2 Ağustos 2020 Pazar

Hayallerimiz Nasıl Kâbusa Dönüştü? *

Marttan beri pandemi hayatı yaşıyoruz. 1 Hazirandan itibaren normalleşme adımları çerçevesinde bol yasaklı ve kısıtlamalı hayattan, kontrollü hayata adım atmış olsak da salgın peşimizi bırakmıyor. Bizimle yaşamayı sevdi zira. Sevgi karşılıklı. Her ne kadar korkuyor olsak da biz de sevdik onu. Muhteşem bir ikili olduk.

Korkunun ecele faydası var mı? Yok. Sevgi kuru bir sevgiden ibaret olur mu? Olmaz. Korkuya dayalı hayat çekilir mi? Çekilmez. O zaman ne yapacağız? Uyarılara kulak tıkayarak hayatımızdan, bildik alışkanlıklarımızdan ve rahatımızdan ödün vermeden yaşamaya devam edeceğiz.

Bu haleti ruhiye içerisinde düğün sezonuna giriş yaptık. Düğünlerimiz tam gaz devam ediyor. Kimilerimiz uyarılara ve ortamın vahametine bakarak düğünlerini iptal edip aile arasında yapılan sade bir nikâhla dünya evine girdi. Kimimiz düğün ve evliliklerini erteledi. Kimimiz az sayıdaki davetliyle sade bir düğün yaptı. Kimimiz de normal hayatı yaşıyormuşuz gibi düğünün hiçbir aşamasından ödün vermeden düğünlerini yaptı. 

Düğün aşaması denince nişan, kına, konvoy ve yemek akla gelir. Bazıları nişandan ve yemekten feragat etse de kınadan hiç ödün vermedi. Nasıl ki telli duvaklı, beyaz gelinlikle gelin olmak her genç kızın hayali ise kına da düğünün vazgeçilmezlerinden. Öyle ya, düğün kınasız olur mu? Maske ve sosyal mesafeye riayet ederek kına yapılsa genç bir kızın bir hayali daha gerçekleşti diyeceğim. Maalesef çoğu kınalarda kurallar çiğneniyor. Kınaya gelen yakın akrabalar, salona girerken ve çıkarken koronavirüse rağmen gelin ve diğer akrabalara sarılıyorlar. Bu mutlu güne can mı dayanır… Hem oynar hem sarılırız. Maskeyi ara ki bulasın. Sosyal mesafeye riayet etmeden fotoğraf çekimini söylememe gerek yok zaten. Çünkü anı ölümsüzleştirmek bir farzın yerine getirilmesi kadar önemli bizim için.

Büyük heyecanla düğün biter. Ailelerin mutluluğuna diyecek yoktur. Ne de olsa çocuklarının mürüvvetlerini dünya gözüyle görmüşlerdir.

Ailelerin mutluluğu uzun sürmez. Hemen düğünün akabinde kara kara düşünmeye başlarlar. Çünkü hastalık kapıyı çalmış, şifayı kapmışlar ve ağızlarının tadı kaçmıştır. Salgın belirtilerini hisseden soluğu hastanelerde alıyor. Efendim, test yapar mısınız diyorlar. Test yaptırabilen ve hastanede bir yatak bulabilenler emsallerine göre çok şanslı. Çünkü hastanelerde ne test bulunuyor ne de yatak. Test varsa da çoğuna test yapılmıyor. Yoğun bakımlar dolu, servislerdeki yataklar hakeza. Hasılı salgın yakınlarımıza, evimizin içine kadar girdi. Sağlamım diye ortalık yerde dolaşanları saymıyorum bile.

Sonuç olarak salgının yayılmaması ve sağlık sektörünün iflas etmemesi için mart ayından beri alınan tedbirler, konan yasak ve kısıtlamalar, işyerlerinin kapatılması, kontrollü hayata geçtiğimiz andan itibaren içimizdeki ne yardan ne de serden vazgeçen; laf anlamaz ve söz dinlemezler yüzünden maalesef çöpe gitmiştir. Bu duruma düşmemizde diğer sebeplerin yanında, serbest bırakılan düğünlerin -özellikle kınaların- önemli bir etken olduğunu düşünüyorum. Çünkü hastalığa yakalananların çoğu düğün kaynaklı.

Şimdi kendi elimizle büyüttüğümüz bu salgının bizi ne zaman yakalayacağını bekliyoruz. Beklerken de yaptıklarımızla yarışıyoruz. Hayallerin kabusa dönmesi böyle bir şey olsa gerek. Yazık oldu memleketime ve insanımıza. Yasak ve kısıtlamalardan dolayı işini kaybeden işçilere ve batmakla yüz yüze gelen işyerlerine.

*05/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

30 Temmuz 2020 Perşembe

Bayramlaşma Programım ve Kurallarım

Malum pandemi dolayısıyla bayram programımda bir dizi değişikliğe gitmek zorunda kaldım. Biliyorum, bu durum hem sizin için hem de benim için zor olacak ama sağlığımız için buna katlanmak zorundayız. 

Meraklısı için bayram programımı ve bayramda uygulayacağım kuralları yüksek hoşgörünüze sığınarak aşağıda zikretmek istiyorum. Nazarımda yeriniz ayrıdır. Sizi sever, sayarım. Bunu bilirsiniz ama kurallarımı daha çok severim. Bir defadan bir şey olmaz deyip koyduğum kuralların çiğnenmesine asla gönlüm razı olmaz. 

Şimdi gelelim sadede...
1. Evime gelmeyeceksiniz, evinize gelmeyeceğim.

2. Bayram geçtikten sonra "Geçmiş bayram" kutlamasına gitmeyeceğim.

3. Bayramımız sanal olacak. Kutlama misliyle olacaktır. Telefon açana telefonla, mesaj gönderene mesajla, görüntülü arayana görüntülü, sosyal medyadan kutlayana sosyal medya aracılığıyla kutlama yapılacaktır. Tek farkla. Resim formatında kutlama gönderene -el emeği, göz nuru- yazıyla mukabele edilecektir.

4. Adınıza âdet üzere aldığım şeker ve lokumu, vesair hazırlığı afiyetle ben yiyeceğim. Siz de öyle yapın. Yerken fazla kaçırmayın. Sindire sindire yiyin. Zira zamanınız bol. Üstelik ardınızdan atlı gelmiyor. Tüm hazırlığı ve alavereyi bayramda bitirmeye kalkmayın. Tüm bunların bayramdan sonra da yenmesinde bir sakınca yoktur. Dinen de caizdir.

5. Aynı evde kalmayan eş, dost, akraba, oğul, kız vs ile yakın temasta bulunmayın, hele sarılma hiç yapmayın. Düğün, dernek yapmış, bu etkinliklere katılmış insanlarla aranıza aşılmaz duvarlar koyun. Onları uzaktan sevin. 

6. "Bir şey olmaz" deyip elini uzatana elinizi vermeyin. Eli havada kalsın. Sarılmaya kalkarsa "Bu samimiyet nereden" deyin. Böylelerinin mümkünse selamını almayın. Bunlara selam da vermeyin. İçinizden "Rabbim, seni bildiği gibi yapsın" deyin. 

7. Yazılanı okumayıp koyduğun tüm kuralları hiçe sayarak bayramlaşmak için biri evine gelirse, ona balkondan bak. O da sana baksın. "Kapıyı aç, ben geldim" derse "mümkünatı yok, açmam" de. Balkonunun durumuna göre sesini duyuyorsa karşılıklı bayramlaşın. Sesini duyuramazsan elini salla. Ardından elini göğsüne götür. Şekerlikten bir adet şeker at. Kaparsa ne ala. Kapamazsa yerden alsın. Sonra yolcu yolunda gerek deyip şekeri ağzına atarak yoluna devam etsin. Tüm bunlara rağmen hala evine girmeye kalkarsa "Kovitliyim" ya da "Karantinadayım" de. Bil ki caizdir.

Hasılı ben böyle yapacağım. Tavsiyem odur ki siz de böyle yapın.

Bayramınız mübarek ola...

Bu İnsanlara Dini Anlat da Göreyim

Dini bayramlarda kabir ziyaretleri yapmak, toplumumuzda daha bir yaygın bir gelenektir. Bayramlaşmaya, daha önce vefat eden büyükler ziyaret edilerek başlanır. Bazı bölgelerde kabir ziyareti bayram günü yapılsa da Konya'nın bazı yörelerinde kabir ziyaretleri ikindi namazı cemaatle kılındıktan sonra topluca kabristana gidilerek yapılır. Herkes yakınlarının mezarının başına varır. Mevtanın yüzüne karşı çömelinir. Koltukta getirilen Kur'an, çantasından çıkarılır. Başta Yasin olmak üzere okunur. Ardından eller kaldırılır, dualar edilir. Birden fazla mevtası olan her mezar başına vararak aynı usulle yeteri kadar okur.

Arife günleri esnaf çalışır. Hasılat günleri dense yeridir. Bugün gelmeden esnafı bir düşüncedir alır. Kabir ziyaretine gitsem, dükkanı kapatmam lazım. Gelen müşteri geri döner ya da açık olan bazı esnafa yönelir. Dükkanı kapatıp mezara gitmesem kabir ziyareti ne olacak? Sonra dükkanı açık gören ne der? Bu ikilem içerisinde olan bir esnafı ziyarete gittiğimde bana;
—Kabir ziyaretine arife günü değil de sonradan gitsem olur mu? Malum arife günü bir yoğunluğumuz olur, başımızı kaşıyacak zaman bulamayız, dedi. Ben de,
—Olur. Niye olmasın. Bazı yerlerde bayram günü giderler. Siz de bayram ya da başka bir gün gidebilirsiniz. Hatta dua etmek, Kur'an okumak için mezarlığa kadar gitmenize bile gerek yok. Buradan da gönderdiğin onlara ulaşır. Aslında mezar ziyareti kabirdekilerden ziyade biz dirilerin ibret alması içindir, dedim.
Yanımızda benim bu cevabımı dinleyen iki ihtiyar konuşmamı bitirdikten sonra bana manidar manidar baktılar. Yüzlerinde bana acıma hissi de vardı. Az bir sessizlikten sonra bir tanesi bana,
—Oh yeğen! Dini ne hale getirdiniz, demez mi...
Dini bu hale getiren ben oldum böylece.
***

Fakültede okurken bir esnafın dükkanında oturuyorum. Karşımda da iki ihtiyar var. Biri diğerine Eyüp peygamberi anlatıyor: “Öyle sabırlı öyle sabırlıymış ki, yıllar yılı yatalak bir şekilde yatmış, vücudu kurtlanmış, üzerinden bir kurt düşünce yerden o kurdu alır: ‘Senin rızkın bendedir’ diyerek tekrar vücuduna koyarmış...dedi. O anlattıkça yanındaki ‘yah yah’ çekti. Anlatmasını bitirince bana başını kaldırdı: ‘Öyle değil mi yeğen?’ dedi. ‘Öyle değil amca! Peygamberin uzun süre hasta yattığı doğru olmasına doğru. Ama kurtlandığı, kurdu yerden alıp vücuduna koyduğu doğru değil. Zira vücudun kurtlanması o kişinin pis ve kirli olduğuna işaret eder. Bir peygamberin kurtlanması söz konusu olamaz. Haydi yatalaktı, yıkanamadı, kurtlandı diyelim. Hele düşen kurdu yerden alıp rızkın bendedir demesi söz konusu olamaz” dedim. Beni dinleyen amcanın morali bozuldu. Ama altta kalmadı. “Sen ne bileceksin, daha gençsin” diyerek ağzımın payını verdi. Susup kaldım. 

Ne anlatacaktım ki böyle birine... Var gör, bu anlattığını hangi hocadan dinlemiştir. Sonra ben ondan daha iyi mi bilecektim...