Ana içeriğe atla

Niyetimiz Üzüm Yemek Olmalı *

Türkiye ve dünyada ne kadar tarikat var, bilmiyorum. Bildiğim, irili-ufaklı çok sayıda olduğu. Göz önünde, herkesin bildiği geçmişten günümüze gelen bazı tarikatlar olsa da adı, sanı pek duyulmamış tarikatların adını, müntesipleri bilse de kamuoyu onları bir olaya adı karıştıkları zaman öğreniyor. 

Konu Türkiye gündemine düşünce kamuoyu, meselenin aslını astarını öğrenmeden soluğu kutuplaşmada alıyor. Kimine göre bu tarikatlar,

*"İslam'a ve topluma zarar veriyor. Bunlar uluslararası istihbarat örgütlerinin emrinde. Bunların köküne kibrit suyu döküp yok etmek gerekir".

*”Laik bir ülkede bunlara yer yoktur. Bunlar devrim yasalarıyla yasaklanmıştır. Devlet bu konuda görevini yapmalıdır. Çünkü bu ülke dervişler, şeyhler ülkesi değildir. Bu görüntü ve yaşayış çağdaş Türkiye'ye yakışmıyor".

*”Tarikatlar İslam'ın çimentosudur. İslam'ın kendisidir. Ehlisünnetin kalesidir. Tarikatlar yok edilirse İslam gider. İslam'da bu yapılara yer vardır. Hz Ebu Bekir ve Hz  Ali vasıtasıyla bu yapılar peygambere kadar gider. Tarikatlar geçmişte İslam'ın Anadolu'da, Balkanlarda ve Afrika'da yayılmasında önemli bir rol ve misyon üstlenmiştir. Günümüzde ise insan eğitimine önem vermekte, insanları terbiye etmektedir. Tarikatlar üzerinden yapılan bu tartışma ve bu yapılara yapılan saldırılar, İslam'ın kendisi olan tarikatları yok etmeye ve itibarsızlaştırmaya yöneliktir. Uyanık olmak lazımdır. Hakiki ve sahte olanı ayırt etmeden hepsini aynı kefeye koymak iyi niyetle bağdaşmaz". 

*”Yasal statüye kavuşturulmalı. Bu yapılar şeffaf olmalı. Kuracağı bir mekanizma ile devlet, bu yapıları denetlemeli”.

*”Eskiden önemli rol üstlenmiş bu yapılar asli hüviyetine çekilmeli; ticaret, siyaset ve kamuda kadrolaşmaktan arındırılmalı”.

*”Hepsi FETÖ’nün yolundan gidiyor. Aynı akıbete duçar olmadan tedbir almak lazım”.

Yer verdiğim bu örneklerden hareketle toplumun bir kesimi, bu yapıları zararlı görüp kapatılmasını savunurken bir kesimi de faydalı görüp devamını savunduğu görülmektedir. Bir kesim daha var ki toplumsal vakıayı göz önünde bulundurarak bu yapıların şeffaf ve denetlenebilir bir statüye kavuşturulmasını istiyor.

Bir tarikat şeyhinin bir vukuatı üzerinden yapılan bu konuşmalar bir vuzuha kavuşmadan bir müddet sonra yerini başka gündeme bırakacak. Ta ki yeni bir vukuata kadar konu, buzdolabında bekletilecek. Çünkü savunma ve saldırma refleksi bu meseleyi bugüne kadar hep çözümsüz bırakmıştır. Belki de tarafların istediği bu. Halbuki mesele bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek olmalıydı.

Ben savunan ve saldıran tarafta değilim. Bu yapıların çoğu görüşlerini, işleyişlerini ve verdikleri görüntüleri tasvip etmesem de bu yapıların bir ihtiyaçtan ortaya çıktığını ve sosyal bir tabanının olduğunu düşünüyorum. İhtiyacı ortadan kaldırmadan resmiyette yok kabul edilse de merdiven altı veya başka statülerle bu yapılar yoluna devam edecek. Bu tezimi ispatlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok. Yakın tarihte dershanelerin kapatılması konusu bile bize bu konuda bir fikir verir. Hepsi, kurs veya etüt merkezi şeklinde devam ediyor ve dünün dershane işlevini yerine getiriyor. Merkezi sınav sistemi olduğu müddetçe bu ihtiyaç da devam edecek ama resmi ama merdiven altı. Tarikatlara verilecek yasal statünün sorunu en aza indireceğini düşünüyorum.

Tarikatları denetleyecek ve çekip çevirecek bir üst çatı olmadığı müddetçe sahtesi-hakikisi yoluna devam edecek. İşin garibi hangisi sahte hangisi hakiki, bunu tespit etme imkanı da yok. Her oluşum kendini fırkayı naciye olarak görüyor. Ne zaman ki bir tanesinde bir olay patlak verince “Onlar zaten sahte şeyh idi” deniyor. Halbuki eğrisi-doğrusu halka bırakılmadan ve testi kırılmadan tedbir alınmalı diyorum.

Yazıma son verirken kafamı kurcalayan bir konuya kısaca değinmek istiyor ve ilgililerinden cevap bekliyorum. Günümüzde, ama tarikat ama cemaat olarak yoluna devam eden bildiğim ne kadar oluşum varsa şeyhleri vefat edince yerine ya oğlu ya damadı ya kardeşi ya torunu vs. geçiyor. Bunun bir hikmeti var mı acaba?

* 16/09/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde