14 Ocak 2020 Salı

Yazık Bu Öğrencilere! ***

Yaşça kendimden büyük esnaflık yapan bir akrabamı ziyaret ettim. Çay içerken laf döndü dolaştı, okullar ve öğrencilere geldi: Cumartesi ve pazar günleri okullar kapalı değil mi? Bildiğim kadarıyla tatil. Buna rağmen sabahın erken saatinde sırtına çantasını alan çocukları yollarda görüyorum. Bu çocuklar nereye gidiyor böyle" dedi. Derin bir nefes aldıktan sonra kendisine, cumartesi ve pazar günleri resmi tatil ama okullar açık. O gördüğün çocuklar ek derse gidiyorlar. Kimi okullarında açılan kurslara, kimi ücretini verip etüt merkezlerine, kimi özel derse gidiyor.  Kimi de hafta içi okul dersleri bittikten sonra akşamleyin etüt ve kurslarda soluğu alıyor.  Neredeyse tüm yıl durum böyle, dedim.

Öyle değil mi gerçekten? MEB'in iş takviminde eğitim ve öğretimin 180 iş gününden az olamaz dediğine bakmayın siz. Resmiyette öyle olsa da neredeyse 365 gün öğretim işiyle uğraşıyor bu öğrenciler. Yaz nedir, kış nedir, on beş tatili nedir, resmi tatil nedir bilmezler. Okullar yaz tatiline girince bu çocuklar, aileleri tarafından ücretli ve ücretsiz kurslara gönderilir. Okul zamanı cumartesi ve pazar günleri hakeza kurslara devam eder bu çocuklar. Yani anlayacağınız bu çocuklar 1 Ocak, 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim, Ramazan ve Kurban bayram tatilleri dışında aşağı yukarı öğrenmek için bir yerlere gidiyorlar. Bu tabloya göre bu asrın çocukları şu ya da bu şekilde 365 gün öğretimin içindeler. 

Okul, etüt, kurs ve özel dersten sonra bu çocuklar evlerine gelince ne yapıyorlar? Odalarında konu anlatımlı veya soru bankası adı altında farklı yayınevlerine ait boy boy yardımcı kaynaklar var. Birini bitirince çocuk diğerine geçiyor. Çünkü bir dersle ilgili yayımlanmış ne kadar soru varsa çözmesi gerekiyor. Okul, etüt, kurs üçgeninde yorgunluktan bitap düşmüş çocuk, evde yemeğini yedikten sonra çalışma masasına oturmak için biraz ağırdan alsa çocuğunu çok düşünen ve onun başarısı için saçını süpürge eden anne ve babası "Senin dersin yok mu? Ne ağzını ayırıp duruyorsun" dercesine yüz hattı değişiyor. Çözülmüş ve çözülmeyi bekleyen yardımcı kaynakları üst üste koysan içinde bir veya birkaç insanın kalabileceği küçük bir baraka yapılır.

Okulların, etüt ve kurs merkezlerinin, velilerin ve MEB'in tek hedefi var: Her türlü imkânın ayakları altına serildiği bu çocukların LGS ve YGS'de başarılı olması. Çocukların iyiliğini isteyen kişi ve kurumların hepsi gördüğünüz gibi birer iyilik meleği. Kendilerine zamanında bu imkanlar verilseydi, onlar nasıl başarılı olurlardı. Zamanınız olursa hepsinin birbirine benzer hikayelerini bir dinleyin derim.

Hayatları rutine binmiş bir şekilde okul, etüt/kurs, soru çözmekten ibaret bu çocuklara yazık değil mi? Başarı adına bu çocuklara verdiğimiz bir eziyet değil mi? Kaç kişinin vücudu ve beyni kaldırır bu yükü? (Zaten çoğu bu yükü kaldıramıyor. Yarı yolda çalışmayı bırakıveriyor.) Emsallerine fark atsın diye bu yaptığımızın neresi pedagojik? Sahi, bu çocukların yerinde olmayı kaç kişi ister? Her şeyden öte çağın bu çocukları, kendilerinin yerinde olmayı hiç isterler miydi? 

Bence bu çocuklara yazık ediyoruz. Eğitim ve öğretim yolunda emsallerine fark atsın düşüncesiyle bu çocukların çocukluğunu ve gençliğini yok ediyoruz. Bir zaman sonra da benim çocuk akraba nedir bilmiyor deriz. Zamanında ders çalışsın, dersinden geri kalmasın diye herkesten kaçırdığımız bu çocuklar, akrabayı nereden bilsin? Oyunlarından mahrum bırakarak oyun çağından edip güç ve kapasitesinin üzerinde bir yük ile boğmaya çalıştığımız bu çocuklar, çocukluklarını yaşamadıkları için büyümüyorlar bir türlü. Her şeyimizi feda ederek ayakları altına serdiğimiz bu çocuklar bir gün "Ayaklarımın altına süpürge ettiğiniz saçlarınızı, alın başınıza çalın, gözüme görünmeyin ve gölge etmeyin" derlerse hiç şaşırmam. Aslında böyle diyecekler ama diyecek takatleri bile yok.

***18/01/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Restoranların Gizli Ortakları

Lokanta alışkanlığım yok. Bu yüzden kolay kolay gitmem. Evimde ne varsa onunla karnımı doyururum. Çarşamba akşamı bir emri vaki ile karşılaştım. Mecbur kaldım lokantaya gitmeye.

Neden diye sorup yaramı depreştirmeyin. Eşimin evlilik yıl dönümü imiş o gün. Başta evlilik yıl dönümü olmak üzere belli gün ve haftalarda restoranları yoklamak kültürümüzde Allah'ın emri gibi oldu ne de olsa. Cebimizde sıkışmış neyimiz varsa lokantacıya bırakır geliriz. 

Bu tür evlilik yıl dönümlerini lokantalarda yiyip içerek biz mi evlilik yıl dönümlerimizi kutluyoruz yoksa lokantaları mı kazandırıyoruz? Çok anlamış değilim. Ama müşteri gelince pek sevindiklerini gözlemliyorum. Bazen acaba kadınlar lokantacılarla ortak mı çalışıyorlar? Düşünmüyor değilim. Giyim kuşamcılarla ortaklıkları var, bunu biliyorum. Sanırım lokantacılarla da var. "Ben kocamı getireceğim, sen onu soy, soğana çevir, acıma" diyor olmalılar. Başka türlü bir izah aklıma gelmiyor. İnsafları da yok, belli.

Bu tür yıl dönemlerini kim icat ettiyse atasına rahmet diliyorum. Keşke bunu icat edenler ömür de bir yapsalarmış bu kutlamaları daha iyi olacakmış. Mübarek yıl dediğin birden geliveriyor. İşin yoksa, paran bolsa yılda bir seni sıkan parayı boşalt gel.

Gitmeyiver, derdine ne, evinde su mu çıktı demeyin. Elin mahkum, gideceksin. Zaten hanımları mutlu etmek için yaşamıyor muyuz? Canımı yakıyormuş...kadının keyfi için canımızın yanmasının lafı mı olur?  Mühim olan onların mutluluğu. Bereket versin paramızı sağa sola harcatarak mutlu oluyorlar. Ya yetinmeyip canını isterim, başka türlü mutlu olamam derlerse ne yapacağız? Bu tevazu yönlerini takdir ediyorum doğrusu. Eksik olmasınlar...

Acıdım durumuna falan demeyin. Ben yine ucuzundan hallettim her zamanki gibi. Siz kendinize yanın. 

Ülkenin En Büyük Kumarbazı ve En Borçlu Olanı Kimdir? *

Size Türkiye’nin en büyük kumarbazı kimdir desem ne cevap verirsiniz? Siz bu soruya ne cevap vereceğinizi düşüne durun. Soruya cevap vermeden önce bazı bilgilere yer vereceğim. Sonra en büyük kumarbazın kim olduğunu hep birlikte görmüş olacağız.

Milli Piyango İdaresi tarafından yürütülen şans oyunları ve günleri:
*Milli Piyango, her ayın 9, 19 ve 29’unda çekilişi yapılır. Aralık ayında 29’unda çekilişi yapılması gereken Milli Piyango, iki gün gecikmeyle 31 Aralıkta yerine getirilir.
*On Numara, her hafta pazartesi günleri.
*Şans Topu, her hafta çarşamba günleri.
*Süper Loto, her hafta Perşembe günleri.
*Sayısal Loto, her hafta Çarşamba ve cumartesi günleri.
*Hemen Kazan, (Halk arasında Kazı Kazan olarak bilinir) her gün.
Türkiye Jokey Kulübü tarafından yürütülen şans oyunları:
*Altılı, beşli, dörtlü, üçlü ganyanlar. Kısaca at yarışları. Bu tür şans oyunlarına müşterek bahis de denir. Türkiye Jokey Kulübü, Tarım Bakanlığının önderliğinde özel bir kuruluştur. Her gün oynanır.
*İddaa, Spor Toto Teşkilat Başkanlığı eliyle yürütülmektedir. Her gün oynanır.

Verdiğim bu örnekler şans oyunları olarak bilinir. İsmini burada zikretmediğim başka şans oyunları da vardır. Gördüğünüz gibi şans/talih oyunları vasıtasıyla para kazanmak veya şansını denemek isteyenler için yılın her günü bir çekiliş var. Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, ismini yazdığım şans oyunları devlet eliyle yürütülmektedir. Bu durumda yazımın başında sorduğum sorunun cevabı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu ülkenin en büyük kumarbazı devletin kendisidir.
İçinizden bazıları, şans oyunları kumar mıdır diyebilir. Şans oyunlarının kumar olup olmadığını kumarın tanımına bakarak anlayabiliriz. TDK’ya göre kumar: “Ortaya para koyarak oynanan talih oyunu” demektir. Tanımda geçen talih de şans anlamına gelir. Bu tanımdan anlaşıldığına göre şansa bağlı kazançlar kumar kapsamına giriyor. Kumar konusunda Din İşleri Yüksek Kurulu Taraflardan birisinin kazanıp diğerinin kaybetmesi esasına dayalı bütün şans oyunları kumar kapsamında değerlendirilip haram kılınmıştır. Zira bir taraf kaybederken, diğer taraf da hak etmeden kazanmaktadır. Buna göre şans faktörüne dayalı olan piyango, toto, loto, iddia, müşterek bahis, ganyan gibi tertip ve oyunlar da kumardır ve haramdır." fetvasını vermiştir. Kısaca şans oyunları kumardır ve haramdır demektedir.
Yine içinizden bazıları “Şans oyunlarından elde edilen hasılat ile bazı hizmetler yapılmaktadır” derse, bu konuda da Din İşleri Yüksek Kurulu “Bu tür oyunların hasılatından bazı kuruluş ve hayır kurumlarının yararlanması, onları meşru hale getirmez ve haramlık hükmünü değiştirmez. Bu yollardan birisiyle elde edilen kazançlar, sevap beklenmeyerek yoksullara veya hayır kurumlarına verilmelidir." demektedir.

Şans oyunları oynayan veya kumar aleti olarak bilinen diğer kumar türlerinden anlayan ve bilen birisi değilim. Ama gördüğüm kadarıyla değeri fazla olmayan biletler bastırılarak satışa sunulan şans oyunlarından en fazla geliri devlet elde etmektedir. Bu durumda en büyük kumarbaz devlet olduğu gibi bu işten de en fazla pay alan yine devletin kendisidir. Devletin şans oyunlarından elde ettiği gelir şu hikayeye benzer: “Duston Lui isimli biri evini 800 bin dolara satışa çıkarır. Evi kimse almaz. Bunun üzerine Lui, evi çekilişle 1 (bir) dolardan satacağını söyler. Çekiliş için iki milyon bilet bastırarak her bir bileti bir dolardan satar. Herkesin gözü önünde çekilişi yapar ve kazanana evini teslim eder.” Evini 800 bin dolara satamayan Lui, bastırdığı biletlerle bir dolara verir ama karşılığında 2 milyon doların sahibi olur.

Şans oyunlarından devlet tıpkı Lui gibi kazançlı çıkmaktadır. Yılın her günü oynanan bu şans oyunlarından devlet çok para kazanıyorsa bu para nereye gidiyor? Bildiğim kadarıyla bu kadar kazanca rağmen devletimiz çok borçludur. Durmadan borç ödemektedir. Haydan gelen huya gider dedikleri böyle bir şey olsa gerek. Çünkü emek sarf edilmeden elde edilen para haksız kazançtır ve bunun da bir bereketi olmaz. Şans oyunlarına bel bağlayanlara duyurulur.

*17/01/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.