26 Aralık 2019 Perşembe

Yönetimde Denetim *


Yönetim başlı başına bir sanattır. İnsan yönetimidir ne de olsa. Dünyanın en zor işidir insanı yönetmek. Bundandır ki her insan yönetici ve lider olamaz. Olursa da ağzına yüzüne bulaştırır.


“Plânlama, örgütleme, yöneltme, eş güdümleme (koordinasyon) ve denetim” yönetim sürecinin aşamalarını ifade eder. Planlama, örgütün amaçlarının ve bu amaçlara ulaştıracak yolların belirlenme sürecidir. Örgütleme, planların hayata geçirilmesinde görev yapacak kadronun oluşturulmasıdır. Yöneltme, yapının harekete geçirilmesidir. Koordinasyon, örgütün amaca ulaşabilmek için birbirleriyle yapacakları işbirliği ve aralarında çıkabilecek sorunları çözmek için sürdürülen çabalardır. Yönetim sürecinin işlevlerinden sonuncusu ise denetimdir. Denetim; “örgütsel, yönetsel ve ürünsel amaçlardan sapmaları önlemek için, örgütün işlemesini izleyip düzeltme sürecidir. Yönetim sürecinin kusursuz işlemesi, yönetimin her eylemine ilişkin geri bildirimi sağlayabilmesini gerektirir.”


Klasik yönetim anlayışının öğeleri diyebileceğimiz bu beş maddenin temelleri 19.yüzyılda atılmış, daha sonraki dönemlerde geliştirilmiştir. İster şirket ister devlet yönetimi olsun aynı amaç uğruna, birden fazla insanın çalıştığı her yerde bir yönetim vardır ve en az bu beş yönetim süreci her yönetimde olmalıdır. 

Yönetim sürecinin her aşaması önemli olmakla birlikte ben burada sürecin denetim öğesi üzerinde duracağım. Çünkü denetim, kontrol, hesap sorma ve hesap verme olmadan bir yönetim anlayışı başarılı olamaz. Çünkü denetimin olmadığı, varsa da ciddi yapılmadığı yerlerde kokuşmuşluk, bozulma baş gösterir. 

Bir kurum ve kuruluşta veya işletmede sonuç alıcı, ciddi bir denetimden söz edebilmek için orada çalışan insanların farklı düşünce yapısına sahip, işinin ehli insanlardan oluşması gerekir. Bir kurum ve kuruluşta farklı kafa yapısına sahip insanlar olursa bu kurum, ciddi bir denetim geçirmese bile o kurum kendi içinde kendi denetimini yapar. Çünkü herkes işine odaklanır. Kimse birlikte çalıştığı meslektaşına malzeme vermek ve malzeme olmak istemez. Amir amirliğini, memur da memurluğunu bilir. Ama bir kurumda tepeden tırnağa, aynı düşünce yapısına sahip insanlar görev yaparsa bu kurumda işler tıkırında gitmez. Yapılan iş ve işlemler sağlıklı yürümez, verim de alınmaz. Denetime gelen ciddi bir inceleme yapmaz veya yapamaz. Çünkü böyle yerlerde görev yapması için atananların her birisinin arkasında bir dayısı vardır. Yani işe adam değil, adama iş verilmiştir. Kimse bunlara diş geçiremez. Buralarda işler güven esasına dayalı yürür. Çünkü hepsi bizim adamımızdır. Adamımıza güvenmeyip de kime güveneceğiz?

Güven esas olmakla beraber asla kontrolü elden bırakmamamız gerekiyor. İkili, kişisel ilişkilerde güven ön planda olabilir ama devlet yönetiminde ve siyasette kontrol ön planda olmalıdır. İşini yapmayan, işini savsaklayan, kurumun amaç ve hedefleri doğrultusunda çalışmayan bedelini ödemelidir. Çünkü kimsenin yaptığı yanına kar kalmamalıdır.


Türkiye'nin bugünkü en büyük sorunu maalesef denetimdir. Her yere kendi kafa yapımızdan insanları doldurarak bir yere varamayız. Beklediğimiz başarı da asla gelmez. Bu anlayış, aynı zamanda insanlardaki adalet, hak ve hukuk kavramlarını da zedeler ve yok eder. Sonuç olarak denetim elzemdir. 

*07/03/2020 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.



Sigaraya Gösterilen Hassasiyet


Sigara zararlı alışkanlıklardan. Sağlığa zararlı. Din, içilmesine cevaz vermez. Sigaraya verilen para tek kelimeyle israftır. Çevreye verdiği zarar başlı başına bir sorun.

Dinin bakış açısı, toplumun sigara içenlere verdiği tepki, vücuda verdiği zarar ve dünyanın parasının harcandığı bilinmesine rağmen sigara içen içmeye devam ediyor. Tütün yasası ile birlikte kapalı yerler başta olmak sigara içimini devlet, çoğu yerlerde yasakladı. Sigara paketlerinin üzerine başta "Sigara sağlığa zararlıdır" yazdırmak suretiyle sigara ve içimini özendirmeyecek bir dizi tedbirler aldı. Market ve bakkallarda sigara satışına düzenlemeler getirdi. Kapalı yerlerde sigara içenlere ve içilmesine izin verenlere yaptırdığı denetimlerle para cezaları kestirdi. Sigarayı bırakmak isteyen tiryakilerin tedavi olmaları için hastanelerde birimler oluşturdu.

İçtiği sigaradan memnun olmayan, bırakmak için soluğu hastanelerde alan bazı tiryakiler, sigarayı bırakmak için tedavi gördü. Kimi bıraktı, kimi sigara içmeye devam etti. Bağımlılık ne de olsa. Haydi deyince kolay kolay bırakılmıyor. Çünkü vücut nikotine alışınca insan bırakmak istese de vücut bırakmıyor. Aslında tiryakiyim, şu kadar yıldır bu mereti içiyorum. Bırakmak istiyorum ama bırakamıyorum işte" diyen tiryaki geçinenlerin yüzde 90'ı, tiryaki falan değil. Çoğu alışkanlıktan içiyor. Bırakmak isteyip de bırakamayanların iradeleri zayıf. Bu iş bırakıyorum demekle olmuyor. Bu işi beyinde bitirmek gerekiyor. 

Hasılı sigara içen ve kendisini tiryaki sanan içiciler, içmeye devam etseler de sigara içmekten çok memnun değiller. Bakmayın siz dertten ve zevkten içtiklerine. Sonra sigaranın savunulacak bir tarafı yok. Zira ne içen içtiğinden memnun ne de sigara içmeyenler içenlerin durumundan. Kimse memnun olmasa da devlet sigaraya yüklü zam yapsa da her geçen gün sigara içenlerin sayısında bir artış var ve sigaraya başlama yaşı daha da aşağılara iniyor. 

Bütün bu yazdıklarımı biliyorsunuz. Zira yazdıklarım malumun ilamıdır. Burada değinmek istediğim, tütün yasası ile birlikte sigara içenlere karşı -Reisicumhur'un hassasiyetinden midir- toplumda da sigara içenlere karşı bir tepkidir gidiyor. Sigara içmeyenler, yanından sigara içerek giden birilerini görse burnunu tıkıyor, uzakta iç, be adam dercesine el kol işareti yapıyor. Hiçbir şey yapamasa bile kinli kinli yüzüne bakıyor. Okul kapısının önünde içen öğretmenleri gören "Şunlara bak! Bir de örnek olacaklar. Bunlar çocuklarımıza kötü örnek oluyorlar" deyip oturuyor bilgisayarın başına. Bu durumu CİMER'e şikayet ediyor. Kurumların önünde içen çalışanları gören vatandaş "Şunlara bak! Mesai vakti keyif çatıyorlar. Günde şu kadar sigarayı bu kadar vakitte içseler, mesaiden bir o kadar çalıyorlar" deyip homurdanıyor. Bu durum devletin üst kademesine de gidiyor olmalı ki kapı önlerinde sigara içilmemesine dair yazıların biri geliyor, diğeri gidiyor. Eskiden site önüne park etmek yasak, "Garaj kapısıdır. Araç park etmeyiniz" yazılarını görürken şimdilerde "Site önünde sigara içmek yasaktır" uyarılarını daha sık görüyoruz. Zaman zaman gittiğim eski bir çarşının içinde, sigara yasağına aldırmadan müşteri ve dükkan sahipleri, odasında ve koridorlarda sigara içmeye devam ederlerken çarşının yönetimi, giriş kapısına "Çarşı giriş kapısı önünde sigara içilmesi yasaktır." yazısını yapıştırmış bile.

Sigarayı ve sigara içeni savunuyor değilim. Zira savunulacak bir meret değil. Sigara içmeyen vatandaşların ekserisinde sigara içimine karşı bir hassasiyet oluşmuş durumda. Devletin sigara içenlere karşı savaş açtığını hepiniz biliyorsunuz. Tiryaki, kendisine içecek kuytu bir yer buldukça devlet oraları da yasak kapsamına almaya çalışıyor. Merak ettiğim, sigara içilmemesine karşı devlet ve vatandaşta oluşan bu hassasiyet niçin diğer bağımlılık yapan zararlı içecek ve oyunlara karşı da gösterilmiyor? Mesela içki ve uyuşturucu içimine, şans oyunlarına, kumara, piyangoya niçin bu derece bir tepki yok? Hatta televizyonlar vasıtasıyla piyango özendirilmektedir.

Devletin en tepesinden normal vatandaşa varıncaya kadar sigara konusunda gösterilen hassasiyette herkes samimi mi? Gösterilen tepki de samimi olabilirler. Buna diyeceğim yok. Ama bana göre samimiyet, sigara içenlerle mücadeleden önce sigaraya savaş açmaktan geçer. Devlet tütün ekimini yasaklar, sigara imalatına izin vermez, satmaz, sattırmaz, sigara ithalatına yasak koyar. Devlet kadar sigara içilmesine tepki gösteren halk da sigara mamullerinin piyasaya sürülmemesi için devlet kurumlarını topa tutar. Maalesef ne devlette bu şekil bir samimiyet var ne de vatandaşta. Satışına izin verilen sigaralar, bakkal ve marketlerde müşteri beklerken devlet ve sigara düşmanları, bataklığı kurutma yerine sivrisineklerle uğraş misali içicilerle uğraşıyor.



24 Aralık 2019 Salı

Elektrik Kayıp Kaçak Oranı ve Bedeli ***


Şırnak, Şanlıurfa, Mardin, Siirt, Batman ve Diyarbakır'da hizmet veren Dicle Elektrik Dağıtım Diyarbakır İl Müdürlüğü Sistem İşletme Mühendisi Erdinç Ergün,

-kış mevsiminde kayıt dışı elektrik kullanımının yoğunlaştığını,
-bölgelerinde kayıp kaçak oranının yüzde 86 civarında olduğunu,
-aşırı kullanım nedeniyle trafolarında sık sık arıza meydana geldiğini,
-elektriği kaçak kullanan bazı kişilerin de trafoların kapısını kırarak içeri girdiklerini,
-adı geçen yerlerde kırılan 30 bin elektrik panosunun kilidini değiştirdiklerini,
-Diyarbakır’da son 11 ayda 4500 kilit değiştirdiklerini açıklamış.

Düşünebiliyor musunuz ismi telaffuz edilen 6 ilimizde kayıp kaçak oranı yüzde 86 imiş. Yani her yüz kişiden sadece 14’ü elektrik bedelini ödüyor. Bu 14’ün içerisinde -öyle zannediyorum- elektriği kaçak kullanmayan ve bedelini ödeyenlerin kahir ekseriyeti kamu binalarıdır. (Bu bedel de devletten yani vatandaşın vergilerinden ödeniyor.) Az sayıda da bu bölgenin dürüst insanı vardır. Gerisi elektriği beleşe kullanıyor. Bedelini de “dağıtım bedeli” kaleminin içine eklenerek tüm Türkiye ödüyor. Yani bu altı ilimizdeki yüzde 86’lık bir oranın aydınlanma ve ısınma bedelini, elektrik faturasını zamanında ödeyen vatandaş çekiyor.

Kayıp kaçak oranı sadece bizde mi var? Değil elbet. Dünyada da elektriği kaçak olarak kullanan kişiler var. Dünyada kayıp kaçak oranı % 8,1 iken Avrupa ülkelerinde bu oran 6,2 civarında imiş. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın hazırladığı 2015 - 2019 Stratejik Raporu'na göre, 2013 yılında Türkiye'de kayıp kaçak oranı ortalaması %15,4 iken 2014'te yüzde 14,6'ya, 2015'te yüzde 14'e, 2016'da yüzde 13,4'e, 2017'de yüzde 12,6'ya, 2018’de ise 11,8’e düşürülmüş. Görüleceği üzere bizdeki kayıp kaçak oranı, dünya ortalamasının çok çok üstündedir.

Kayıp kaçak oranının hepsi kaçak kullanım değildir. Bunun içinde elektriğin üretildiği noktadan dağıtım şebekelerine iletilmesi sırasında yüksek gerilim hatlarında yaşanan kayıp diyebileceğimiz teknik kayıp da var. Bu şekil kaybın oranı dünya ortalamasına yakın. Sanırım esas sorun, teknik olmayan kayıp oranında. Çünkü kaçak oranını yükselten, yasadışı yollarla elektrik tüketiminin yapılmasıdır.
Bakanlığın 2015-2019 Stratejik Raporuna göre kayıp kaçak oranında bir düşüş olsa bile yine de bu oran yüksektir. Elektrik bedelini zamanında ödeyen vatandaşın ödediği her faturaya;
*yüzde 51,5’u Birim enerji bedeli,
*yüzde 20,5’u vergiler (TRT payı, enerji fonu, BTV, KDV)
*yüzde 13,9’u enerji hariç bedeller (iletim, dağıtım, satış hizmeti)
*yüzde 14,1’i kayıp kaçak bedeli (gazelektrik.com) olarak yansıyor.

Gördüğüm kadarıyla devlet kaçak, elektrik kullanımının önüne geçemiyor. Zaten hedefi de tamamen yok etmek değil. 5 yıl içerisinde kayıp kaçak oranını yüzde 10’un altına düşürmeyi hedefliyormuş. Problem değil. Zira devlet kayıp kaçağın üstesinden gelemese de aciz değil. Hemen B planını devreye sokuyor. Şunun faturasını da ödeyiver diyerek “Dağıtım bedelinin” içine yansıtıveriyor. Eksik olmasın!

Yazıma son verirken bazı bölgelerimizin kayıp kaçak oranlarına da bir göz atalım istiyorum:
Uludağ EDAŞ yüzde 4,20, Trakya EDAŞ yüzde 4,37, Çamlıbel yüzde 5,08, Dicle EDAŞ yüzde 54,9 (Bu oran 2013'te yüzde 75,8) Vangölü EDAŞ, yüzde 49,2, Aras EDAŞ, yüzde 23,6’dır. (aa.com.tr)

Kayıp kaçak oranları yıllara göre değişiklik gösterse de en fazla kayıp kaçağın olduğu bölgelerin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da olduğu bir gerçektir. Devletin kolay kolay çözüm bulamadığı kayıp kaçağı önlemenin yolu, devletin caydırıcı yaptırımlar uygulaması. Devletse bunu yapmalıdır. Şayet bunu yapamıyor ve ödemeyenin veya kaçak kullananın faturasını diğer faturalara yansıtacaksa her bölgenin kayıp kaçak oranını bir müddet o bölge insanının faturasına yansıtmasıdır. Bu yöntem kendi içinde bir denetim sağlayacaktır.

***28/12/2019 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.