşmasının siyak ve sibakını da dikkate alarak tümden dinlemeli ve anlamaya çalışılmalı. Ardından, bu görüşe katılmadığımızı belirtebilir, hatta bu kişiyi bu görüşünden dolayı eleştirebilir, kınayabiliriz. Kendisine reddiye yazabilir, bu işin aslı ve doğrusu şöyledir ya da ben bu konuda şöyle düşünüyorum diyebiliriz. Tüm bunları yaparken yangına körükle gitmemek, belden aşağı vurmamak, o kişiyi hedef göstermemek ve bir linçe tabi tutmamak gerek. Bunu, bu konuda algı oluşturmadan ve oluşturulmak istenen algılara teslim olmadan, sıcağı sıcağına yapmalı. Konuşmanın ne zaman, hangi platformda yapıldığına dikkat etmeli. Eğer gündeme düşen ve bomba etkisi yaratan bir konuşma, eski bir konuşma ve bu konuşma bütün olarak değil de kesip kırpılarak servis edilmişse söz ve görüşten önce bu konuşmayı bu şekilde servis edenler, ne amaçlıyor diye düşünmek ve kafa yormak lazım. Çünkü birileri, bizi bize kırdırmak, gündem değiştirmek ve ardından tarafların oynayacağı tiyatroyu bir güzel seyretmek isteyebilir.

Tüm bunları yaparken kişiyi tekfir etmemeye özen göstermek gerek. Kişileri tekfir etmek, onları din dairesinden çıkarmak bu kadar kolay olmamalı. Kimsenin niyetini bilmediğimiz gibi kimin din dairesinde kalıp kalmadığı da bizim vazifemiz değil. Üstelik bu, tehlikeli suda balık avlamaya benzer ve bu yolun kimseye faydası olmaz. Allah kimseye tekfir mührünü vermiş değil. Unutmayalım ki bu din, Hıristiyan dünyasında uygulanan din gibi değildir. Kişi, İslam’a girerken kendisine ne belge verilir ne de İslam’dan çıkarken aforoz edilir. Bu yetki kimseye verilmemiştir. Ayrıca ne de çok seviyoruz insanları din dairesinden çıkarmayı. Halbuki asıl olan, insanları din dairesinde tutmaya çalışmak değil mi? Yoksa herkes cennete giderse bize yer kalmayacak diye mi endişe ediyoruz? Korkmayın, Allah’ın cennetinde herkese yer var. Yeter ki biz o cenneti hak edelim.

Hasılı bir konuda söyleyecek sözü olan bu işi kırmadan, dökmeden, hakaret etmeden, haddini bilerek ve kişi, aksini izhar etmediği müddetçe o kişiyi tekfir etmeden yapmalıdır. Unutmayalım ki kendi fikrine, inancına, düşüncesine güvenen, bu konuda söyleyecek sözü olan ve kendi gittiği yolun doğru olduğuna inanan kişi için başkalarının sapıklığı o kişiye zarar veremez. Yoksa kendi gittiğimiz yolun doğru olduğundan şüphemiz mi var?

Diyelim ki aykırı görüş serdedenler bir başkasını zehirliyorlar. O zaman bu tiplerin panzehiri sen ol. Ondan önce kitlelere sen ulaş. Bu konuda senin elini, kolunu, ağzını bağlayan mı var? Unutmayalım ki bu toplum, tezlere kulak verdiği kadar antitezlere de kulak verir. Yoksa hakaretten ve tekfircilikten başka elimizde malzememiz mi yok?

*18/12/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

8 Aralık 2020 Salı

Ne Çok Sarı Öküzümüş Varmış! *

Bir fikir, bir düşünce etrafında bir araya gelen insanlar, kendileri daha güç değilken; makam, mevki, şöhret ve para gibi nimetlere kavuşmamışken aralarında sevgi, saygı, istişare, birlik, beraberlik, ibadet aşkıyla arı gibi çalışma eksik olmaz. Aralarında abi-kardeş ilişkisi olur. Biri hepsi, hepsi de biri içindir. Birinin bir sıkıntısı olursa yanında yer alır, ona kol-kanat gererler. Tüm bunlar, iyi ki bu grup ya da camianın içerisinde yer almışım dedirtir insana. Çünkü rızayı bari esastır aralarında. Menfaat zaten yoktur. 

Bunlardaki bu birliktelik, düşman çatlatan cinsten olur. Zira herkes bunlardaki birlikteliğe ve uyuma gıpta eder. Birileri, çomak sokmaya kalksa da birlikteliklerini kimse bozamaz. Çünkü buna izin verilmez. Değil izin vermek, içlerindeki bir çakıl taşını bile vermezler başkasına. 

İşte bunlar; uğraşıp didinirler. Hep bir koldan insanlara ulaşmaya çalışırlar. Zira her biri o ailenin bir ferdi, bir neferidir. Kime ulaşmışlarsa oradan da boş dönmezler. Çünkü insanın ayağına gider, onlarla hemhal olur, onlara dokunurlar.

Çaba ve azmi gören Allah, “Bu kullarım, çalışmalarıyla göz doldurdu. Yokken kendilerinde var olan samimiyeti şimdi test etme zamanı” diyerek bunları her türlü nimet ve imkana kavuşturur. Bunların esas imtihanı şan, şöhret, makam, mevki ve güce ulaştıktan sonra başlar.

Muktedir olduktan sonra nimetin devamı için sünnetullahın gereğini bihakkın yerine getirirlerse Allah, onlara emaneten verdiği nimetlerini vermeye devam eder.

Ne zamanki eski samimiyetlerini kaybederler, aralarında koltuk ve rant kavgası başlar, birbirlerini ekarte etme yarışına girerler; birileri, eşitler arasında bayrağın kendisine verildiğini unutur, istişareyi ve kardeşlik hukukunu bir tarafa atar, sadece ben varım. Zira benim sayemde bu nimetleri tattınız. Ben olmasaydım sizler birer hiçtiniz deme noktasına gelir, tüm bu olup bitenlerde acaba benim de bir payım var mı demez ise önce aralarında kırgınlıklar ve dargınlıklar oluşur. Bu kırgınlıklar, sıcağı sıcağına giderilmediği gibi bu tiplerin nankör olduğu kanaati pompalanırsa, bir zamanların düşman çatlatan birliktelikleri çatırdamaya başlar. Teker teker kopuşlar olur. Her gidene “Kardeşim, nereye gidiyorsun, biz sana ne yaptık?” denmez, gönül alınmaz ve dinlenilmez ise kopuş hızlanır. Giden, toplumun ve belirli mahfillerin önüne atılır. Onlar da kalem ve söylemleriyle gidenleri hain ve satılık olarak lanse etmeye başlar, onların hangi saikle gittiklerine dair zanlarla onları toplum nezdinde küçük düşürmeye kalkarlar, bu duruma taraflar sessiz kalırlar ise kopuşun önü kesilmediği gibi aralarındaki makas iyice açılır. Bu aşamadan sonra güç yani verilen nimetler, ayaklarının altından bir bir kaymaya başlar. Taraflar, nerede hata yapıyoruz demez, gidenlerin yerine yenisini monte edip yollarına devam etmeye kalkarlarsa bu görüntü hayra alamet değil ve bu hareket kolay kolay dikiş tutmaz. Uzatmalara oynar. Çünkü makineye sonradan monte edilenler, hiçbir zaman orijinalin yerini tutmazlar.

Bu hareketin, bu grubun, bu zihniyet ve camianın başına gelenleri merak edenler, niçin böyle oldu? Ne idik ne olduk, biz niçin eskisi gibi birlik değiliz, bu kopuşun sebebi nedir, derlerse, sarı öküz hikayesini bir daha okumalarında fayda var. Zira olup bitenler ve yaşananlar bu hikayeye çok benziyor. Çünkü gönderdikleri hep sarı öküzdür. Görünen, sarı öküzün çokluğu. Bu da şunu gösteriyor ki bir zamanlar ne de çok sarı öküz biriktirmişler. Bugün harcayıp harcayıp bitiremiyorlar. Birileri, özeleştiri yapmayıp suçu hep giden ve gönderilen sarı öküzlerde ararsa, şu unutulmasın ki bir gün gönderilecek sarı öküz kalmayacaktır.


*12/12/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Mukadder Son *

İncinen incitir/İnciten incinir. 

Zulmeden, zulme uğrar/Zulüm gören zulmeder. 

Şiddet gören, şiddet uygular/Şiddet uygulayan, şiddete maruz kalır. 

Ayıplayan ayıplanır/Ayıplanan ayıplanır. 

Hakaret eden hakarete uğrar/Hakarete uğrayan hakareti tadar.

Had bildirene had bildirilir. 

Başkasını küçümseyen küçümsenir.

Algılarla sonuç almaya çalışan bir gün algılara teslim olur.

Başkasına iftira eden iftiraya uğrar.

Yalan söyleyene yalan söylenir.

Gerçekleri gizleyene gerçekler gizlenir.

Kendisiyle yüzleşmeyen, suçu hep başkasında arar. Bir gün başkası da aynısını yapar.

Baskı kuran, baskıyla susturan kişi, bir gün bir başka baskıyla susturulur.

Ehliyeti bırakıp sadakate sarılanlar, ihaneti en yakınlarından görürler. Hainler de en sadıklar arasından çıkar.

Gücü ve şöhretiyle herkese ayar verenlere bir gün bir ayar veren çıkar.

Gerilimden beslenenler, bir gün bir gerilimle vurulur.

Eden bulur.

Başkasına gülene bir gün gülünür.

Başkasının derdiyle dertlenmeyip görmezden gelenler, bir gün başka dertlere duçar olurlar. İşte o zaman yanlarında kimse kalmaz. Kalabalıklar arasında yalnızlara oynarlar.

Güç zehirlenmesi yaşayanlar başka bir güce teslim olurlar.

Son söyleyeceğini ilk başta söyleyenler, söylediklerini ölçüp tartmayanlar, bir gün tükürdüklerini yalarlar.

Başarısını hep kendine mal edenler hubris sendromuna yakalanırlar. Yenilgiye asla razı olmazlar. Ama her çıkışın mutlaka bir inişi vardır.

En ufak bir hatalarında dostlarının hatalarını deve yapanlar ya da dostlarında kusur arayanlar dostsuz kalırlar.

Ben, tüm bu örneklere ve daha fazlasına sünnetullah/âdetullah derim. Zira Allah’ın toplumsal yasalarıdır bunlar. İnanırım ki Allah’ın yasasında/kaderinde/sünnetinde bir değişiklik olmaz.

*09/12/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.