21 Eylül 2020 Pazartesi

Camilerimiz ve Dilencilik *

Her hafta olmasa da cuma günleri cuma hutbesinin akabinde din görevlileri, cuma namazı sonrası çıkışta sergi açılacağını duyurur. Farklı farklı yerlere yardım duyurusu yapılsa da ağırlıklı olarak "Muhtelif cami ve Kur'an Kursları” yardım konusunda ilki hiçbir yere kaptırmıyor. Müftülük aracılığıyla bir yardım duyurusu olmazsa cami görevlisi, o haftayı kendi camisinin ihtiyaçları için sergi açtırmak suretiyle değerlendiriyor.
Diğer illere ilave olarak Konya'da yardım toplanan bir yer daha var. Meram ilçesinde bir mahallede yapımı devam eden 5 katlı bir kız Kur'an kursu. Yapımına ne zaman başlandı bilmiyorum ama uzun süredir inşaatı devam ediyor. 
Belirli aralıklarla yardım toplanan bu beş katlı kurs binası nerede diye düşünürken arabamla geçerken inşaatı görebildim. Bir spor tesisinin sırtına yapılan bu kurs binasının karkası bitmiş, duvarları örülmeye başlanmış. Bu eğitim yuvasının bahçesi nerede diye göz gezdirdim. Burada okuyacak çocukların teneffüse çıkıp hava alabileceği ve oyun oynayabileceği bir boşluk maalesef göremedim. Kurs binasından ziyade bir apartmanı andırıyor bina. Bir gün bu kursun inşaatı biter, eğitim ve öğretime açılır, içinde okuyacak öğrencisi olursa buradaki çocuklar, yanındaki spor tesisinden faydalanabilirlerse ne ala! Halbuki eğitim yuvası olacak yer, salt dört duvardan ibaret bir yer olarak düşünülmemeliydi. Burada okuyacak çocukların okurken oynamak da hakları. Zira oyun da eğitim ve öğretimin bir parçasıdır.
Anlaşılan bu bina bitinceye kadar camilerimizde belirli aralıkla yardım toplanmaya devam edecek. Merak ettiğim, 12 yıllık zorunlu öğretimden sonra Konya'da yeni bir kurs binasına ihtiyaç var mı? Mevcutların doluluk oranı nedir? Bildiğim kadarıyla birkaç kursun dışında mevcut Kur'an Kursları neredeyse atıl durumda. İki ay yaz dönemini saymazsak kurslar öğrenci yokluğundan istenildiği şekilde tam randımanlı çalışamıyor. Buna rağmen yeni kurs inşaatına başlanmasını anlamakta zorluk çekiyorum. 
Türkiye'nin neresinde olursa olsun, bir yerleşim yerine Kur'an Kursu, cami, İHO veya İHL gibi yerlere ihtiyaç varsa bu ihtiyacın giderilmesi için vatandaşımız bugüne kadar yardımını esirgememiş, az çok yardımını yapmıştır. Yardım etmeye de yine devam edecektir. Yeter ki ihtiyaç olsun. Vatandaşın yardım duygusu takdire şayan iken müftülüklere, din görevlilerine veya inşaatın yapılmasına öncülük eden kişilere düşen, bir inşaata başlanmadan önce iyi bir ihtiyaç analizi yapmalarıdır. Benden önceki müftü şu kadar kurs binası yaptırmış, ben de beş kat yaptıracağım yarışından veya bu arsayı bulduk, hemen değerlendirelim, içinde öğrenci olur mu, olmaz mı, buna sonra bakarız anlayışını terk etmek lazım. 
Kurs ihtiyacı, kursta okuyacak öğrenci olup olmayacağı, kursta görev yapacakların çocukların psikolojisinden anlayıp anlamadığı, kurs yerinin uygun olup olmadığı konusunu bir tarafa bırakalım. Yardım toplanma şekline değinmek istiyorum. Herhangi dini bir kurumun inşaatını yapmak için camilerde yardım toplanmaya devam edilecekse sergiyi kaldırmak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü cami çıkışında serilmiş sergi, güzel bir görüntü vermiyor. Serginin başında görevli varken sergiye para atmadan geçip gitmek insanımıza zor gelebilir. Vatandaşın cebinde parası olmayabilir, parası varsa da yardım toplanan yeri ihtiyaç olarak görmeyebilir. Görevlinin önünden geçip giderken “yardım yapamadım” diye bir eziklik hissedebilir. Vatandaş, para atarak veya atmayarak resmi sergiyi geçse, kapının sağında veya solunda bazen bir bazen birden fazla poşetini açarak yardım toplayan gayri resmi dilencilerle muhatap oluyor. İnsanımız bu kadar para isteyenin arasında hangisi veya hangi yer daha ihtiyaç sahibi diye düşünmeden edemiyor. Hepsine birden yardıma gücü yetmeyebilir. Birine verip diğerine vermese mahcubiyet duyabiliyor. Cami önlerine sergi açmaktansa nereye yardım toplanacaksa cami görevlisi, cumadan önce cami girişine yardım toplanacak yerin adını, iban numarasını, yardımın hangi tarihe kadar yapılabileceğini yazabilir. Hutbe bitiminde de ayrıca duyurusunu yapabilir. Yardım yapmak isteyen vatandaş, çıkışta yazılı iban numarasını alarak evine gidince veya müsait olunca yapacağı kadar miktarı hesaba eft yapabilir. EFT yoluyla yapılan yardımın miktarı sergiye atılandan daha fazla olabilir. Gönderilen yardım aynı anda ilgili yardım toplanan yerin hesabına geçer. İban veya bu yolu kullanmasını bilmeyen yardımseverler de bir başka tanıdıkları vasıtasıyla yardımlarını ilgili hesaba gönderebilirler. Böyle yapıldığı takdirde cami görevlisi ayrıca para işiyle uğraşmaz. Ne kadar para toplandığına dair tutanak tutma ve toplanan parayı namaz sonrası müftülüğe teslim etme gibi işlerle de uğraşmamış olur. Böylesi yardım şekli daha şık olur diye düşünüyorum. Burada “Efendim, sergi olmazsa vatandaş gerektiği kadar yardım yapmaz” denebilir. Bu işler gönüllülük esasına göre değil mi? İsteyen yardımını yapar, isteyen yapmaz. Hem bu yol ile yardım sadece camiye gelenlerden toplanmamış olur, farklı duyuru yollarıyla camiye gelemeyenlere de ulaşılmış olur.
Camilerde toplanan yardım konusunda hangi yol uygulanırsa uygulansın ama sergiden vazgeçmek lazım. Çünkü ben bunu resmi dilencilik gibi görüyorum. Camileri dilencilik merkezi haline getirmemek lazım diye düşünüyorum. Cami önlerinde saf tutmuş diğer gayri resmi dilencilerin önüne geçmek için de yetkililerin önlem almasında fayda var.

* 23/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

17 Eylül 2020 Perşembe

Uçkur Meselemiz *


Çocuklara ve kadınlara taciz ve istismar bu ülkenin kanayan bir yarası. Her gün bir yerden bir taciz olayı patlak veriyor. Taciz iddialarının bazısının bir müddet sonra iftira olduğu ortaya çıksa da gün yüzüne çıkan taciz ve istismarlar, buzdağının görünen yüzü. Kapalı kapılar ardında kalan ve üstü örtülenler de az değil bu ülkede.
Taciz ve istismar konusunda hiçbir mahalle, hiçbir kesim, hiçbir zümre maalesef masum değil. Bugün bir mahallede çıkan taciz, yarın bir başka mahallede kendini gösteriyor. Bu demektir ki uçkurda çoğumuz sınıfta kalıyor.
Gündemi epey işgal eden bir taciz vakası da köklü ve güzide bir üniversitemizde, kadın akademisyenin şikayeti üzerine ortaya çıktı. Ardından erkek akademisyen de şikayetçi oldu. Üniversite yönetimi tarafından açığa alınan iki akademisyen hakkında kararı bundan sonra yargı verecek. 
Hangi kesim ve statüde olursa olsun taciz, tasvip edilebilecek ve masum görülebilecek bir şey değil. Hele bu işi yapanlar, çocuklarımızı teslim ettiğimiz bir eğitim yuvasından çıkarsa, hele bu kişiler evli barklı iseler, hele bu kişiler çocuklarımızın hocası ise varın ötesini siz düşünün. 
Bu uçkur meselesi ne menem bir şeymiş ki sorumluluklarımızı bir kenara itebiliyor. Girdiğimiz yolun sonu olmayacağını bile bile gözümüz hiçbir şeyi görmüyor. 
Olay yargıya taşındığı için gazetelere yansıyan içerikten bahsetmeyeceğim. Olayın bazı yönlerine değineceğim: 
Olayın aslı var ise bu olayda;
1.Evli barklı bu iki akademisyen, çocuklarına ve kocalarına aldırmadan liseli gençler gibi gönül ilişkisi yaşıyor. Aralarındaki bu duygusal ilişki iki yıldan fazla sürüyor. (Çocuklarına ve eşlerine ihanet var.)
3. İdari ve öğrenci işleri görülsün diye tahsis edilen idare ve temsil odası yatak odası olarak kullanılıyor. (Emanete ihanet var.)
4. Hanımefendinin yardımcı doçentlik ve doçentliğe giden yolda kayırılması var. (Akademik unvanın nasıl alındığı manidar. Siz buna beşik ulemalığı da diyebilirsiniz.)
5. İki yılın ardından bu böyle gitmeyecek  ayrılalım dendiği zaman "Fotoğrafları eşine ve çocuklarına gönderirim" tehditleri yapılıyor. (Şantaj var.)
Aynı fakültede akademisyen olan bu ikili, sınıf arkadaşları imiş. Yani fakülteden önce tanışıyorlar ve birbirlerini iyi tanıyorlar. Merak ettiğim; bu ikili, bu gönül ilişkisini niçin bekarken yaşayıp ilişkilerini evlilikle taçlandırmadılar da bir başkasıyla evlenip çoluk çocuğa kavuştuktan sonra böyle bir maceraya giriştiler? Böyle yapsalardı kim ne diyebilirdi onlara? En azından eşlerini ve çocuklarını aldatmamış ve iki aile faciasına sebebiyet vermemiş olurlardı. Kendileri rezil olmadıkları gibi çocuklarının da yüzüne gönül rahatlığıyla bakabilirlerdi. Üniversiteye geri dönerlerse lekeledikleri o akademik unvanlarını nasıl kullanacaklar? Mesai arkadaşlarının yüzüne nasıl bakacaklar, hele ders verdikleri öğrencilerinin yüzüne? O öğrencilere nasıl dürüstlükten ve iş ahlakından bahsedebilecekler? 
Haydi, hiçbirini düşünemediler, akılları sonradan başlarına geldi diyelim. En azından, içinde ihanet ve aldatma barındıran bu ilişkiyi yaşamadan, mevcut evliliklerini bitirip evlenme yoluna gidebilirlerdi. 
İkilinin anlattıklarının neresinden tutarsanız elinizde kalır, mideniz bulanır. Birbiri hakkında şikayet ettikleri hususları gazetelerden okuyunca onlar adına ben utandım. Bir eğitim yuvamızın adının böyle çetrefilli ilişkilerle anılması beni derinden üzmüştür. Bu olay bir müddet sonra unutulsa da belleklerde kalacaktır. Bu aşamadan sonra bu ikili hakkında yargı ne kadar verir, üniversite nasıl bir tasarrufta bulunur bilmiyorum. Bu ikilinin aynı üniversitede görev yapmaması, akademik unvanlarının incelenmesi, usulsüzlük ve kayırma varsa gerekirse unvanlarının geri alınması, mümkünse çalıştıkları üniversite ve başka üniversitelerde görev verilmemesi doğru olur kanaatindeyim. Böyle yapılmalı ki bu yolun yolcularının kulağına küpe olsun. Allah kimseyi böyle bir duruma düşürmesin. Uçkurlarımıza sahip çıkmayı ve hakim olmayı nasip etsin.

* 19/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



16 Eylül 2020 Çarşamba

Kim Sahte, Kim Değil? *

Ne zaman bir tarikat bir vukuatıyla gündeme gelse bu ülkede hakiki tarikat ve sahte tarikat veya gerçek şeyh ve sahte şeyh konusu açılır. Vukuatıyla ortaya çıkan tarikata birileri “Bunlar sahte. Biz bunların sahte olduğunu biliyorduk ve önceden söylemiştik” der. Nedense bu söyleneni daha önce kimse duymamıştır. Gördüğüm, bir yerde şeyh ve müritler varsa herkesin kendilerini hakiki gördükleri ve fırkayı naciye kabul ettikleridir. Bugüne kadar vukuatları ortaya çıkan tarikat müntesiplerinden bile kendilerini sahte göreni görmedim. Çünkü hepsi dört dörtlük.

Sahte-hakiki veya kim hakiki kim sahte üzerinde durmayacağım. Zaten durmaya kalksam da hakikisini sahteden veya sahtesini hakiki olandan ayırt edecek elimde bir kıstas yok. Bugün bu ülkede “Tarikata girmek isteyen olursa hakikisini sahtesinden ayırt etsin ve ona göre girsin” düşüncesi hakim olduğuna göre kaç insanımız hakiki olanları bulur, bunu da insafınıza bırakıyorum. Sahte veya hakiki üzerinde durmaktan ziyade kıssadan hisse alınsın diye size bir anekdot aktaracağım:

Bir zamanlar yönetici olarak görev yapan bir arkadaşımın bir çalışanı vardı. Kendisi uyku nedir bilmediği gibi beni dinleyeceksin diye eşini de hiç uyutmazmış. Kurumda bir yerden bir malzeme kaldırılacağı zaman “Parayı fazla alan kaldırsın” deyip kenara çekilen bu kişi; parayı çok sever ve gam taşımazdı. Namaz kılmadığı gibi hasta olduğu için oruç da tutmazdı. 107 yaşına kadar yaşayacağına inanan bu kişi, dünyada yaşamakta olan beş dahiden bahsederdi. Onlar;  Obama, Putin, Tayyip, kendisi, bir de çalıştığı kurumun müdürü.

Kendisine tedavi olması söylenmesine rağmen hasta olduğunu kabul etmediği için doktora gitmeye ve tedavi olmaya da yanaşmıyordu. Hastaneye gidip tedavi olması için müdürü bir yol bulur. Gider önce bir psikologla görüşür. Psikologa “Ben hastayı getireceğim. Benimle konuşurken o zaten lafa girer. Siz bu esnada teşhisi koyarsınız” der. Ardından bizim dahiye gelir: “Kardeşim, bende şöyle şöyle rahatsızlıklar var. Yalnız ben doktora gidemiyorum. Zira hastane fobim var. Doktor beni muayene ederken yanımda eşlik eder misin” ricasında bulunur. Birlikte doktorun odasına girerler. Bizim arkadaş, personelinde olan belirtileri kendisinde varmış gibi doktora anlatır. Bizimki, rahatsızlığını sayarken personel de bazı belirtileri araya sıkıştırır. Doktor, “Sizin hanginiz hasta” deyince personel, “Bu hasta” dercesine parmağıyla müdürünü işaret eder. Sonunda hasta olmadığı halde bizim arkadaşa ‘Bipolar bozukluk’ teşhisi konur ve tedavi için yatış yapılır. (Bipolar bozukluk, "Maniden depresyona kadar uzanan ruh halindeki aşırı değişiklikler" olarak tanımlanır. Bu duruma bipolar bozukluk denir.)

Bizim arkadaş, personeline “Ben hastanede tek başına kalamam. Benimle beraber sen de yat, bana verilen ilaçlardan sen de kullan” der. Bu vesileyle personelin tedavi olması sağlanacaktır. Bizim arkadaş hasta olmadığı halde personelinin tedavi olması için bir süre hastanede yatar ve tedavisini yaptırtır.

Toptancı değilim. Kimseyi töhmet altında bırakmak istemiyorum. Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Teşkilatlanma ve çalışma şekilleri birbirine çok benzeyen bu yapıların her biri; kendisini doğru yolda, başkasını yanlış yolda gördüğüne göre acaba bunlar da ha bire başkalarını mı işaret ediyorlar?

* 18/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.