30 Eylül 2020 Çarşamba

Camilerimiz ve Mescid-i Nebi -1 *

1-7 Ekim tarihleri ülkemizde her yıl "Camiler ve Din Görevlileri Haftası" olarak idrak edilmektedir. Haftaya dair Diyanet “Cami ve İlim” temasını seçmiştir. Ben de bu yazımı camilere ayırmak istiyorum. Cami denince aklımıza ilk Mescidi Nebi gelir. Günümüz camilerine dair söz söylemeden önce Kubâ  Mescidinden sonra yapımında peygamberimizin de bizzat bedenen çalıştığı Mescidi Nebi'nin işlevi üzerine kendimden bir şey katmadan iki değerlendirmeye yer vermek istiyorum: 
"İslamiyet’in ilk dönemlerinde cami, sosyal hayatın merkezi konumundaydı ve çeşitli sosyokültürel faaliyetler gerçekleştiriliyordu. Cami içerisinde şiir ve edebiyat yarışmaları, nikah merasimi gibi bir çok kültürel etkinlik düzenlenirdi. Kütüphaneler, kitapçı, dükkanları ve okuma evleri genellikle camilerin etrafında inşa ediliyor ve cami çevresi bir nevi bir kültür yuvasına dönüştürülüyordu. Caminin girişinde eğitim-öğretim için ayrılmış olan üzeri hurma dalları ve yaprakları ile örtülü suffe olarak adlandırılan bir bölüm yer almaktaydı. Gündüzleri derslik ya da konferans salonu, geceleri ise pansiyon olarak kullanılıyordu. Örgün eğitimin ve Batı ülkelerindeki ‘Toplum Okulu’ modelinin ilk örneği olarak da kabul edilen Suffa’da öğrenim gören öğrenciler ilerleyen yıllarda çeşitli beldelere gidip yerleşerek eğitim faaliyetlerine orada devam etmişlerdir. Özellikle Hz. Ömer döneminde camiler birer halk okulu gibi hizmet vermiş, Mekke ve Medine camileri başta olmak üzere, İslam’ın yayılmış olduğu diğer bölgelerdeki camilerde eğitim öğretim faaliyetleri yoğun olarak gerçekleştirilmiştir". (Yılmaz, 2013, 28-37). (dergipark.ogr.tr)
"Mescid-i Nebi, esas itibarıyla inananların toplanıp ibadet yapması amacıyla inşa edilmişti. Nitekim Müslümanlar, günde beş vakit bu kutsal mekânda bir araya geliyorlar, Allah Resulü’nün arkasında saf tutup namaz kılıyorlardı. Peygamberimizin mescidi, ibadethane olmasının yanında başka birçok işleve de sahipti. Müminler, çok önemli bir mazeretleri olmadıkça namazlarını mutlaka Mescid-i Nebi’de kılmaya önem veriyorlardı. Mescid-i Nebi, yeni oluşmaya başlayan İslam toplumunun tanışıp kaynaşmasında da önemli bir işleve sahipti. Müminler, camiye gelmeyen biri olduğunda hemen bunun sebebini araştırıyorlar, namaza gelmeyen kişi hastaysa ya da başka bir sıkıntısı varsa onun sıkıntısını paylaşıyorlardı. Yardıma muhtaç olanları burada belirliyor, ona el birliğiyle yardım ediyorlardı. Hz. Muhammed, peygamber olmasının yanı sıra aynı zamanda bir devlet başkanı ve Müslümanların lideriydi. Buna bağlı olarak Mescid-i Nebi, aynı zamanda devletin de merkezi durumundaydı. Devleti ve Müslüman toplumu ilgilendiren önemli kararlar burada istişare edilir ve sonuca bağlanırdı.
Anlaşmazlıklar burada çözülür, adli davalar burada sonuçlandırılırdı. Mescid-i Nebi, Ashab-ı Suffe başta olmak üzere bazı müminler için barınma yeri, Allah Resulü’nü ziyarete gelenlerin kaldığı bir misafirhane, sosyal yardımların dağıtıldığı bir müessese işlevlerini de üstleniyordu. Sevgili Peygamberimiz, çeşitli Arap kabilelerine mensup elçi heyetlerini burada üstüvânetü’l-vüfûd (Elçiler Sütunu) denilen sütunun önünde kabul etmiş, bazı heyetleri mescidin içerisinde kurulan çadırlarda ağırlamıştır. Hz. Peygamber zamanında Mescid-i Nebi’de Eslem kabilesinden Rufeyde el-Ensâriyye adındaki kadın için bir çadır kurulmuş, Rufeyde burada yaralı ve hastaları tedavi etmişti. Mescid-i Nebi’de bulunan bir oda da beytülmâl yani devlet hazinesi olarak kullanılmaktaydı." (TDV Ansiklopedisi)

* 02/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Kırmızı Dalga *

Kavşaklar ve kavşaklarda bulunan trafik lambaları, hayatımızın bir parçası ve olmazsa olmazımızdır. Özellikle trafik lambaları, araç trafiğinde oluşabilecek keşmekeşliğin önüne geçmektedir. Bazı ışıklar zaruretten yerli yerinde konmuş ve trafik akışına katkı sağlarken bazıları trafiği tıkamak için konmuş izlenimi veriyor. 
Trafik lambaları önemli bir işlev görse de bazı yollarda ışıktan dolayı uzun kuyruklar oluşabilmektedir. Bunun önüne geçebilmek amacıyla belediyeler, sürücülerin ışıklara takılmadan yoluna devam edebilmesi için trafiğin yoğun ve yeri uygun yerlere alt ve üst geçitler yapmaktadır. Böylece sürücüler, ışığa takılmadan ve zaman kaybetmeden menziline daha çabuk varabiliyorlar. Konya'dan örnek verirsek, İstanbul Yolu gibi. Alt ve üst geçit yapılmayan/yapılamayan bazı yollarda özellikle Adana Çevre Yolunda, Fetih ve Ahmet Özcan Caddelerinde ve Nalçacı gibi yerlerde "yeşil dalga" planlaması uygulamak suretiyle sürücülerin kırmızı ışığa yakalanmamasına katkı sağlanmaktadır. Ama tüm yollarımız örnek verdiğimiz yollar gibi değil. Bazı yollarda birbirine yakın o kadar ışık var ki adım atabilirsen aşk olsun. Bu yollarda yeşil dalga da olmadığı için her bir ışıkta kırmızıya yakalanmadan geçmek her sürücüye nasip olmaz. Çünkü buralarda yeşil dalga yerine kırmızı dalga uygulaması vardır. Örnek vermek gerekirse Meram Yaka'ya gitmek için İhsaniye ışıklarından kalkan bir araç, Ali Kemal Belviranlı Caddesi ile kesişen yolda(Melikşah Parkı mevkii) kırmızı ışığa yakalanıyor. Yeşil yanınca kalkan araç, 300 metre sonra Çolak Hoca diye bilinen caminin yanındaki ışıklara tekrar yakalanıyor. Birbirine bu kadar yakın bu iki ışığı ayarlamak zor olmasa gerek. Birinde ışığa yakalanan, diğerinde yakalanmayacak şekilde bir planlama pekala yapılabilir. Bu ışıkta da bekleyen araç iki km gitmeden Fatih Caddesi ile kesişen ışıklara (Yaka Pide) takılıyor. Buradan kalkan araç, Meram Yeni Yol ile kesişen ışıklara varıncaya kadar bir daha ışığa yakalanmıyor iken Öncü düğün salonunun önünde, yapılan kavşak düzenlemesiyle yeni bir ışığa daha takılır oldu. Işıkla beraber uzun kuyruk oluşuyor şimdiden. Hem gidişi hem de dönüşü işlek bir cadde olsa da bu yol, bir çarşı trafiği kadar işlek değil. Oluşan tüm araç yoğunluğu geliş ve gidiş olarak Yaka yolu üzerinde iken sağdan ve soldan  çıkacak araçlara da ışık konmuş. İşin garibi bu dört yolun sağından ve solundan gelen ve geçen araç sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Işığa yakalanan sürücüler, diğer lambalara verilen süre kadar daha beklemek zorundalar. Bence buraya konan bu lambalar gereksiz. Üstelik bugüne kadar burada yine dört yol vardı. Işık olmamasına rağmen burada bir trafik kazası da meydana gelmedi. Bu yoldan geçen sürücüler kontrollü bir şekilde bu yolu bugüne kadar kullandı. Durum bu iken ışık konan bu kavşak, trafiği kilitlenmekten başka bir amaca hizmet etmiyor ve tekrar ediyorum, kırmızı dalga görevi yapıyor. Halbuki trafikte asıl olan, trafiğin rahat akmasını sağlamak değil mi? Buraya lamba koymak kimin fikri ise bu, iyi bir fikir değil. Yol yakınken bu lambalar kontrollü geçiş olacak şekilde  sürekli yanıp sönen sarı ve kırmızı ışığa dönüştürülmeli. 
Konu yollardan açılmışken iki caddeyi daha örnek vermek istiyorum. Beyşehir Yolundan Erenköy'e gitmek için Hicaz ve Alemdar caddelerini takip eden sürücü o kadar kavşak geçiyor, hiçbir kavşağa takılmadan yoluna devam ediyor. Çünkü trafik lambası yok. Buna rağmen bir keşmekeşlik oluşmuyor. Gereksiz birkaç set yapılmış. Bunlar da kaldırılırsa alternatif iyi bir yol olur.
Bir diğer cadde daha dikkatimi çekti. Bir ara Saraçoğlu tarafına giderken Mengene yolunu takip ettim. Uzun yıllar geçmediğim bu yoldan geçince ilçeme giderken otobüsle çok geçtiğim çocukluğum, gözümün önüne geldi. Çevre yoldan bu yola girince Eski Garaj'a kadar takılmadan gelirdi otobüs. Şimdiki halini görünce şaşırdım. Yol boyunca takıldığım ışık sayısını sayamadım. Tamam, eskiye oranla trafiğe çıkan araç sayısı çok arttı. Tek ve iki katlı evlerin yerine yüksek katlı binalar yapılmak suretiyle nüfus da arttı. Açılan yeni yollara ışık konması normal. Ama ışıkla beraber ışığa yaklaşırken veya ışığı geçince konmuş setler de dikkatimi çekti. Setleri de sayamadım. İşlek bir caddede set? Pes doğrusu! Işık konmuşsa sete niçin ihtiyaç duyuldu? Set konmuşsa ışığa ne gerek vardı? Hız kesmek için yapılan bu setler bu devirde caddelere yakışmıyor. Zaten hız yapmak isteyen sürücünün, ışıklarda dur-kalk yapmaktan ve setlerde yavaşlamaktan hıza ne vakti kalıyor ne de hız yapacak bir mesafe. Setler ve ışıkların yanında yolun sağına belli aralıklarla "Bu yolda hız kontrolü yapılmaktadır" uyarı levhaları da yerleştirilmiş. Sürücülerin kaç hızla gideceği de belirtilmiş. Tüm bunlar, “Bu yoldan araçla geçme. Yoksa görürsün gününü” der gibi.
Hasılı, trafiği düzenlemek için ışığa, hız kontrolü için gerekli uyarıya eyvallah. Ama setlere hayır! Çünkü bu devirde setler çok ilkel kaçıyor. Birbirine yakın trafik lambalarının da hep kırmızı dalga olmayacak şekilde ayarlanmasında fayda var.

*05/10/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

26 Eylül 2020 Cumartesi

Fiyatlar Normal Değil *

90 öncesinden 2002 yıllarına kadar bol enflasyonlu bir ekonomi hayatı yaşadık. Paramız bol sıfırlıydı. Hayat pahalılığı iliklerimize kadar işlemişti. Bugün aldığımız bir ürünü yarın aynı fiyata alamazdık. Bir ürünü bugün alan yarın alana göre daha kârlıydı. Bereketli ve hesaplı olsun diye toz şekeri çuvalla, deterjanı fazlaca alırdık. Bir beyaz eşya taksitine girmişsek o borç ödeninceye kadar ikinci bir beyaz eşya alamazdık. Bazı yerlerde kiralık evler Mark veya Dolarla verilir olmuştu. Alım gücü iyice düşen vatandaş ay sonunu güç bela getirirdi. Hatırladığım kadarıyla 94 ve 2001 yılında iki büyük devalüasyona maruz kaldık. Paramız iyice pul olmuştu. Devlet, personelinin maaşını ödemede zorlandı.
2002'den sonra enflasyonla mücadele çerçevesinde paramızdan 6 sıfır atıldı. 2007'de bir ekonomik kriz olsa da vatandaş bu krizden pek etkilenmedi. Zira bizi teğet geçti. Ülkede tek başına bir iktidarın olması, ülkeye çok miktarda sıcak paranın girmesi, hükümetin mali politikadan taviz vermemesi, enflasyonu düşürdüğü gibi fiyatlar yerinde saydı, hatta geriledi. Paramız değerlendi ve bereketlendi. Alım gücümüz arttı. Eskiden yılda bir beyaz eşya alabiliyorken tüm beyaz eşyaları bir defada alır olduk. 
Ekonomi düzeldi, artık önümüzü görebiliyoruz derken Gezi olayları, 17-25 Aralık süreci, 15 Temmuz kanlı darbe teşebbüsü, ABD ile yaşanan siyasi ve ekonomik gerilim, sıcak paranın kaçması, cari açığın iyice açılması, Irak-Suriye operasyonları, kısa aralıklarla seçimler ve referandumların yapılması, seçimlerde mali disiplinden ödün verilmesi gibi sebeplerin üzerine, salgından kaynaklanan olağanüstü durumun ortaya çıkması; bizi, unuttuğumuz enflasyonlu hayata yeniden döndürdü. Adeta 2000 öncesi dönemlere geri döndük.
Döviz karşısında paramızın erimeye devam ettiğini söylemeye gerek yok. Döviz insafa gelip nerede duracak diye gözümüzü dikmiş, bekleyip duruyoruz.
TÜİK verilerine göre 11,77 çıkan/çıkarılan enflasyon oranında ürünlere zam yapılmasına herkes, dünden razı. Gördüğüm kadarıyla piyasalar TÜİK verilerinden ziyade kendi bildiğini okuyor. Bu okuma canımızı okuyor. Zira tereklerdeki ürünlerin fiyatları almış başını gidiyor, adeta uçmuş. Görüntü, pandemi ortamının da tetiklemesiyle hayat pahalılığı yakın bir gelecekte makul bir yerde duracağa da benzemiyor. Ki salgın nedeniyle bazı sektörler halen ya kapalı ya da tam randımanlı çalışmıyor. Bu demektir ki uzun yıllar unuttuğumuz bu enflasyonlu hayatı, bundan sonra daha derinden hissedeceğiz ve sıkıntı çekeceğiz. Zaten yalancı baharlar hariç enflasyonla mücadele, bu ülkenin milli bir meselesi ve değişmez kaderidir. Her hükümet bunu kucağında bulur. Hükümetler enflasyonla mücadele etmek için bir dizi tedbir alır. Buna paralel olarak vatandaş da kemerleri sıkar.
Koronavirüs salgınının ekonomilere verdiği tahribatı sadece bizim ülkemiz değil, tüm ülkeler yaşıyor. Sanki bizim ülkemiz fazla etkileniyor gibi. Dünya küresel bir ekonomik krizle karşı karşıya. Adı konmamış bu krizin, Büyük Buhran adı verilen 1929 ekonomik krizinden daha ağır sonuçları olacak gibi görünüyor. Pandemi sonrası bizi ve dünyayı nasıl bir ekonomik hayat bekliyor? Burası da muamma…
Hasılı, sıkıntımız büyük. Allah kimseyi parayla, işiyle ve aşıyla imtihan etmesin, bugünümüzü aratmasın ve yarınlarımız daha iyi olsun, bu ekonomik sıkıntının altından kalkabilmeyi devletimize ve milletimize nasip etsin.

* 28/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.