6 Aralık 2020 Pazar

Sosyal Medya Tetikçileri *

Yazılı ve görsel medyadan sonra hayatımıza hızlı bir şekilde giren sosyal medya, kalabalıklar arasında gittikçe yabancılaşan insanımız için bilgiyi ayağına getiren ve kişiyi gerçek hayattan koparmayan bir alemdir. Çünkü bu alemde kişiler, kendini farklı göstermeye çalışsa da bu alem, reel hayatın bir yansımasıdır. Etkisi ve gücü yönüyle yazılı ve görsel medyadan daha etkili ve tehlikeli. Eskiden dördüncü kuvvet kabul edilen yazılı ve görsel medya, tek düze yayım yapmaya başlayınca etkisini kaybetti. Bugün dördüncü kuvvet rolünü, bu alem yerine getiriyor dense yanlış olmaz.

Bilgi ve haberi ayağına getiren, yalnızken bile dünyada neler olup bittiğine ulaşabileceğin, otururken düşündüklerini yazıp paylaşabileceğin bu alemin, yerinde ve kıvamında kullanıldığı takdirde faydalı olabileceğini düşünüyorum. Zira kalabalıklar arasında gittikçe yalnızlaşan insanımız, bu alem aracılığıyla görüp yaşadıklarını aktarabiliyor, sevinç ve üzüntülü günlerini buradan duyurabiliyor, bir konudaki düşüncelerini paylaşabiliyor. Yine bir başkasının paylaşımlarından haberdar olabiliyor.

Peki, sosyal medyayı yerli yerinde kullanabiliyor muyuz? Maalesef buna evet diyemeyeceğim. Çünkü bu alem vasıtasıyla insanlar, görüşlerinden dolayı mimlenebiliyor, dışlanabiliyor, kara listeye alınabiliyor ve istenmeyen adam ilan edilebiliyor. Denetimsiz olduğu ve oturmuş etik kuralları olmadığı için bu alem dezenformasyon bilgilerle dolu. Bu bilgiler arasında doğru bilgiyi bulabilmek bir çaba ister. Algının ve karalamanın her türlüsü bu alemde pazarlanıyor. Her zihniyetin trolleri burada cirit atıyor. Üzerine atılan lekeyi temizlemek için kişinin çok fırın ekmeği yemesi gerekiyor.

Algı, karalama, trollük, bayat bilgilerin ısıtılıp ısıtılıp konmasının yanında bu alemde gittikçe prim yapan bir kesim daha ortaya çıktı. Ben buna tetikçilik diyorum. Maalesef bu alem tetikçilik yapanlarla dolu. Bu tipler, arkasına sığındıkları güç sayesinde kah devlet oluyor kah hakim kah savcı. Kendisi gibi düşünmeyenlerin kellesini istiyor. Bu tipleri bilirsiniz aslında. Bunlar, Emil Michel Cioran’ın "En vahşi zalimler, kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar" dediği tipler. Arkasında bir güç yok iken korkusundan sesi soluğu çıkmayan, toplum ve devlet nezdinde bir özgül ağırlığı olmayan bu kişiler, bu alemde karton mücahitliği yapıyorlar. Aslında oynadıkları rol, korkusuz korkaklıktır. Canı çok kıymetli bu tipler, bir tehlike anında hemen sıvışıverirler. Bakmayın asıp kestiklerine. Tüm dertleri ya makamlarını korumak ya da bir makama kendilerini pazarlamaktır. Paylaşımlarıyla birilerine “Bakın, ben sizin için kelle koltukta mücadele ediyorum” mesajı veriyorlar.

Mahallesinin dışında bir kesimle oturup bir fikri mücadele vermeyen bu tiplerin özelliği, başka fikirlere kapalı olmalarıdır. Asla başka bir fikre tahammülleri yoktur. Çünkü hep körler ve sağırlar olarak birbirlerini ağırlamışlardır. Özgürlük, hoşgörü ve fikir özgürlüğü onlar için sözüm ona ‘Ağzında pis sakızı çiğnemeye’ benzer. Nerede farklı bir görüş sahibi varsa hurra, üzerine çullanırlar. Meydanı boş buldukları için hakaretin her türlüsünü kendilerine mubah görürler. Çünkü muhatap bundan anlardı ve ona anladığı dilden cevap verilmeliydi. Nazik ve kibar davranmak, o kişiye cevap vermeye kalkmak hem korkaklık hem tavizdir onlar için.

Böyle ve daha fazlasını yapıyorlar. Büyükleri de kör ve sağır değiller ya, “Bu adam bize çok sadık, şunu değerlendirelim” diyor ve onu bir makama getiriyorlar. Doğrusu, hak etti de. Ne güzel yakışıyor, tetikçilikten sonra koltuk. Bu aşamadan sonra tetikçilik bitecek mi? Aynı hızla hatta dozajını artırarak devam etmeli ki daha büyük makamları hak edebilsin.

Bu tiplerin geldiği/getirildiği makamda gözüm yok. Bilirim ki bu tipler, yazdıklarıyla kalemlerinden kan damlatıyorlar. Kafa yapısı itibari İŞİT’den farklı değiller. Tek farkları, İŞİT, elinde silah, bomba ne varsa efendilerine hizmet babından yakıp yıkıyor ve öldürüyor. Sosyal medya mücahitleri de oturdukları yerden birilerine yaranmak için birilerinin biletini kesiyorlar.

Not: Ben bu yazıyı yazdıktan sonra yazıyı göndermeden önce sosyal medyada ne var ne yok diye bir göz attım. Kemal Öztürk’ün bu konuyu ele alan enfes yazısı önüme düştü. Bir solukta okudum. Okumanızı isterim: https://www.haberturk.com/yazarlar/kemal-ozturk/2893606-sagirlar-dovusu

*07/12/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

4 Aralık 2020 Cuma

Konya Büyük Bir Tehlike Atlattı

Konya’yı bilenler Meram Yeni Yol Caddesini iyi bilirler. Bu yol gidiş ve geliş itibariyle araç trafiği yönünden işlek bir cadde olmasına rağmen yaya trafiği yönünden tenha mı tenhadır. Tenhalığından mıdır, sağa sola sapmadan beni çarşıya götürdüğünden midir, çarşıya giderken zaman zaman bu yolu takip ederim.  

Perşembe günü öğle sıralarında çarşıya gitmek için evden çıktım. Evliya Çelebi Parkından Meram Yeni Yola girdim. Karşı kaldırıma geçmeden yoğun araç trafiğinin arasında, kaldırımda bir başına yürüyorum. Ne önümde kimse var ne arkamda ne sağımda ne de solumda. Neredeyse upuzun km’lerce uzayan kaldırımlar bana ait.

Ben böyle yürürken vızır vızır geçen araba seslerinin arasından kulağıma bir ses geldi. Kimdir, necidir, beni tanıyan biri bana mı seslendi, diye önüme, arkama, soluma ve sağıma baktım. Ses sağ taraftan geliyormuş. Yan yana yürüyen iki polismiş seslenen ve bana sesleniyorlarmış. Zaten benden başka da kimseler yoktu kaldırımda. “Ne diyorsunuz, dercesine elimi kaldırdım. “Maskeni tak” dercesine kendi maskelerini gösterdiler. Yola kadar indiklerine göre seslerini duyurmak için epey efor sarf etmiş olmalılar. Bir elimle elimi göğsüme götürerek teşekkür ettim, diğer elimle de boynumdaki maskeyi yüzüme usulüne uygun takıp yürümeye koyuldum. Onlar da yol boyu yürüyüşlerine devam ettiler. Anladığım kadarıyla bu iki polis, maske kontrolü yapmak için bu yolda görevlendirilmişler.

Ben çarşıya doğru, onlar Meram Bağları yönüne doğru yol alırlarken, onlarla benim aramdaki makas, iyice açılmış olmasına rağmen ağız ve burnumu kapatan maskemle Zafer, Alaeddin, Kayalı Park, Çıkrıkçılar İçi, Aziziye ve Arapoğlu Makasını dolaştım. Tüm buraları gezerken aldığım nefesle birlikte gözlüğüm buharlanmasına ve bundan dolayı önümü göremeyecek noktaya gelmeme rağmen maskeyi yüzümden indirmedim. Yol yürüyemeyecek noktaya gelince, gözlüğümü başımın üstüne doğru kaldırdım, Zaman zaman gözlüğü elime alıp çevreyi puslu göre göre yoluma devam ettim.

Çarşıda bir iki dostu ziyaret edip yanlarında birer bardak çay içtikten sonra küçük bir işim vardı, onu da hallettim. Sonra yolcu yolunda gerek deyip geldiğim yolu tepmek için tekrar yola koyuldum. Bu sefer, Yeni Yol alt geçidini geçtikten sonra ara sokaklara dalarak yoluma devam ettim, kah maskemi indirerek kah takarak. Eve geldiğimde, toplamda 19.500 adım yaparak 13 km yürümüşüm.

Başımdan geçen bu olayı niye anlattığımı merak ediyor; yürüdüysen yürüdün, bize ne, diyorsanız, söyleyeyim. Bir an için bir düşünün. Meram Yeni Yol üzerinde, önümde ve arkamda km’lerce ötede kimse yok iken maskesiz bir şekilde yol almak demek, tüm Konya’yı tehlikeye atmak demektir. Bereket, yol üzerinde görevli o iki polis, karşı kaldırımda olmasına rağmen beni gördüler ve beni uyardılar da saçacağım tehlikeye baştan engel oldular. Ne belli? Belki de ben, maskesiz yürüye yürüye soluğu çarşıda alacaktım. Ondan sonra ayıklayın pirincin taşını siz.

Keşke bu iki polis, Lastik durağından itibaren, nasılsa kimse yok diyerek maskemi boynuma indirdikten sonra yürümeye başladığımda, beni görüp uyarsalardı da Havzan ışıklarına doğru, yolu ortalamadan o kadar yolu maskesiz tepmeseydim. Ama iş işten geçti. Bu aşamadan sonra bugünlerde Konya’da testi pozitif çıkan hasta sayısında bir artış olursa, bilin ki müsebbibi benim. Hatamı anladım ama neye yarar. Zira iflah olmaz aymazın birisiyim. Burada sorgulanması gereken, uzun ince bir yol olan Meram Yeni Yol üzerinde sadece iki polisin görevli olması. Keşke imkan olsa da yol üzerinde, yol boyunca görev yapacak yeteri kadar polis görev yapsa. O kadar polis olmalı ki yolda kimse olmasa bile gelip geçen kimseye nefes aldırmayacak şekilde herkese maske taktırsa. Görün, ondan sonra bu ülkede hiç virüs kalır mı? Keşke maddi durumum yeterli olsa da evimde maskemi çıkarınca beni uyaracak ve maskemi taktıracak, maskemi takmadığım takdirde bana ceza yazacak, ücretini kendimin ödeyeceği bir özel güvenlik görevlisi istihdam edebilsem…

 

Linçin Kime Ne Faydası Var? *

Bu ülkede ne zaman din üzerinden bir tartışma yaşansa lise ve üniversitede okurken hocalarımızın sık sık dile getirdiği şu sözler aklıma gelir: “İslam tarihinde Allah’ın varlığı ve birliği dışında her şey tartışma konusudur. Bir konuda en az iki görüş olur. Bu da İslam’ın ve Müslümanların ne kadar hoşgörülü ve farklılıkları bünyesinde barındırdığına bir örnektir”, derlerdi. Gerçekten hocalarımın dediği gibi Müslümanlar arasında bir konuda farklı görüşleri savunan kişiler var. Müslümanların çok hoşgörülü olduğu konusuna gelince, maalesef bu konuda hocalarımız gibi düşünmüyorum. Zira geldiğim bu yaş ve yaşadığım tecrübeler gösterdi ki Müslümanlar arasında farklı fikirlere tahammül yok. Kim, bir konuda farklı bir fikir serdetse adamın ne dini kalıyor ne de imanı. Sanki elimizde kişilerin imanını ölçen bir alet veya mühür varmış gibi “Sen bu görüşünle kafir oldun”, diyerek kişileri durmadan damgalıyoruz. Bu da hoşgörüde sınıfta kaldığımızın bir göstergesidir. Meğer ne de çok seviyormuşuz kişileri İslam dairesi dışına çıkarmayı… Bu hükmü verirken de “Eğer tekfir ettiğimiz kişi kafir değilse kendimiz kafir oluruz” yargısını unutuyoruz. Çünkü kendimizden çok eminiz.

Hoşgörüsüzlüğümüze örnek vermek için çok uzağa gitmeye gerek yok. İstisnalarımız kaideyi bozmamakla beraber tahammülsüzlüğümüze en yakın ve en sıcak örnek Mustafa Öztürk’tür. Bildiğiniz gibi Kur’an’ın tarihselci yönü dendiği zaman bu ülkede Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Sayın Mustafa Öztürk akla gelir. Bu görüşünden dolayı zaman zaman Türkiye’nin gündemine oturur ve organize bir topluluk tarafından kendisine sosyal medya üzerinden tepki gösterilir. Tepkiler bir başka gündem, baskın çıkıncaya kadar devam eder. Gelen tepkiler “Bu görüşe katılmıyorum, Mustafa Bey bu konuda yanlış düşünüyor. Bunun doğrusu şudur…” şeklinde olsa hiç gam yemeyeceğim. Zira oluşturulan algı, yenilir yutulur cinsten değil. En son Aralık 2018 yılında, “tarihselciliği savunuyor” üzerinden gösterilen tepkiler üzerine "Ülkede çalışma imkânım kalmadığından en iyisi yurt dışında bir yerde görev yapmam gözüküyor” açıklaması da kendisine ait.

2018 yılında yapılanlar yeterli görülmemiş olmalı ki Mustafa Öztürk şimdi tekrar gündemde. Zira yıllar öncesinde bir dost grubunda yaptığı 40 dakikalık bir konuşmasından, 3 dakikalık bir kısmı servis edilmiş durumda. Videonun tamamını izlediğimde Öztürk, “Kur’an’ın lafzen Allah’a ait bir kelam olamayacağını, şayet böyle olsaydı Kur’an’da geçen birçok ifadenin her şeyden münezzeh kıldığımız Allah’a yakışmayacağını, ayetlerin olsa olsa manen Allah’a ait olabileceğini, Hz Muhammed’in Allah’tan aldığı vahyi kelimesi kelimesine aktarmadığını, kendi ifadeleriyle halkına aktardığını” iddia ediyor. İddia edilen bu tez ilk defa Öztürk tarafından ortaya atılmış bir tez değil. Zira İslam tarihinde, baskın görüşe göre şaz kalsa da bu görüş daha önce ifade edilmiş.

Öztürk’ün iddiasının içeriğine girmeyeceğim. Zira bu konuda kendimi yeterli görmem. Bu işi, bu işin uzmanları yapacak. Onlar, iddia sahibinin iddiasını çürütecek delillerle Sayın Öztürk’e cevap vermelidirler. Ki olması gereken de budur. Dışlamanın, asıp kesmenin, din dışına itmenin, bu konudan hareketle ilgili kişiyi bir linçe tabi tutmanın kimseye, özellikle dine ve Müslümanlara faydası yoktur.

Yazımı sonlandırırken şunu da ifade etmek istiyorum. Benim de içinde bulunduğum büyük çoğunluk, Kur’an’ın hem lafzen hem manen Allah kelamı olduğuna inanıyoruz. Sayın Öztürk bu konuşmayı yapar yapmaz sıcağı sıcağına bir tepki gösterilse olabilir diyeceğim. Ama konuşma yıllar önce yapılmış ve bugün servis ediliyor. Üstelik konuşmanın tamamı değil, bir kısmı dolaşıma verilmiş. Sanki birileri, “Alın size uğraşacağınız bir konu. Birbirinizi yiyin…” der gibi. Unutmayalım ki Müslümanlar bu tür linçten ve algılardan çok çekti. Birilerinin ekmeğine yağ sürmeyelim, birbirimize girmeyelim. Zira Müslüman, bir deliğe ikinci defa girmez. Aman dikkat!

*05/12/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.