Ana içeriğe atla

Kim Sahte, Kim Değil? *

Ne zaman bir tarikat bir vukuatıyla gündeme gelse bu ülkede hakiki tarikat ve sahte tarikat veya gerçek şeyh ve sahte şeyh konusu açılır. Vukuatıyla ortaya çıkan tarikata birileri “Bunlar sahte. Biz bunların sahte olduğunu biliyorduk ve önceden söylemiştik” der. Nedense bu söyleneni daha önce kimse duymamıştır. Gördüğüm, bir yerde şeyh ve müritler varsa herkesin kendilerini hakiki gördükleri ve fırkayı naciye kabul ettikleridir. Bugüne kadar vukuatları ortaya çıkan tarikat müntesiplerinden bile kendilerini sahte göreni görmedim. Çünkü hepsi dört dörtlük.

Sahte-hakiki veya kim hakiki kim sahte üzerinde durmayacağım. Zaten durmaya kalksam da hakikisini sahteden veya sahtesini hakiki olandan ayırt edecek elimde bir kıstas yok. Bugün bu ülkede “Tarikata girmek isteyen olursa hakikisini sahtesinden ayırt etsin ve ona göre girsin” düşüncesi hakim olduğuna göre kaç insanımız hakiki olanları bulur, bunu da insafınıza bırakıyorum. Sahte veya hakiki üzerinde durmaktan ziyade kıssadan hisse alınsın diye size bir anekdot aktaracağım:

Bir zamanlar yönetici olarak görev yapan bir arkadaşımın bir çalışanı vardı. Kendisi uyku nedir bilmediği gibi beni dinleyeceksin diye eşini de hiç uyutmazmış. Kurumda bir yerden bir malzeme kaldırılacağı zaman “Parayı fazla alan kaldırsın” deyip kenara çekilen bu kişi; parayı çok sever ve gam taşımazdı. Namaz kılmadığı gibi hasta olduğu için oruç da tutmazdı. 107 yaşına kadar yaşayacağına inanan bu kişi, dünyada yaşamakta olan beş dahiden bahsederdi. Onlar;  Obama, Putin, Tayyip, kendisi, bir de çalıştığı kurumun müdürü.

Kendisine tedavi olması söylenmesine rağmen hasta olduğunu kabul etmediği için doktora gitmeye ve tedavi olmaya da yanaşmıyordu. Hastaneye gidip tedavi olması için müdürü bir yol bulur. Gider önce bir psikologla görüşür. Psikologa “Ben hastayı getireceğim. Benimle konuşurken o zaten lafa girer. Siz bu esnada teşhisi koyarsınız” der. Ardından bizim dahiye gelir: “Kardeşim, bende şöyle şöyle rahatsızlıklar var. Yalnız ben doktora gidemiyorum. Zira hastane fobim var. Doktor beni muayene ederken yanımda eşlik eder misin” ricasında bulunur. Birlikte doktorun odasına girerler. Bizim arkadaş, personelinde olan belirtileri kendisinde varmış gibi doktora anlatır. Bizimki, rahatsızlığını sayarken personel de bazı belirtileri araya sıkıştırır. Doktor, “Sizin hanginiz hasta” deyince personel, “Bu hasta” dercesine parmağıyla müdürünü işaret eder. Sonunda hasta olmadığı halde bizim arkadaşa ‘Bipolar bozukluk’ teşhisi konur ve tedavi için yatış yapılır. (Bipolar bozukluk, "Maniden depresyona kadar uzanan ruh halindeki aşırı değişiklikler" olarak tanımlanır. Bu duruma bipolar bozukluk denir.)

Bizim arkadaş, personeline “Ben hastanede tek başına kalamam. Benimle beraber sen de yat, bana verilen ilaçlardan sen de kullan” der. Bu vesileyle personelin tedavi olması sağlanacaktır. Bizim arkadaş hasta olmadığı halde personelinin tedavi olması için bir süre hastanede yatar ve tedavisini yaptırtır.

Toptancı değilim. Kimseyi töhmet altında bırakmak istemiyorum. Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Teşkilatlanma ve çalışma şekilleri birbirine çok benzeyen bu yapıların her biri; kendisini doğru yolda, başkasını yanlış yolda gördüğüne göre acaba bunlar da ha bire başkalarını mı işaret ediyorlar?

* 18/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde