Ana içeriğe atla

Bu İnsanlara Dini Anlat da Göreyim

Dini bayramlarda kabir ziyaretleri yapmak, toplumumuzda daha bir yaygın bir gelenektir. Bayramlaşmaya, daha önce vefat eden büyükler ziyaret edilerek başlanır. Bazı bölgelerde kabir ziyareti bayram günü yapılsa da Konya'nın bazı yörelerinde kabir ziyaretleri ikindi namazı cemaatle kılındıktan sonra topluca kabristana gidilerek yapılır. Herkes yakınlarının mezarının başına varır. Mevtanın yüzüne karşı çömelinir. Koltukta getirilen Kur'an, çantasından çıkarılır. Başta Yasin olmak üzere okunur. Ardından eller kaldırılır, dualar edilir. Birden fazla mevtası olan her mezar başına vararak aynı usulle yeteri kadar okur.
Arife günleri esnaf çalışır. Hasılat günleri dense yeridir. Bugün gelmeden esnafı bir düşüncedir alır. Kabir ziyaretine gitsem, dükkanı kapatmam lazım. Gelen müşteri geri döner ya da açık olan bazı esnafa yönelir. Dükkanı kapatıp mezara gitmesem kabir ziyareti ne olacak? Sonra dükkanı açık gören ne der? Bu ikilem içerisinde olan bir esnafı ziyarete gittiğimde bana;
—Kabir ziyaretine arife günü değil de sonradan gitsem olur mu? Malum arife günü bir yoğunluğumuz olur, başımızı kaşıyacak zaman bulamayız, dedi. Ben de,
—Olur. Niye olmasın. Bazı yerlerde bayram günü giderler. Siz de bayram ya da başka bir gün gidebilirsiniz. Hatta dua etmek, Kur'an okumak için mezarlığa kadar gitmenize bile gerek yok. Buradan da gönderdiğin onlara ulaşır. Aslında mezar ziyareti kabirdekilerden ziyade biz dirilerin ibret alması içindir, dedim.
Yanımızda benim bu cevabımı dinleyen iki ihtiyar konuşmamı bitirdikten sonra bana manidar manidar baktılar. Yüzlerinde bana acıma hissi de vardı. Az bir sessizlikten sonra bir tanesi bana,
—Oh yeğen! Dini ne hale getirdiniz, demez mi...
Dini bu hale getiren ben oldum böylece.
***

Fakültede okurken bir esnafın dükkanında oturuyorum. Karşımda da iki ihtiyar var. Biri diğerine Eyüp peygamberi anlatıyor: “Öyle sabırlı öyle sabırlıymış ki, yıllar yılı yatalak bir şekilde yatmış, vücudu kurtlanmış, üzerinden bir kurt düşünce yerden o kurdu alır: ‘Senin rızkın bendedir’ diyerek tekrar vücuduna koyarmış...dedi. O anlattıkça yanındaki ‘yah yah’ çekti. Anlatmasını bitirince bana başını kaldırdı: ‘Öyle değil mi yeğen?’ dedi. ‘Öyle değil amca! Peygamberin uzun süre hasta yattığı doğru olmasına doğru. Ama kurtlandığı, kurdu yerden alıp vücuduna koyduğu doğru değil. Zira vücudun kurtlanması o kişinin pis ve kirli olduğuna işaret eder. Bir peygamberin kurtlanması söz konusu olamaz. Haydi yatalaktı, yıkanamadı, kurtlandı diyelim. Hele düşen kurdu yerden alıp rızkın bendedir demesi söz konusu olamaz” dedim. Beni dinleyen amcanın morali bozuldu. Ama altta kalmadı. “Sen ne bileceksin, daha gençsin” diyerek ağzımın payını verdi. Susup kaldım. 
Ne anlatacaktım ki böyle birine... Var gör, bu anlattığını hangi hocadan dinlemiştir. Sonra ben ondan daha iyi mi bilecektim...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde