15 Mart 2020 Pazar

Önce Bindir, Sonra İndir Sezonu*

Birkaç haftadır çarşıya inmezdim. Mahdum, spor ayakkabısı istedi. Girdik bir esnaf dükkanına. Çocuğun beğendiği ayakkabıya normalde 240 lira ama 10 lira indirim yapıyoruz peşin alışverişlerde. Siz 220 lira verin dedi esnaf. Sen bunu 200'e verirsin dedim. Para peşin mi dedi. Karta çektireceğim dedim. Normalde olmaz da haydi öyle olsun, tek çekim yapalım dedi. 

Dükkandan çıktık, çocukla adımlarken bir mağazanın, dükkanının ne kadar camı varsa boydan boya "Kırmızı etiketli ürünlerde yüzde 50 indirim" yazısını yapıştırdığını gördüm. Buluşmadan önce yardımcı kaynak ihtiyacını karşılamak için çocuğum, istediği kitapları yüzde elli indirimle almış. 

İyi ki çıkmışım çarşıya. Baharla beraber indirim sezonu da açılmış çünkü. Bir sevinç bir sevinç bende. Nasıl sevinmem. Kitabı yüzde elli indirimle 69'a, spor ayakkabısını da yüzde 16 küsur indirimle 200 liraya almış oldum. Üzüntüm, yüzde elli indirimin yapıldığı giyim mağazasına girmedim. Haliyle bir şey alamadım. Bu demektir ki yüzde elli indiriminden yararlanamadım.

Çarşıda fazla dolaşmadım. Biraz dolaşsam beni daha ne indirimler bekliyor, kim bilir…

Bundan birkaç yıl öncesinde esnafın, 1500 lira dediği 9 m²lik halıyı önce 1.250'ye, ardından 1.000'e, en son 950'ye almıştım. Yüzde 36'nın üzerinde bir indirim demekti bu.  Halının üzerine bastıkça indirim aklıma gelir, iyi bir fiyata aldım diye seviniyorum. Ardından keşke biraz daha pazarlık yapsaydım, kullandığım halıyı kaça alırdım, pişmanlığını duyarım.

İhtiyaç duyduğumda aldığım ve bir indirime(!) denk gelen veya indirim(!) yaptırarak yaptığım alışverişlere bir nebze de olsa sevindim. Her indirimde ihtiyacı olsun veya olmasın alışveriş yapanlar ne kadar sevinir, varın siz düşünün.

Şimdi gelelim sadede… Adı indirim veya kampanyalı ürün olsun, oldum olası hiç hazzetmedim bu tür satışlardan. Sezonunda, vatandaşın ihtiyaç duyduğu ürünü, çok yüksek fiyata satan bazı esnaf, sezon sonuna doğru, üründe birkaç defa indirime gidiyor. Ürünün önceki fiyatını üste yazarak üzerine çarpı atıyor, altına da yeni fiyatı yazıyor. Bazen de yüzde 20-30-40-50 hatta yüzde 70’lere varan indirimler yapılıyor. (“Zararına satış” veya “Maliyetine satış” indirimleri üzerinde hiç durmuyorum bile) Bir üründe yüzde elli oranında indirim yapılıyor ve bundan esnaf kar ediyorsa bu esnafın, sezonunda kar marşını varın siz düşünün. Böyle satışa ancak insaf demek lazım.

Diyelim ki büyük mağazalar, sezonu geçmiş, seneye modası geçecek ürünleri, müşteriye cazip fiyatla satarak elde ettikleri gelirle, yeni ürün alıp müşteriye sunacak. Sattığı ürünün fiyatını yazmayan veya ürünü, üzerinde yazılı etiket fiyatının çok altında bir fiyata pazarlık yoluyla indiren bazı küçük esnafa ne diyelim? Yukarıda verdiğim birkaç örnekten anlaşılacağı üzere yapılan indirimler küçük meblağlardan oluşan bir indirim değil. Müşteri pazarlık yapmaz ise ilk dediği fiyattan alıp gidecek, pazarlık yapmak isteyen müşteriyi kaçırmamak için esnaf, ilk söylediği fiyatı aşağıya çekiyor. Bu yapılan da bana çok hoş gelmiyor.

Adı ister maliyetine satış, ister zararına satış, ister yüzde elliye varan indirim olsun, hepsi müşteriye kurulmuş, tüketiciyi tüketmeye hazırlayan bir tuzak gibi geliyor. Fiyatlara önce bindiriliyor, sonra indiriliyor. Bindirirken de kazanıyor esnaf, indirirken de. Olan, ihtiyacı olmadığı halde indirim var deyip mağazalara koşan kişilere oluyor veya bir ürünü sezonunda alana oluyor. İndirim yapılır da bu kadar uçuk kaçık indirip yapılmaz. Piyasa, ürün satışında serbest olsun da ucu bucağı belli olmayan fiyat serbestliği fazla geliyor bana.

*16/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

12 Mart 2020 Perşembe

"Namaz 5 Vakit, Ahlak 24 Saat Farz" *

Dünyayı kasıp kavuran, seri ölümlere sebebiyet veren, şüyuu vukuundan beter olan Koronavirüs vakası, Türkiye'de bir erkekte de görülmesinin ardından bazı fırsatçılar, vatandaşın ihtiyaç duyduğu bazı ürünleri fahiş fiyatla satmaya başlayınca Show TV Haber Spikeri Ece Üner, bu durumu şu sözleriyle milyonlara aktardı:
"Namuslu esnafa hiçbir lafımız sözümüz yok. Ama virüs mü, fırsatçılar mı daha hızlı yayılıyor, bilemedik. Koronavirüs geliyor maske fiyatı 5 katına çıkıyor. Dezenfektan fiyatları katlanıyor. Makarna 3 katına çıkıyor. Deprem oluyor ev sahipleri kirayı 3 kat artırıyor. Sorsan hepimiz Müslüman’ız. Ama gel gör ki namaz 5 vakit, ahlak 24 saat farz. İhbar edin, Bu bizim vatandaşlık sorumluluğumuz."

Esnafımızın bu fırsatlığı dolayısıyla içini döken Ece Üner’in videosunu, (https://v.internethaber.com/storage/files/videos/2020/03/11/oguzhan-ugur-5ne3.mp4) sosyal medya ve sanal âlem vasıtasıyla paylaşan paylaşana. 28 saniyelik konuşması izlenme rekorları kırıyor. Ece Üner’i yüreğinden kopup gelen bu serzenişinden dolayı kendisine teşekkür ve tebrik etmek lazım. Çünkü kitabın ortasından konuşmuş ve bize büyük bir ders vermiştir. Ders ancak böyle verilir. Öyle zannediyorum bu haklı serzeniş, camideki imam-hatibin ve kürsüdeki vaizin konuşmasından daha etkili olmuştur ve olmaya devam edecektir.

Paylaşım ve izlenmenin bu kadar fazla olmasının temelinde, insanımızın bu konuda çektiği susuzluk vardır. Yani vatandaşımız bu konuda dertlidir. Gerçekten fırsatçılık bizim genlerimize işlemiştir. Yeter ki elimize bir fırsat geçsin ve vatandaş bir şeyi ihtiyaç hissetsin. Serbest piyasa diyerek gözümüzü kapatır, fiyatları istediğimiz rakamlara çeker, cebimizi kısa bir süreliğine de olsa doldurmaya çalışır, bu fırsatı ganimete dönüştürürüz. Spikerin dediği gibi ramazanda da böyleyiz, dövizin dalgalanmasında da böyleyiz…

Spikerin “Namazın 5 vakit, ahlakın ise 24 saat farz” olduğu cümlesinden ben, “Namaza verdiğimiz önem kadar ahlaka önem vermiyoruz. Halbuki namaz 24 saatlik bir günün içerisinde sınırlı bir zaman dilimini kapsarken ahlak, günün her saatini kapsamaktadır. Eğer Müslüman isek namaza verdiğimiz önem kadar ahlaka da önem vermeliyiz” demek istediğini anlıyorum. Çünkü “İslam, güzel ahlaktır”. Ahlakı olmayan ve ahlakla süslenmeyen bir Müslümanlık meyve vermeyen ağaca benzer. Aslında başta namaz olmak üzere ibadetlerin kökeninde ahlaklı birey ve toplum oluşturma çabası vardır. Özellikle namaz için Allah “Şüphesiz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir" buyurmaktadır. Aynı şekilde Allah, peygamber, melek ve ahiret inancının temelinde de ahlaklı birey ve toplum oluşturma mantığı yatmaktadır. Nedense ne kıldığımız namaz ne tuttuğumuz oruç ne Allah, melek ve ahiret inancımız bizi genel geçer ahlak ve etik değerlerle bezenmemizi sağlıyor. Demek ki inandığımızı söylediğimiz inanca ve yerine getirmeye çalıştığımız ibadetlere dinin istediği şekilde değil, kendimize uydurmuş bir şekilde inanıyor ve yerine getiriyoruz.

Bugün İslam dünyasının içler acısı durumunun temelinde inancın, ibadetlerin, ahlakın, insani değerlerin, geleneklerin ve kanunların fayda sağlamamasının temelinde, denetim ve yaptırım eksikliği yatmaktadır. Bu eksikliğinden dolayı insanımız, işini çıkarmanın yoluna gitmektedir. Ne zamanki yaptığımız yanımıza kar kalmaz, birileri başımızda ekşir, işte o zaman biz, yola geliriz. Ötesi vicdanlara kalmış bir durumdur ki yaşadığımız hayatta bir geçerliliği maalesef yoktur.

*13/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

11 Mart 2020 Çarşamba

Sığınmacılar Politikamız

Gündem o kadar hızlı değişiyor ki baş döndüren türden. Değişmeyen tek gündemimiz, Suriye içinde yaptığımız operasyonlar, şimdilerde savaş ve şehit haberleri. Böyle devam ederse ne Suriye içinde yapacağımız operasyonların sonu kesilecek ne de buna paralel olarak gelen şehit haberlerinin sonu gelecek. Temennimiz askerimizin, burnunun kanamaması ve Rusya ile yapılan ateşkesin kalıcı olması. Bir diğer konuda da yine Suriye ile yakından ilgili olan Suriyeli sığınmacılar konusu. İçimizde yaşayan başka ülkelere ait sığınmacılar da var ama 4 milyona yakın Suriyeli sığınmacı -öbür sığınmacılara göre daha çok olduğundan olsa gerek- diğer sığınmacıların önüne geçiyor. Dolayısıyla sığınmacı dendi mi bu ülkede ilk akla gelen, Suriyeli göçmenlerdir.

Suriyeli sığınmacılar konusu sadece bugünün değil, Suriye iç savaşının çıktığı 2011’den beri bu ülkenin gündeminde. Şu anda gündemin ilk sırasına oturması, İdlip’te 36 askerimizin şehit olmasıyla birlikte sığınmacılarla ilgili politika değişikliğine gitmemiz sebebiyledir. Nihayet üst perdeden “Taahhütlerinizi yerine getirin yoksa kapıları açar, göçmenleri salarız” sözü pratiğe dönüştü ve sınır kapılarını açtık. İsteyen sığınmacı gidebilir, dedik.

Göçmen veya Suriyeli sığınmacılar konusunda ülke olarak doğru bir politika izledik mi? Bu soruya gönül rahatlığıyla maalesef evet diyemiyorum. 2016 yılında AB'nin güvenliği adına, Suriyeli göçmenlerin Türkiye'de tutulması ile ilgili AB ile bir anlaşma yapılmamalıydı. Suriye'den ülkemize sığınanlar başta Avrupa olmak üzere istediği ülkeye gidebilmeliydiler. Geldiğimiz noktada 2011 yılından itibaren ülkemize peyderpey gelen sığınmacılar, değişik illerimize dağılarak yerleştiler. 36 şehidin ardından "AB, anlaşmanın gereğini yerine getirmedi. Biz de kapıları açıyoruz, isteyen gidebilir" dedikten sonra Avrupa'ya gitmek için ülkemizden ayrılıp Yunanistan sınırına dayanan sığınmacıların çoğunluğu Afgan ve Pakistanlı. Beklenildiği gibi ülkeden Suriyeli sığınmacı çıkmadı. Çünkü Suriyelilerin çoğu ülkemizde iş buldu, çalışıyor. Çoğunun burada çocuğu dünyaya geldi. İnsanımızdan Suriyelilerle evlenenlerin sayısı da az değil. Buradaki Suriyeliler Avrupa'ya gitmek istese orada hayatlarına sıfırdan başlamaları gerekecek. Bu riski kaç kişi göze alır? Halen Yunanistan sınırında bekletilen sığınmacıların geri dönmesi de yüksek ihtimal. 

Hasılı içimizde yaşayan başta Suriyeliler olmak üzere sığınmacılar bu ülkede kalıcı. Çoğu bu ülkede kalmaya devam edeceği gibi bir taraftan da kaçak yollarla ülkemize göçmen gelmeye devam ediyor. Ülkemizden gitmeleri için Avrupa, göçmenleri ülkelerine kabul ederse veya Suriye'de Beşşar Esad dönemi sona erer, yerine gelen yönetim, Suriye'yi terk etmiş vatandaşlarına kapıyı açar, eski evlerine ve işlerine dönebilme garantisi verirse ülkemizden çoğunluğu gidebilir ya da Türkiye'nin önerdiği fakat dünyaya kabul ettiremediği güvenli bölge modeli hayata geçirilir, oralarda Suriyelilere ev yapılır, iş verilirse belki o zaman ülkemizden ayrılabilirler. Göçmenler kendilerine önerilen yere ancak buradaki imkanlardan daha iyi imkanlara kavuşursa giderler.

Bugün sorun olarak gördüğümüz mülteci sorunu, ileride daha büyük sorunlara gebe gibi görünüyor. Halkın ekseriyetindeki Suriyelilere olumsuz bakış, ileride yerini gerilim ve çatışmaya bırakabilir. En ufak bir kıvılcım tarafları sokağa dökebilir. Bu durumda ne yapılabilir, bu sorun nasıl çözülür bilmiyorum. Allah bu ülkenin yardımcısı olsun, mültecilerinde...