26 Ocak 2020 Pazar

Tepki Çeken ve Duygulandıran Deprem Mesajları ***

Bu yazımda merkez üssü Sivrice olan 6,8 şiddetindeki Elazığ depremi olduğu andan itibaren sosyal medyada paylaşılan mesajların bir kısmına yer vereceğim. Paylaşımlarda göreceğiniz gibi depreme sevinen, tiye alan ve kin kusan sözüm ona insanımız olduğu gibi elindeki imkanları depremzedelere sunmaya hazır büyük bir kitle var. Türkiye’de kimlerle beraber yaşadığımızı bilelim istedim.  Önce tepki çeken paylaşımlar:

"Hiç umurumda değil. Çoğu Kürt zaten. Yardım göndermeyin. Hepsi PKK'ya destek veriyor. Şehitlerimizin kanı yerde kalmıyor işte." (Kürt kadar başına taş düşsün emi!)

"Kürde bak. Çok felaket sallanıyor. ...Kürdü" (Kafatasçı bir tipin hezeyanı. Buna hasta ruhlu da diyebiliriz.)

"Enkaz altındayım. Durumum iyi ama sesim duyulmuyor. Herhalde telefon çekmiyor." (Bu paylaşımı yapan enkazın altında kalmış biri değil. Sosyal medyada keyif çatan, arama-kurtarma ekibini uğraştıran ve onlara vakit kaybettiren benmerkezci bir tip)

"Biz her şeyimizi verelim o ayrı, ama neden hala deprem anı ilk akla gelen para toplamak? Onca toplanan deprem vergisine ne oldu?" Aynı kişiden bir başka paylaşım: "Hop güncelleme 6.5... Biliyorsunuz bir dereceden sonra o ilde vergi filan depremden dolayı muafiyet alıyor." (Sözüm ona bir sanatçının paylaşımı. Şeffaflık adına deprem vergisi sorgulansın ama bu, can pazarının yaşandığı deprem esnasında olmamalı değil mi?)

"Elazığ Tr'nin en bağnaz, en cahil, en paranoyak, cinsel saplantılı, maddi ve manevi tecavüz kültürü gelişkin kentidir. Gasp edilmiş emlak üzerine kuruludur, inkar edilmiş kimliklerden örülü bir hapishanedir. İdolü Mehmet Ağar'dır. Çocuklara yazık tabii, onlar suçsuz." (Bölgesel ırkçılığı tüm benliğiyle yaşayan, bölgesinden dolayı insanlara kin kusan bir diğer hasta tipin hezeyanıdır.)

İçimizi karartan, ne oluyoruz, bunlar da kim diyebileceğimiz bu kadar paylaşımdan sonra yardımseverliği en üst seviyede ifade eden ve iyi ki varsınız dedirten, içimizi açan, duygulandıran evini ve gönlünü açan paylaşımlara bakalım:

“İki ailenin kalabileceği kadar dayalı döşeli evimiz var. Deprem bölgesinden geleceklere kapımız açıktır.”

“Diyarbakır’da bir ailenin kalabileceği kadar dayalı, döşeli bir evimiz var. Deprem bölgesinden gelenlere kapımız açıktır.”

“Erzincan’dayım. Boşta bir evim var. İki aile rahatça sığabilir. Buradan iletişim kurabilirsiniz.”

“Memleketim Erzincan’da boş durumda. Eşyalı ve oturmaya hazır durumda 5 konutumuz Elazığlı depremzedelerimizin emrindedir. Yaklaşık 10 ailemizi, istedikleri kadar ağırlamak bizim için onurdur. 92 Erzincan depremzedesi bir aile olarak emrinizdeyiz. DM kutum açıktır.”
“Biz iki kardeş farklı şehirlerde yaşamaktayız. Samsun’da eşyalı bir evimiz var. Elazığ’da oluşan deprem sebebiyle evini kaybetmiş çocuklu bir aile, 1 sene boyunca evimizde kalabilir.”

“Eskişehir Sivrihisar ilçesinde 3+1 kısmen eşyalı, boş bir dairem var. Çocuklu bir aile çok rahat kalabilir. İhtiyaç duyulan eşyaları tamamlayarak istedikleri kadar misafir edebilirim.”

“Elazığ’daki depreme çok üzüldük. Bizleri sarsıntısı bile çok korkuttu. Siz ise yıkım yaşamışsınız. Canınız yanarsa canımız yanar. Keşke orada olup sizlere kendi ellerimizle yardım edebilsek, o zaman belki içimiz daha rahat ederdi. Ama havalar soğuk diye hem battaniye koyduk hem de kardeşliğimizle içiniz ısınsın diye bunu yazmak istedim. Umarım kaybolmaz ve okursunuz. Bizi yanınızda hissedin. Allah sizi çok korusun. Ordu’dan sizler için dua ediyoruz.”

İçimizi karartan kişilerin sayısı bereket bu ülkede azınlıkta. Sadece mide bulandırıyorlar. Ülkenin her bir köşesinde “Ben ne yapabilirim” düşüncesine sahip büyük çoğunluk milyonlarımız var. İyi ki varlar!

***28/01/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

25 Ocak 2020 Cumartesi

Dürüstlük Sınavında İslam Dünyası

Bilim ve teknolojide İslam dünyasının geride kaldığı; başkalarının ürettiği ve icat ettiğini kullanan, çalışmayı sevmeyen, rahatına düşkün insan topluluklarından oluştuğu hepimizin malumudur. Bu durumumuzdan geçtim. Zira bugün çalışmaya ve üretmeye kalksak dünyayı yakalamamız mümkün değil. Zira üretme gibi bir derdimiz ve bunu sorun ettiğimiz de yok zaten. Bu, Allah'ın bir kaderi olmasa da biz bu durumu kader belleyip yolumuza devam ediyoruz. Yolumuza devam ederken kendimizi sorgulayacağımız, haddimizi bileceğimiz ve bu durumdan utanç duyacağımız yerde dürüstlükten, çokbilmişlikten, başkasına akıl vermekten ve kendimizden başka kimseyi beğenmemekten de geri kalmıyoruz.

Ne mi yapıyoruz? Eforumuzu birbirimizi yiyerek bitiriyoruz. Başkası dünyayı bitirip Aya, Marsa çıkıp buralarda yaşanabilir mi üzerine kafa yorarken biz, hadisleri tartışıyoruz. Kimimiz silip atıyor, kimimiz de hadis kitaplarında yer bulmuş her sözü, her haberi sahipleniyor. Sünnetle hadisi birbirine karıştırarak birbirimizi hadis düşmanı veya gelenekçi ilan ediyoruz. Tarikat var mı, yok mu tartışması yapıyoruz. Mehdi gelecek/gelmeyecek üzerine kafa yoruyoruz. Kılık-kıyafet tartışması bizden ayrılmaz bir parça zaten.

Nedense tartışmalarımız arasında ahlak tartışmasına yer yok. Mesela dürüstlüğümüzü masaya yatırmayız. Deprem olur, binalarımız niçin yıkılır, enkaz altında niçin insanımız kalır, bunda bizim payımız yok mu? Ne yapmamız gerekirdi ki yapmadık, malzemeden çalarak ucuza mal ettik, deprem yönetmeliğine göre binalarımızı niçin sağlamlaştırmadık demeyiz. Vatandaş malzemeden kaçırarak binasını yapıyor veya yaptırıyor. Devlet  de 1948'den bu yana kaçak binaları resmiyete dönüştürmek ve bu vesileyle vatandaştan üç-beş kuruş gelir elde etmek için 22 defa imar affı çıkarıyor. Devlete, "Bu binalar kaçak yapılırken sen ne yapıyordun? Şimdi niçin af yolunu seçiyorsun demiyoruz. Biz devletten beteriz, devlet ise bizden besbeter. 

İmal ettiğimiz ürünlerde kalıbımızı konuştururuz ama kalitemizi konuşturmayız. Alaverelerimiz, dalavere üzerine kurulu. Aynı marka ürünün satışında, serbest piyasa ekonomisinden anladığımız, o ürünü tutturabildiğimiz fiyata satmaktır. Fiyatı yüksek tutup pazarlık yapmaktır. Adına da peygamber pazarlığı deriz. Bir şey alacağımızda bu yüzden dükkan dükkan gezerek piyasa araştırması yaparız.

Verdiğim bir iki örnekten çıkarabileceğimiz, dürüstlükten yoksun olduğumuza verebileceğimiz en güzel iki örnektir. Hiçbir şey olamasa da İslam dünyası pekala dürüst olabilir veya dürüst kalabilirdi. Belki dürüst olamadık ama dürüstlüğü kimseye vermedik. Hep dürüst geçindik. Sorarım size: Dürüstlükte sınıf geçemeyen bir İslam dünyası, bu dünyada iflah olur mu? Dünyada dürüst olmayanı ahirette nasıl bir akıbet bekler?

Not: Merkez üssü Elazığ, Sivrice olan 6,8 şiddetindeki deprem dolayısıyla bu yazıyı kaleme aldım. Bu vesileyle depremde vefat eden 35 insanımıza Allah’tan rahmet, 1607 yaralımıza acil şifalar; artçı depremlerin devam etmesi dolayısıyla bu kışta evine giremeyen ve çadırda yaşam mücadelesi veren insanımıza sabırlar ve kolaylıklar diliyorum. Allah beterinden korusun.

Çok Ders Almadığımız Görülüyor *


Cuma akşamı 20.55'de merkez üssü Elazığ Sivrice olan 6.8 şiddetindeki depremde, şu ana kadar vefat edenlerin sayısı 35, yaralıların sayısı 1607, enkaz altından sağ kurtarılanların sayısı 45 kişi olarak açıklandı. Yazıyı kaleme aldığımda AFAD yetkililerinin enkaz altından canlı arama ve kurtarma çalışmalarında sona yaklaşılmıştı. 

Deprem ülkesi olan ülkemizde, geçmişten günümüze bazı dersler çıkardığımız anlaşılmaktadır:
1.Önceki depremlere göre devlet daha bir organize ve daha hızlı. Devletin kurum ve kuruluşları arasında bir koordinasyon söz konusu. Bakan seviyesinde devlet yetkilileri kısa zamanda deprem bölgesine ulaştı. Devlet, vatandaşını yerinde ve zamanında bilgilendirmekte. Deprem bölgesine yapılacak her türlü yardımın AFAD eliyle yürütülmesi sağlandı.
2.TV'lerimiz tam puan aldı. Yetkili ve uzmanları kanallarına misafir ederek vatandaşı bilgilendirdi. Felaket tellallığı yapılmadı. Vatandaşın ne yapması gerektiği konusunda anlık bilgilendirme ve uyarılar yapıldı.
3.Önceki depremlerde çöken GSM operatörleri çökmedi. Bunda yetkililerin zorunlu olmadıkça telefon görüşmesi yapılmaması, bunun yerine internet alt yapısının kullanılması uyarıları etkili oldu. Vatandaş, internet aracılığıyla haberleşti.

Depremin sevindirici ve bizi teselli eden yönü;
1.Depremin kırsalda meydana gelmesi,
2.Depremin akşam saatlerinde olması ve bizi uykuda yakalamaması,
3.Enkaz altında kalan ve ölenlerin sayısının fazla olmaması.

Tüm bunlara rağmen depremlerden çok ders çıkarmadığımız görülmektedir. Çünkü deprem yönetmeliğine rağmen hala yıkılan binalarımız (75) var ve enkaz altında kalan insanlarımız çıkıyor. Hala binalarımız yıkılıyorsa bu bizim ayıbımızdır. Enkaz altında kalmış insanlarımızın olmasının masum ve makul bir tarafı olamaz. Fakat gel gör ki bizim binalarımız çürük. Bırakalım 6.8 şiddetindeki bir depremi, 5-6 şiddetindeki depremlerde bile binalarımız yerle bir oluyor. Çünkü deprem yönetmeliğinden önce yapılan binalarımız, depreme dayanıklı hale getirilmedi. Halen depreme dayanıklı olmayan binalarımız depreme dayanıklı olan binalara oranla daha fazladır. Bu da bizi öldürmeye devam ediyor. Bu kafayla gidersek organize, iletişim, bilgilendirme ve yardımlaşmada  yine sınıfı geçeriz ama sağlam olmayan mevcut binalarımızla sınıfta kalmaya devam ederiz. 

Aslında binalarımızı sağlamlaştırsak depremlerde organizasyona, koşuşturmaya ve yardımlaşmaya ihtiyaç kalmayacak. İnsanlar depremle beraber  beşik gibi sallanmaya devam edecek, ama evlerine ve işyerlerine güvendikleri için evlerini terk etmek zorunda kalmayacaklar. Böyle günleri görebilecek miyiz? Bizden daha yıkıcı depremlere maruz kalan ama sallanırken dahi işine devam eden ve soğukkanlılığını koruyan Japonya vb. ülkeler gibi olabilecek miyiz? Bu hantallığımız ve aymazlığımızla zor görünüyor. Çünkü biz hala kaçak binaların sağlamlığına bakmadan, imar barışından para kazanma yoluna gidiyoruz ve depremlerde ölmemeyi  istemek ve beklemek İslam dünyasına lüks görünüyor.

Bu vesileyle depremde vefat edenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Allah beterinden saklasın.

*27/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.