Çocuklara
ve kadınlara taciz ve istismar bu ülkenin kanayan bir yarası. Her gün bir
yerden bir taciz olayı patlak veriyor. Taciz iddialarının bazısının bir müddet
sonra iftira olduğu ortaya çıksa da gün yüzüne çıkan taciz ve istismarlar,
buzdağının görünen yüzü. Kapalı kapılar ardında kalan ve üstü örtülenler de az
değil bu ülkede.
Taciz
ve istismar konusunda hiçbir mahalle, hiçbir kesim, hiçbir zümre maalesef masum
değil. Bugün bir mahallede çıkan taciz, yarın bir başka mahallede kendini
gösteriyor. Bu demektir ki uçkurda çoğumuz sınıfta kalıyor.
Gündemi
epey işgal eden bir taciz vakası da köklü ve güzide bir üniversitemizde, kadın
akademisyenin şikayeti üzerine ortaya çıktı. Ardından erkek akademisyen de
şikayetçi oldu. Üniversite yönetimi tarafından açığa alınan iki akademisyen
hakkında kararı bundan sonra yargı verecek.
Hangi
kesim ve statüde olursa olsun taciz, tasvip edilebilecek ve masum görülebilecek
bir şey değil. Hele bu işi yapanlar, çocuklarımızı teslim ettiğimiz bir eğitim
yuvasından çıkarsa, hele bu kişiler evli barklı iseler, hele bu kişiler
çocuklarımızın hocası ise varın ötesini siz düşünün.
Bu
uçkur meselesi ne menem bir şeymiş ki sorumluluklarımızı bir kenara itebiliyor.
Girdiğimiz yolun sonu olmayacağını bile bile gözümüz hiçbir şeyi
görmüyor.
Olay
yargıya taşındığı için gazetelere yansıyan içerikten bahsetmeyeceğim. Olayın
bazı yönlerine değineceğim:
Olayın
aslı var ise bu olayda;
1.Evli
barklı bu iki akademisyen, çocuklarına ve kocalarına aldırmadan liseli gençler
gibi gönül ilişkisi yaşıyor. Aralarındaki bu duygusal ilişki iki yıldan fazla
sürüyor. (Çocuklarına ve eşlerine ihanet var.)
3.
İdari ve öğrenci işleri görülsün diye tahsis edilen idare ve temsil odası yatak
odası olarak kullanılıyor. (Emanete ihanet var.)
4.
Hanımefendinin yardımcı doçentlik ve doçentliğe giden yolda kayırılması var.
(Akademik unvanın nasıl alındığı manidar. Siz buna beşik ulemalığı da
diyebilirsiniz.)
5.
İki yılın ardından bu böyle gitmeyecek ayrılalım dendiği zaman
"Fotoğrafları eşine ve çocuklarına gönderirim" tehditleri yapılıyor. (Şantaj
var.)
Aynı
fakültede akademisyen olan bu ikili, sınıf arkadaşları imiş. Yani fakülteden
önce tanışıyorlar ve birbirlerini iyi tanıyorlar. Merak ettiğim; bu ikili, bu
gönül ilişkisini niçin bekarken yaşayıp ilişkilerini evlilikle taçlandırmadılar
da bir başkasıyla evlenip çoluk çocuğa kavuştuktan sonra böyle bir maceraya
giriştiler? Böyle yapsalardı kim ne diyebilirdi onlara? En azından eşlerini ve
çocuklarını aldatmamış ve iki aile faciasına sebebiyet vermemiş olurlardı.
Kendileri rezil olmadıkları gibi çocuklarının da yüzüne gönül rahatlığıyla
bakabilirlerdi. Üniversiteye geri dönerlerse lekeledikleri o akademik
unvanlarını nasıl kullanacaklar? Mesai arkadaşlarının yüzüne nasıl bakacaklar,
hele ders verdikleri öğrencilerinin yüzüne? O öğrencilere nasıl dürüstlükten ve
iş ahlakından bahsedebilecekler?
Haydi,
hiçbirini düşünemediler, akılları sonradan başlarına geldi diyelim. En azından,
içinde ihanet ve aldatma barındıran bu ilişkiyi yaşamadan, mevcut evliliklerini
bitirip evlenme yoluna gidebilirlerdi.
İkilinin
anlattıklarının neresinden tutarsanız elinizde kalır, mideniz bulanır. Birbiri
hakkında şikayet ettikleri hususları gazetelerden okuyunca onlar adına ben
utandım. Bir eğitim yuvamızın adının böyle çetrefilli ilişkilerle anılması beni
derinden üzmüştür. Bu olay bir müddet sonra unutulsa da belleklerde kalacaktır.
Bu aşamadan sonra bu ikili hakkında yargı ne kadar verir, üniversite nasıl bir
tasarrufta bulunur bilmiyorum. Bu ikilinin aynı üniversitede görev yapmaması,
akademik unvanlarının incelenmesi, usulsüzlük ve kayırma varsa gerekirse
unvanlarının geri alınması, mümkünse çalıştıkları üniversite ve başka
üniversitelerde görev verilmemesi doğru olur kanaatindeyim. Böyle yapılmalı ki
bu yolun yolcularının kulağına küpe olsun. Allah kimseyi böyle bir duruma
düşürmesin. Uçkurlarımıza sahip çıkmayı ve hakim olmayı nasip etsin.
* 19/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder