Ana içeriğe atla

Hayallerimiz Nasıl Kâbusa Dönüştü? *

Marttan beri pandemi hayatı yaşıyoruz. 1 Hazirandan itibaren normalleşme adımları çerçevesinde bol yasaklı ve kısıtlamalı hayattan, kontrollü hayata adım atmış olsak da salgın peşimizi bırakmıyor. Bizimle yaşamayı sevdi zira. Sevgi karşılıklı. Her ne kadar korkuyor olsak da biz de sevdik onu. Muhteşem bir ikili olduk.
Korkunun ecele faydası var mı? Yok. Sevgi kuru bir sevgiden ibaret olur mu? Olmaz. Korkuya dayalı hayat çekilir mi? Çekilmez. O zaman ne yapacağız? Uyarılara kulak tıkayarak hayatımızdan, bildik alışkanlıklarımızdan ve rahatımızdan ödün vermeden yaşamaya devam edeceğiz.
Bu haleti ruhiye içerisinde düğün sezonuna giriş yaptık. Düğünlerimiz tam gaz devam ediyor. Kimilerimiz uyarılara ve ortamın vahametine bakarak düğünlerini iptal edip aile arasında yapılan sade bir nikâhla dünya evine girdi. Kimimiz düğün ve evliliklerini erteledi. Kimimiz az sayıdaki davetliyle sade bir düğün yaptı. Kimimiz de normal hayatı yaşıyormuşuz gibi düğünün hiçbir aşamasından ödün vermeden düğünlerini yaptı. 
Düğün aşaması denince nişan, kına, konvoy ve yemek akla gelir. Bazıları nişandan ve yemekten feragat etse de kınadan hiç ödün vermedi. Nasıl ki telli duvaklı, beyaz gelinlikle gelin olmak her genç kızın hayali ise kına da düğünün vazgeçilmezlerinden. Öyle ya, düğün kınasız olur mu? Maske ve sosyal mesafeye riayet ederek kına yapılsa genç bir kızın bir hayali daha gerçekleşti diyeceğim. Maalesef çoğu kınalarda kurallar çiğneniyor. Kınaya gelen yakın akrabalar, salona girerken ve çıkarken koronavirüse rağmen gelin ve diğer akrabalara sarılıyorlar. Bu mutlu güne can mı dayanır… Hem oynar hem sarılırız. Maskeyi ara ki bulasın. Sosyal mesafeye riayet etmeden fotoğraf çekimini söylememe gerek yok zaten. Çünkü anı ölümsüzleştirmek bir farzın yerine getirilmesi kadar önemli bizim için.
Büyük heyecanla düğün biter. Ailelerin mutluluğuna diyecek yoktur. Ne de olsa çocuklarının mürüvvetlerini dünya gözüyle görmüşlerdir.
Ailelerin mutluluğu uzun sürmez. Hemen düğünün akabinde kara kara düşünmeye başlarlar. Çünkü hastalık kapıyı çalmış, şifayı kapmışlar ve ağızlarının tadı kaçmıştır. Salgın belirtilerini hisseden soluğu hastanelerde alıyor. Efendim, test yapar mısınız diyorlar. Test yaptırabilen ve hastanede bir yatak bulabilenler emsallerine göre çok şanslı. Çünkü hastanelerde ne test bulunuyor ne de yatak. Test varsa da çoğuna test yapılmıyor. Yoğun bakımlar dolu, servislerdeki yataklar hakeza. Hasılı salgın yakınlarımıza, evimizin içine kadar girdi. Sağlamım diye ortalık yerde dolaşanları saymıyorum bile.
Sonuç olarak salgının yayılmaması ve sağlık sektörünün iflas etmemesi için mart ayından beri alınan tedbirler, konan yasak ve kısıtlamalar, işyerlerinin kapatılması, kontrollü hayata geçtiğimiz andan itibaren içimizdeki ne yardan ne de serden vazgeçen; laf anlamaz ve söz dinlemezler yüzünden maalesef çöpe gitmiştir. Bu duruma düşmemizde diğer sebeplerin yanında, serbest bırakılan düğünlerin -özellikle kınaların- önemli bir etken olduğunu düşünüyorum. Çünkü hastalığa yakalananların çoğu düğün kaynaklı.
Şimdi kendi elimizle büyüttüğümüz bu salgının bizi ne zaman yakalayacağını bekliyoruz. Beklerken de yaptıklarımızla yarışıyoruz. Hayallerin kabusa dönmesi böyle bir şey olsa gerek. Yazık oldu memleketime ve insanımıza. Yasak ve kısıtlamalardan dolayı işini kaybeden işçilere ve batmakla yüz yüze gelen işyerlerine.

*05/08/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde