19 Kasım 2019 Salı

İki Koltukta Kaç Bir Kişi ***

Şehirlerarası yolculuk yaparken seyahat seçenekleri arasında hızlı tren varsa çoğunluğun tercihi yüksek hızlı trendir. Hem hızlı hem konforlu hem de otobüslere göre fiyatı cazip. Hızlı trenlerin tek sorunu yer bulma sorunu. Şayet günler ve saatler öncesinden almadı isen ara ki bulasın. Özellikle sabah ve akşam seferleri yüzde yüze yakın doluluk oranına ulaşıyor. 

Niçin yüzde yüze ulaşmıyor derseniz; size, şu kadınlar var ya şu kadınlar! Ah şu kadınlar diyeceğim. Aşağı yukarı her seferde 8-10 koltuk boş gidiyor. Boş olan bu koltukların cinsiyetini sorarsanız, hepsi kadın yanı olması. Almış hepsi teker teker pencere kenarını. İki kişilik koltukta teker teker seyahat ediyorlar. Keyifleri mi? Sormayın. Zira keyiflerine diyecek yok. Kim istemez iki kişilik koltukta tek kişi gitmeyi. Onlar keyiflenirken sen internet başında kafanı kaldırmadan TCDD Taşımacılıktan e bilet alacağım diye uğraş dur. Hangi peronda bir boş koltuk varsa sevinçle o peronu açıyorsun. Bulduğun boş koltuk kadın yanı. Sevincin kursağında kalıyor. Öbür peronlardaki boş koltuklara yöneliyorsun. Ya engelli koltuğu ya da malum kadın yanı. Naçar benden iyi engelli mi olur, şu engelli koltuğunu seçeyim diyorsun. Senin TCDD, kırmızı harflerle "Sadece tekerlekli sandalyeli yolcular içindir" uyarısını yapıyor. İlave olarak da "Aksinin tespiti halinde bilet geçersiz sayılır" diyor. Olmayacak alayım bir tane tekerlekli sandalyeli araç diyorsun. Nereden bulacaksın tekerlekli sandalyeyi? Haydi buldun diyelim. Fiyatının normal olacağını sanmıyorum. Haydi aldın. Bunun sayesinde engelli koltuğuna oturdun. Sonra bunu nasıl taşıyacaksın? Haydi iş inada bindi, taşıyacaksın. Ya tren görevlisi sen engelli misin? Kalk bir yürü derse  bu durumda ne yapacaksın? Tekerlekli sandalye olmadan trene binsen, biletin geçersiz olacağı için aşağıya indirilmek de var. Of, sıkıntı! Sonra engelli yolcunun tekerlekli sandalyeli oturacağı bir aracı varsa koltuğa ne ihtiyaç değil mi? Otursun kendi sandalyesinde. Yerine de benim gibi kendisini engelli görmeyenler otursun. 

Neyse, biz gelelim yine tek koltukta yolculuk yapan kadınlara. Bilet almak için peronları tekrar tekrar geziyorsun. Nafile! Koltuk yok. Varsa da kadın yanı. Olmayacak, kadın yanı da olsa şu koltuğu seçeyim. Ne yapayım, mecburum. Sonra göründüğüm kadar kötü değilim diyorsun. "Bu koltuk sadece kadın yolcular için geçerlidir. Lütfen başka koltuk seçiniz" uyarısını alıyorsun. Sanki başka koltuk var da ben gidip kadın yanını seçiyorum. Tüm peronları bir tur daha atıyorsun. Yok. Bilet alma ve koltuk seçme gayretime sistem belki insafa gelir, şu kadın yanını seçeyim diyorsun. Aynı uyarı. Bereket kızıp ulan sapık, ne işin var kadın yanında demiyor. 

Bilet bulamayınca gara giderek gişe görevlisine şu sefer saatli peronlarda boş koltuklar tek kişilik kadınlara ait. Bilet aldığına göre sizde iletişim bilgileri vardır. Arayıp koltuk birleştirme yoluna gidemez misiniz diyorsun. Görevli, böyle bir şeyi ne sen söyledin ne de ben duymuş olayım der gibi bakıyor ve lütfedip olmaz cevabı alıyorsun ve sen bilet alamıyorsun. Kızımız devleti bir koltuk zarara uğratarak yolculuk yapıyor.

Size basit bir mesele gibi gelebilir ama boş koltuk olduğu halde kadın yanı olduğu için bilet alamadığınız zaman anlattığım duruma hak verirsiniz. Bunun yolu, bilet alana tüm peron ve koltukları boş göstermemek. Tek olarak yolculuk yapacak erkek veya kadın, ilk önce tek kişi olan hem cinsinin yanındaki koltuğu seçebilmeli. Koltuklar doldukça diğer koltuklar açılmalı. 

Bilmem anlatabildim mi meramımı? Biliyorum, siz anladınız. Ah bir de sıra sıra dizilmiş iki koltuğu işgal ederek tek koltukta yolculuk yapan kadınlar da anlasa... Bu arada bilet bulamadığım için gideceğim yere gidememiş değilim. Nasılsa işi çıktığı için bilet saatini değiştiren bir erkek çıkıyor. İyi ki var onlar! Bunlar sayesinde son anda bilet bulabiliyoruz.

***23/11/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.

İletişim Özürlü

Ayrı kalan insanlar bir zamanlar mektupla haberleşir, bayramlarda bayram kartı göndererek birbirlerinin bayramlarını tebrik ederlerdi. Kim bir mektup veya tebrik kartı gönderse mektubuma/kartıma cevap gelecek diye dört gözle postacıyı beklerdi. El yazısıyla özene bezene yazılan bu mektup ve kartlar insanı duygulandırdı.

Bir zamanların vazgeçilmesi olan mektuplar şimdi tarih oldu. Yerini önce ev telefonları, şimdi de cep telefonları aldı. Cep telefonlarını meramımızı anlatmanın ötesinde kullandık. Sohbet ve muhabbetimizi telefon vasıtasıyla yaptık. Son yıllarda telefonla görüşme faslı eskiye oranla biraz azaldığını düşünüyorum. Whatsapp ile haberleşme, dosya gönderme, tebrikleşme daha yaygın. Yazdığın bir metni veya fotoğrafı aynı anda yüzlerce kişiye gönderebiliyor, ortak grup kurabiliyorsun. Bu hızla, iletişim ve haberleşme için yarın ne tür bir iletişim aracı çıkar bilmiyorum ama halen whatsappın pabucu dama atılmadı. Whatsappı diğer iletişim araçlarından ayıran en önemli özelliği, iletinin karşı tarafa iletildiğini, okunduğunu biliyorsun. 

Mektup, e posta, mesaj, whatsapp hangi yol kullanılırsa kullanılsın, insan muhatabından bir geri dönüş bekler. Telefonla aradığında o anda cevap verilmiyorsa bile daha sonra dönülsün ister. Haydi diyelim ki mektup eline geçmedi, e postayı açmadı, mesajı görmemiş; cevapsız çağrıyı çocuğu telefonla oynamak suretiyle yok etmiş olabilir. Whatsapp, gönderilen mesajın okundu uyarısını bile yapıyor. Bu durumda muhataba düşen, telefonla arayarak veya mesaj yaparak cevap vermesidir. Whatsapp mesajı derken rutin fotoğraflı bayram, cuma, belli gün ve hafta mesajlarını kastetmiyorum. Bunlara cevap verilmeyebilir. Bilgi veren, bilgi isteyen mesajlara cevap vermek, geri dönüş yapmak gerekmez mi? Mesajını bir güzel okuyor. Fakat tık yok. Kimsin, necisin, ölü müsün demek yok. Ha duvara mesaj yazmışsın ha böylesine. Bu ne demektir? Ben seni ve mesajını muhatap almıyorum, seni önemsemiyorum demektir. Bu aymaz tipleri ben, beyin ölümü gerçekleşmiş fişe takılı olarak bitkisel hayat yaşayan ölülere benzetiyorum.

Böyleleri eksik değil. Ne telefonuna bakar ne dönüş yapar. Aslında suç bu tiplerde değil, bunları muhatap alanda.

18 Kasım 2019 Pazartesi

Cevabı Bende Olmayan Sorular

1.Mondros Ateşkes Anlaşmasından sonra Anadolu'yu işgal eden İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar tek kurşun atmadan niçin Anadolu'yu terk ettiler? (Bir hakkı teslim edelim. Kahraman Maraş, Gaziantep ve Şanlıurfa'da Fransızlara karşı bir direniş olmuştur. Bu yüzden bu illerimiz kahraman, gazi ve şanlı ünvanlarını almış oldular.)
2.Giderlerken bizi niçin sadece Yunanistan ile karşı karşıya bıraktılar? Anadolu'yu Yunanistan'a vermek için İtilaf Devletleri niçin Yunanistan'a destek olmadılar?
3.Biz Kurtuluş Savaşını 14.asırdan 19.asıra kadar bir Osmanlı toprağı olan bir eyaletimize karşı mı verdik?
4.Misaki Milli sınırlarını biz mi çizdik yoksa kuracağınız devletin sınırları buralar mı dendi?
5.Mondros Mütarekesi ile Osmanlı'nın ordusu terhis edilir iken Kazım Karabekir komutasındaki Doğu cephesi niçin terhis edilmedi?
6.Milli mücadeleyi biz mi başlattık yoksa bizi işgal eden devletler haydin bir mücadele başlatın mı dedi? 
7.Mustafa Kemal Atatürk'ün milli mücadeleyi başlatacağını İngilizler bilmiyor muydu? Atatürk'ün Samsun'a gidişinden İngilizlerin haberi yok mu idi?
8.Atatürk'ün Samsun'a çıkışıyla başlayan Milli Mücadele, İngilizlerin bilgisi dahilinde başlamış olabilir mi? Yani Atatürk ile İngilizler karşılıklı anlaşmış olabilir mi?
9.Osmanlı'ya ait birçok toprak hakkından vazgeçmek karşılığında Misaki Milli ile belirlenen alanda bir  cumhuriyet kurabilirsiniz denmiş olabilir mi? Bu cumhuriyeti kurmak için yalnız Yunanistan ile sizi biraz oyalayacağız denmiş olabilir mi?
10.Atatürk, tüm Osmanlı toprağı olmasa da en azından Türklerin yoğun olduğu bölgelerde bir devlet kurmayı kabul ederek küçük olsa da bir devletimiz olsun diye düşünmüş olabilir mi? İngiliz, Fransız ve İtalyanlar bize ölümü gösterip bizi sıtmaya razı etmiş olabilirler mi?
11.İngilizler İstanbul'u terk ederken sınırları ve yönetim şekli belli bir devleti belirleyip gitmiş olabilir mi?
12.İşgal ettikleri Anadolu'yu kısa zamanda terk eden İngiliz, İtalyan ve Fransızlar, Osmanlı'dan kopardıkları Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Libya gibi devletleri niçin uzun süre işgalde tutmuşlardır?
13.Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı toprakları, ırklar hatta aşiretler arasında pay edilip her birine adeta cetvelle çizilmiş bir toprak parçası verilirken; Irak, Suriye, İran ve Türkiye'de azımsanamayacak bir nüfusa sahip olan Kürtlere bir devlet kurmaları için bir toprak parçası verilmedi? Kürtler mi devlet kurmak istemedi? İtilaf devletleri Kürtler için bir devleti ihtiyaç duymadılar mı? İtilaf devletleri bize komşu olabilecek bir Kürt devleti için TC'den mi çekindi yoksa biz bu Kürtleri ileride Türklere karşı kullanırız mı diye düşündüler? Osmanlı'dan irili, ufaklı o kadar devlet çıkaran sömürgeci devletler, devlet kuracak kadar bir toprak parçasını da Kürtlere verip bir Kürdistan devleti kurdursalardı; kim, ne diyebilir ve karşı çıkabilirdi?
14.Birinci Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu haritasını bir baştan öbür başa değiştiren ve kurdurduğu küçük devletlere kraliyet yönetimini uygun gören İtilaf Devletleri Türkiye için niçin cumhuriyet yönetimini layık gördüler? Biz onlara rağmen mi cumhuriyeti kurduk yoksa onlar mı bize cumhuriyeti dayattı?

Sorular sorular sorular... Benim cevabını bulamadığım sorular bunlar. Bu soruları sorarken kimseyi töhmet altında bırakma, birilerini suçlama gibi bir niyetim yok. Kimse öküzün altında buzağı aramasın. Varsa sorularıma ikna edecek bir cevabınız, sizi önyargısız bir şekilde dinlemeye hazır olduğumu bilmenizi isterim.