18 Mart 2020 Çarşamba

Bardağın Dolu Tarafına Bakıyorum

Rahat olun, koronavirüsten bahsetmeyeceğim. Zira içimiz dışımız bu virüs oldu. Hepimiz demoralize olduk. Bunca olumsuzluk ve endişeli bekleyiş içerisinde iken size bu yazımda bardağın dolu tarafından bakmaya çalışacağım. Niyetim sizin yüzünüzün bir nebze de olsa gülmesini sağlamak. İşe yaramıyorsa yazıyı bir daha okuyun. Olmadı mı? Tekrar okuyun. Ta ki rahatlayıncaya kadar. Yine mi rahatlamadınız? Aşk olsun! O zaman TV’yi açın, koronavirüs programlarını izleyin.

1.   Evden kimse bana evde şu yok, listeyi hazırladım; git, şunları al gel demiyor. Evdeki olanla yetiniyor, bulduğumuzu yiyoruz. Kimse yediğini beğenmezlik yapmıyor. Böylece markete giderek yakıt yakmıyorum. Harcama yapmadığım için param cebimde kalıyor. Burada stok yaptığım anlaşılmasın. Dedim ya, olanla yetiniyoruz.

2.         Okullar tatil olduğu için çocuğum, baba! Harçlık demiyor. Baba! Bana elbise lazım, ayakkabı lazım, demiyor. Haliyle yine param cebimde kalıyor.

3.      İşe gitmediğim için mesaiye tabi değilim. Mesaiye geç kaldım endişesi taşımıyorum. Zil sesi, özellikle giriş zili duymuyorum.

4.      Evden bana “Evde ne oturup durun, gir biraz dolaş gel, kadın gibi eve tıkılıp kaldın” diyen yok. Evde rahatça oturuyorum.

5.      “Ezanlar okunuyor, ama bana gel diyen yok. Çünkü camilerde cemaatle namaz kılmak yasak.
6.      Herkes evde oturunca hane halkı hiç olmadığı kadar birbirimize iyi davranıyoruz. Kızıp moralimiz bozulmuyor.

7.      Çarşıya çıkmıyorum. Zorunlu olarak çıkıyorsam da toplu taşıma araçlarının içi bomboş. Yer bulma, birinin bana yer verme derdi yok. Bütün koltuklar benim. Birine otur, beğenmedin mi? Kalk öbürüne otur.

8.      Çarşıda beni gören gençliğinin baharındaki gençlere moral oluyorum. “Bu amca, bu yaşta hala nefes alıyor, hayata tutunmaya çalışıyor. Biz hayli hayli yaşarız” şeklinde düşünüyor olmalılar.

9.      Görüştüğüm insanlarla uzak temasta bulunuyorum. Tokalaşma yok, sarılma yok. Selam=selam. Gerçi bazılarının “Tokalaşmamak lazımdı değil mi” deyip yine de elini uzatmalarına ifrit oluyorum ama olsun. Bu kadar da moral bozan olsun. Değilse hep mutluluk insanı sıkar.

10.  Çıktığım yerde oyalanmayıp hızlı bir şekilde eve geri dönüyorum.

11.  Televizyon açmam gerekirse TRT1’e bakıyorum. Hep dizi var ve alt yazı olarak haber falan vermiyor.

12.  Canım sıkılırsa balkondan yola bir bakıyorum. Tek tük gelip geçenleri görünce hayatın devam ettiğini anlıyorum.

13.  Canım yine de sıkılırsa stoklarımda sınırlı kabak çekirdeğini önüme koyup çitlemeye çalışıyorum.
14.  Olmadı mı? Çay demleyip içiyorum.

Din Dili veya Mütedeyyin İnsanların Dili *

İslam dini kulun Allah ile irtibatını sağladığı kadar insanın toplumla ilişkilerini de düzenler. Bireyi hedef alan din aynı zamanda toplumsal bir dindir. Kişinin Allah'a karşı görevlerini düzenlerken toplumsal bir varlık olan insana, toplumla ilgili görevler de verir. Bunlardan bir tanesi de "emri bil maruf ve nehyi anil münker" denilen iyiliği emretme kötülükten sakındırma görevidir. Bu görev için dinimiz "İçinizde iyiliği emreden, kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun" diyerek bu görevi herkese değil, bir gruba vermiştir. Hadiste "Kim bir kötülük gördüğünde gücü yetiyorsa eliyle düzeltsin, buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğzetsin. Yani hoşnut olmadığını hissettirsin. Bu da imanın en zayıf noktasıdır" denmek suretiyle bir gruptan bahsedilmemiş, bu görev herkese verilmiştir. Ayet ile hadisi birlikte düşünürsek kimin neye, ne kadar gücü yetiyorsa elinden geleni yapması, aynı zamanda bu görevin profesyonel bir ekip eliyle yapılması gerektiğini çıkarabiliriz.

Gücü yetenin gücü çerçevesinde, profesyonel ekibin de imkanlar dahilinde iyiliği emretme, kötülükten sakındırma görevini yaptığını görüyorum. Bu, sevindirici yönümüz. Fakat bu görevi yaparken çoğu zaman sınıfta kaldığımızı görüyorum. Çünkü uyarma görevini yaparken veya dinin bir görüşünü söylerken sadra şifa bir dil kullanmıyoruz. Kime, nerede, hangi ortamda, ne söylediğimize dikkat etmiyoruz. Bir şey yapmaya çalışırken kırıp döküyoruz.  Eğer böyle yapılacaksa bazılarımız din adına konuşmamalı, kendisine toplumu düzeltme görevi vermemeli. Bunu Allah rızası için yapmamalı. Örnek mi istersiniz? Buyurun birkaç örnek vermek istiyorum: (mealen)
"Koronavirüsten korkulduğu kadar Allah'tan korkulsaydı yeryüzünde kötülük diye bir şey kalmazdı."
"Çinliler, her şeyi yiyor, temizliklerine dikkat etmiyor, Doğu Türkistanlılara zulmediyorlar. Gördüler günlerini. Halbuki biz günde beş vakit abdest alıyoruz."
"Kimse ‘Hastalığa yakalananlar niçin İtalya'ya gitti’ diye sormazken -hadise bu noktada değilken- UMREYE giden müminleri "Niçin Umre yaptılar" diye sorgulamak, İSLAM'LA sorunu olan bir zihniyetin ürünü olabilir." (İhsan Şenocak)
"Bu virüs İslam'ın on beş asır önce haram kıldığı "hebâis"i yiyen Çin'de ortaya çıktı. Taharetsiz dolaşan Avrupa'da yayıldıktan sonra bize geldi. Bu halde bile birileri mikrobun kaynağı ÇİN'i değil de umreye giden MÜMİNLERİ suçluyorsa, en tehlikeli virüs DİNSİZLİK değil midir?" (İhsan Şenocak)

Bu tür örnekleri çoğaltabiliriz. Bence fazlasına gerek yok. Sizi bilmem ama korkutan ve insanı kaçıran bir dil bu. İslam bu değil. İslam’ı anlatan Müslüman böyle olmamalı. Bir defa bu vazifeyi üstlenenler özellikle din diline çok dikkat etmeliler. Neyi, nerede, hangi ortamda söyledikleri önemli. Kaş yapayım derken göz çıkarmamalılar. Söylenilen ortamın psikolojisi gözetilmeli, her doğru her yerde söylenmemeli. Söylerken güzel ve tatlı bir üslup kullanmalılar; saldırgan, savunmacı, itham edici, tekfircilikle suçlayan, dışlayan, tiksindiren, herkesi cehenneme gönderen, Allah’la korkutan bir dil kullanmaktan kaçınmalılar. Din adına söyledikleri bilimsellikten uzak olmamalı. İkna edici bir dil kullanmalılar. Toplumu kutuplaştırıcı ve yanlarından kaçıracak bir dilden sakınmalılar. Söylediklerinden dolayı kendilerine yöneltilebilecek her türlü eleştirilere de açık olmalılar.

*20/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

17 Mart 2020 Salı

Çağımızın Vebasını Ciddiye Alsak İyi Olacak ***

Dünyayı kırıp geçiren çağımızın vebası koronavirüs ülkemize de geldi. Sağlık Bakanı Sayın Koca'nın açıkladığına göre virüse yakalanan toplam kişi sayısı 98 olmuş. Son yeni tanı konulanlar ve öncekilerde olduğu gibi "doğrudan ve dolaylı olarak ABD, Ortadoğu ve Avrupa temaslı imiş. Üçü de umreden gelenler arasından çıkmış. Bir de vefat eden var. Vefat eden yaşlı hasta da Çin temaslı imiş. Yurt dışı teması risk olmaya devam edecek"miş. 

Bakanın bu ve önceki açıklamalarından, virüsün dış kaynaklı olduğu görülmektedir. 2019 Aralığında Çin'de ortaya çıkan ve kaynağı hala tespit edilemeyen bu hastalık İran, İtalya ve Avrupa derken hemen hemen dünyanın her bir yerine yayıldı. Ülkemizin sınırları Afganistan, Pakistan, Suriye ve diğer ülkelerden gelen sığınmacılar için yolgeçen hanı olmasına rağmen virüsün en geç girdiği ülkelerden birisidir Türkiye. 

Salgını önlemenin, başkasına ve diğer ülkelere sıçramamasının tek yolu karantinadır. Salgının olduğu yer karantinaya alınır. Oradan ne çıkış olur ne de oraya girilir. Çin bu hastalıkla boğuşurken dünya muhabbetini yaptı, dikkatli olunmasını uyardı. Devletlerin yaptığı Çin uçuşlarını durdurmak oldu. Ne zamanki koronavirüs Çin duvarını aşarak Avrupa’ya dayandı, işin ciddiyeti anlaşıldı. Şimdi her devlet aldığı tedbirlerle birlikte sokağa çıkmayı yasaklamayı bile düşünüyor. Bazıları uygulamaya koydu bile.

Yukarıda bahsettim. Yanı başımızda İran'da ve İtalya'da ölümlere sebebiyet veren virüsün en son durak yerlerinden bir tanesi bizim ülkemizdi. Virüs her ülkeyi çalarken bizim insanımız tehlikenin farkına varamadı. Devlet yetkililerinin zorunlu olmadıkça yurt dışına çıkmayın uyarı ve tavsiyeleri göz ardı edildi. Dini veya turistik seyahatimizden ödün vermedik. Çarşıya çıkar gibi yurt dışına gidip geldik. Dışarı gidenler "Dışarıdan virüs kapar gelir, insanımıza bulaştırırız, herkesi uğraştırırız" demedi. “Kul hakkıdır” diyenlere kulak asmadı. Çünkü bize göre tek hak vardı: Kendi hakkımız. Başkasının hakkı bize vız gelirdi. Dini bir vecibeyi yerine getirmeye ve yurt dışı gezimize kim ne diyebilirdi... Bu zihniyete kendine Müslüman da diyebiliriz.  

98 kişide tespit edilen virüs daha başka kaç kişide ortaya çıkacak, kaç kişinin ölümüne sebebiyet verecek, bunu ilerleyen günler gösterecek. Virüsün başkasına bulaşmaması ve yayılmaması için devlet tedbir üstüne tedbir alıyor: Toplu yerlere girmeyin, temizliğinize dikkat edin, zorunlu olmadıkça evden çıkmayın diyor. Maçları seyircisiz oynatıyor, belki de maçların oynanmasını erteleyecek. Okulları tatil etti, eğlence yerlerini kapattı, cuma ve cemaat namazlarına yasak getirdi. Yurt dışından gelenlere 14 gün evinizde durarak toplum içerisine girmeyin dedi. Bizim insanımızın bir kısmı olayın ciddiyetinin farkına varamadı.

Sonunda devlet uçaktan ineni yurtlara yerleştirmeye başladı. Bireysel de olsa bizim insanımız, yerleştirildiği yurdu beğenmediği gibi ahıra benzetti, kimi gözetim altına girmemek için kaçmaya kalktı, kimi de kaldığı yurttan kaçarak evinin yolunu tuttu. (Erzurum Valisi Okay Memiş, umreden geldikten sonra karantinadan kaçarak Erzurum'a gelmeye çalışan 28 vatandaşı Çorum’da yakalattıklarını söyledi. TRT) Kimi camiye giderek cemaatle namaz kıldı ve kılmaya devam edeceklerini videoya çekerek paylaşım yaptı. Kimi de Diyanet'in cemaatle namaz kılmaya ara vermesini, hangi yetki ile yaptığını sorgulayan paylaşımlar yaparak kamuoyu oluşturmaya çalışıyor.

Hasılı devlet tedbir üstüne tedbir aladursun, biz bildiğimizi ve inandığımızı okumaya devam ediyoruz. Başkasından virüs kapar veya başkasına virüs bulaştırırmışız, bize vız gelir. Çünkü bize bir şey olmaz, zaten bizde bir şey yok. Bizde bu aymazlık oldukça ülke tümden karantinaya alınırsa hiç şaşırmam. 

Son söz olarak virüsü yurt dışından kapıp gelerek ülkeye koronavirüsün gelmesini hızlandıran insanlara “Böyle bir durumda ne işiniz vardı umrede ve yurt dışında” demeyeceğim. Çünkü olan oldu. Zaten söylemeye kalksan işitmediğin laf kalmaz. Ne Müslümanlığın kalır ne de insanlığın. Bu aşamadan sonra bunlardan istediğimiz, devletin tedbir amaçlı uyguladığı kurallara uymalarıdır.

***19/03/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.